Var olmanın ruhu

Adına ister “sevgi” diyelim, ister “aşk” veya “muhabbet”; ne dersek diyelim, o, kalbi harekete geçiren ritimdir. O ritmin şiddetini, yönünü belirleyendir. Adına bazen “aşk” deriz, bazen “sevgi”, bazen “o” der, susarız. Bazen “ben” deriz ve… “Sevda” deriz adına, bazen “sevgili, kalp, muhabbet, gönül, yürek deriz, yâr” deriz. “Can” der, susarız…

Sorgusuz teslim olunan

“DUYDUĞUMUZDA yüreğimizi kanatlandıran, ruhumuzu harmanlayan, duygularımızı esir alan, düşüncemizi kilitleyen, nefes alışverişimizden adımlarımızın ritmine kadar değiştiren şey nedir? Veya yaratılışın mayası olan kelime nedir?” diye sorulsa, insanların tamamına yakınının hiç tereddüt etmeden vereceği cevap, “sevgi ve aşk” olacaktır.

Adına ister “sevgi” diyelim, ister “aşk” veya “muhabbet”; ne dersek diyelim, o, kalbi harekete geçiren ritimdir. O ritmin şiddetini, yönünü belirleyendir. Adına bazen “aşk” deriz, bazen “sevgi”, bazen “o” der, susarız. Bazen “ben” deriz ve… “Sevda” deriz adına, bazen “sevgili, kalp, muhabbet, gönül, yürek deriz, yâr” deriz. “Can” der, susarız…

Eflatun, “Bütün canlıların yaratılması işinde sevginin payını kim inkâr edebilir? Onun marifetiyle doğup gelişmiyor mu bütün canlılar?” diyor.

İnsan sayısı kadar yaşanmışlığı ve tanımı vardır. Bazen kendini o sanmaktır. Nefes almaktır; alınan nefesi onun nefesi sanmaktır. Sevildiğini sorgulamