Varla yok arasında: Acı

Acılar, dertler elbet bitecek. Yitirilen canlarımız Rabbe emanet. Yapmamız gereken, Allah’ın bizi “biz” âleminde var ettiği gerçeğine riayetle, birbirimize fayda sağlayacak bir gayretle yaşamak. Bilmemiz gereken, acıların da, ömrün de bitimsiz olmadığı.

“ACI” kavramının binbir anlamı var. Düştüğü kalbin algı potansiyeli muhtelit anlamlardan birine temas edebilir; acının rengi, boyutu ve etki alanı da acıyı tanımlama süreçlerinde çeşitli parametreler oluşturabilir. Kimi algı ve anlatım formlarında geometrik ve bitimli bir çerçeve oluşturur da kimi zaman konturları belirsiz ve stilize bir siluete benzer. Acıyı hissedenin tüm anlatımları ve samimî karamsarlığı ayrı bir tartışma hususu olup, acının izleyicileri tarafından geliştirilen biçemler tam bir hezeyandır.

Kim bir acının sınırlı ve süreli yeisine kapılsa, bunu bitmeyecek ve azalmayacak bir hacimle algılar. Bu, bütün menfi hisler için kaçınılmaz istikamettir. Kalbe baskı yapan bütün menfi hissedişler bitimsizlik duygusu nedeniyle “dert” mevkiine yükselir. Bunun matematiğini ve fizikî gerçekliğini ve hatta mantık bilimi dâhilinde anlatılabilecek bütün organlarını bir kenara bırakırsak, en üst makamda İlâhî bir imtihandır ve imtihanların en zora koşan niteliğidir ki uzun ve akıbeti belirsiz bir sonsuzluğa benzer. Bütün dertler ve acılar, insanı, bitmeyeceğine hızlı ve etkin bir şekilde ikna eder. Dert ve acı, bir şeyin yokluğudur ve yokluk, var etme kudreti olmayan herkes için sonsuzdur.

“Paradoks bunun neresinde?” diyeceksiniz, ben de her zamanki gibi yavaş yavaş ve sindire sindire süjeyi sonuca zerk edeceğim.

Bir şey varken yok mertebesine eriştiğinde, bir zamanlar var olduğu mekân, zaman ve insan için derin gedikleri ardında bırakacak, yerine aynı nitelikte bir varlığı mümkün kılamayan kalp, sonu gelmeyen bir acıyla tanışacaktır. İşte bu kurgusuz, plânsız ve tamamen iç dünyanın saplantı ürünü olan inanma biçimi, insanı karamsarlığa, umutsuzluğa ve paylaşılamaz bir yalnızlığa düşürecektir. O hâlde bütün yoklukları dindirebilecek yegâne bir kudrete ihtiyaç var.

Deneme kitabım “Üç Nokta”da acının bir yokluk duygusu olduğunu dile getirirken de aynı gaileye sahiptim, şimdi, milletçe içine düştüğümüz buhranların ve acıların hemen akabinde de aynı iç tepkilerle hareket ediyorum. İnsanı acının bitebilen, bölünebilen ve daha nitelikli anlamlarla çarpılabilen, böylece anlamca ve biçimce kötüden iyiye, cehennemden cennete, karanlıktan aydınlığa dönüşebilen bir vetire olduğuna ikna etmek arzusundayım.

Yine mezkûr kitabın satırlarında bahsettiğim üzere, acı, var olan bir şeyin yok olmasıdır. Dertleri harmanlayıp yepyeni kimliklerle dramatize de etseler, dertlerin sahipleri arasında algı ve hissediş bağlamında binbir kategori de meydana getirseler, bütün bu ayrımlara coğrafyanın, kültürün, inancın ve ferdî algıların birbirine tamamen zıt kabullerini dayanak olarak önüme de serseler, sonuç, fikrimce aynıyla vakidir. Acı, yokluktur. Ama öylesine bir yokluk değil. Hep var olanın ya da hep var olması istenilen kişilerin/şeylerin yokluğudur. Evlât acısı gibi bir imtihan var ki, Rabbin dertle dermanı, acıyla inşirahı, zorlukla kolaylığı beraberinde verdiğine olan sonsuz inancım bile ilk algıda bu acıyı tarif edebilme ehliyeti vermiyor kalbime. Fakat evlât acısı da bir varlığın yok oluşuna (kişinin algısınca) bağlıdır. Herhangi bir sevdiğimizin vefatı da var olan bir canın yok olması duygusunda parçalar damarları. Ayrılık da bir yokluktur. Ölüm yoktur, gömülen yoktur da ayrılık, ölüm duygusuna benzer bir sızıyla kandırır kalbi. Çünkü bir zamanlar var olan, artık görünen, hissedilen ve karşılıklı hislerin alışverişinin yapıldığı bir vasatta ölçülemez hâle gelir. Mekân aynıdır; o mekânda bütün ısıl değerler, ışığın şiddeti ve hatta enerji türleri bile belli bir gayret sarf edilerek ölçülebilir de gidenin, ayrılanın varlığı hiçbir emare vermez. Nitelikçe ve nicelikçe ölçülemez. Fakat yokluğunun ölçümü günümüz teknolojisinde hesap edilebilecek olsa sonuçlar hayli yüksek olabilir. Bir zamanlar aynı mekânda var olan kişilerin sayısı, alıp verdikleri nefes ve ruhları nasıl güçlü bir varlığa işaret ediyorsa, ölüm ya da ferağ ile bıraktıkları boşluk, çok dirençli bir yokluğa denk düşer. İşte bütün bu acılar yoklukla müteradiftir.


Kaybetmek, ayrı kalmak vesaire

İşini kaybeden, evini, arabasını, dükkânını kaybeden, beslediği hayvanı kaybeden, biçtiği tarlayı, ektiği bahçeyi kaybeden, gençlik yaşını kaybeden, mutlu olduğu bir zaman dilimini tüketen, mutlu olduğu bir mekânla teması kesilen herkes acı duyar ve hepsi yokluktur. Bir zamanlar varsa ve artık yoksa bu acı, bir yokluk öyküsüdür. Hiç olmamışsa ama hep olması istenmişse bu da bir yokluk anlatısıdır. İnsanın parası, malı, evi yoktur da açlık ve güvensizlik duygusu içinde süreğen bir yokluğa tutulur kalır, bu acı da bir yokluktur. Savaş çıkar da doğduğu toprakları terk eder, işte bu derin acı da bir yokluktur. Hasta düşer, sağlığını, hatta bir organını kaybeder ve acı çeker; bunlar da hep yokluktur. Sevgili dost, acı yokluktur.

Yokluk bir zehir gibi damarlarda deveran eder. Sabahları gecelere, aydınlıkları dehlizlere benzetir. Mevsimleri, iklimleri tekdüze anlamlara hapseder. Yaz mevsiminin şetaretli gün doğumunu bile kederli ve soluk bir tabloya çevirir. Yokluk, sınırsız ve sonsuz bir hissedişi eker zihnin tarlalarına. Bütün yokluklar bir olukta toplansa, acının izdüşümünde kendini ele verecektir. Hiçbir kudret, olmayanı var edemeyeceği gibi, varken yok anlamıyla yer değiştireni de yeniden mevcut kimliğine eviremez. İşte bu yüzdendir ki, acılar bitmeyecek, eksilmeyecek ve lime lime edilemeyecek gibi uzun, kompakt ve derin algılanır. Fakat bir yokluğu, var olması fikirlerde çekirdek bile değilken var edebilen ya da varken yok olanı yeniden var edebilen, bütün yoklukları da var edebilir. İşte bu, Rahmân ve Rahîm olan Allah’tır (cc).

Yaradan âlemi ve âdemi yoktan var etmiştir. Bu öyle bir yoktur ki, yokluğu, acı veremeyecek ve var olanlar için var olması tahayyül edilemeyecek kadar büyük bir yokluktur. Âdemin yaratılışı melekler ve şeytan için de öngörülebilir, arzu edilebilir ya da reddetme duygusunu geliştirebilir bir seviyede değildi. Âdem yoktu ama yok bile değildi. Yüce Allah (cc) insanı yarattı. İnsan var oldu ve var edenin var ettiği kâinatta nice yokluklara düştü. Bu yokluklardan çıkışın da ancak varlığın ve varın tek sahibinde olduğunu akledemedi.

“O, insanı ateşte pişirilmiş toprak kaplar gibi kurutulmuş çamurdan yarattı.” (Rahmân, 14)

Yaradan insanı var etti; insanın varlığı da, varlık duygusu da koşulsuz, kaçışsız ve reddedilmesi mümkün olmayacak şekilde ancak O’na bağlıdır. Bu satırlarım, mistik bir anlatıma kurban gitme rizikosuna haiz olsa da gerçeğin ta kendisidir. Çünkü akıl, mantık ve bilim de buna hiçbir surette karşı koyamaz. Var eden kimse, varlığın sahibi de odur. Var eden kimse, yokluğun sahibi de odur. Ve var eden, bütün yoklukları bir varla değiştirebilir, bütün acıları inşiraha bağlayabilir. Yok olanın ikâme edilmesi gerekmeksizin, yokluğun duygusunu kalpten ve zihinden tamamen silebilir. Fakat bütün bunlar için evvelâ varlığın sahibine ve yegâne Var’a iman etmek gerekir. O, merhameti ve inayetiyle iman etmeyen kalplere bile “Rahmân” ism-i şerifiyle üflemektedir. Fakat bütün yokları var duygusunda okşayabilmek için Rahmân’a kalpten bir bağlılık ve tevekkül gerekir.

“O, takdir ettiği gibi yaratan, canlıları örneği olmadan var eden, biçim ve özellik veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerdekiler ve yerdekiler hep O’nu tesbih ederler. O üstündür, hikmet sahibidir.” (Haşr, 24)

İşte bu imtihanhanede varlığın tek sahibini arıyoruz. Kimi zaman O’nu aradığımızı bilmiyor, idrak etmiyoruz. Ama acı çekiyor, karamsarlığa düşüyoruz. Çünkü yoktan var eden Allah (cc), insanı da varlığa meftun bir ruhla yarattı. Nereye bir yokluk düşse, varlığın iklimine zıt gelir. İnsan var olmak ve var edene varmak duygusuyla yaşar gider. Bütün yaratılmışlara da bu hilkat hikmetiyle bağlanır. Fakat nereye bir yokluk düşse, yokluğun acısı da ancak “var”ın yegâne sahibiyle hafifletilebilir.

Acı madem bir yokluk duygusudur ve madem yokluk damarlarda dolaşıp duran bir zehirdir, bunu dindirebilecek, damarlardan zehri akıtacak ve kalbe baskı yapan yokluk aldanışını bertaraf edebilecek olan şey mevcudiyettir. Mutlak mevcudiyet ise yalnız Yüce Allah’a ait olduğundan, bütün acıları dindirecek olan da O’dur.

İnsan bir acıya temas ettiğinde bu acılı zamanın bitimsiz ve sonsuz gelişine aldanmadan, yalnızca O’ndan aman dileyerek ve acıyı hayırlı anlamlarla toplayıp ve çarpıp daha büyük bir nispete tekabül ettirerek inşirah bulabilir, yeniden varlığın hükûmetinde derin bir nefes alabilir. Dünyanın yokluk duygusu ölene kadar bitmeyecek. Renkleri, biçimleri, formları, anlatıları binbir çeşit olacak ama illâki her kalbe bu yokluk duygusunun verdiği acılı zaman dilimleri uğrayacaktır.

Bütün bunlar olurken, anlamı kaybetmemenin ve bu zamanları hayırla yoğurabilmenin tek çıkar yolu, yüzünü Allah’a dönmektir. Bütün yokluklardan yegâne Var’a müracaat ile kurtulabiliriz. İmtihan dünyası… Acılar, dertler elbet bitecek. Yitirilen canlarımız Rabbe emanet. Yapmamız gereken, Allah’ın bizi “biz” âleminde var ettiği gerçeğine riayetle, birbirimize fayda sağlayacak bir gayretle yaşamak. Bilmemiz gereken, acıların da, ömrün de bitimsiz olmadığı.

İmtihanımız Rabbin yardımıyla kolay, akıbeti ise hayırlı olsun inşallah.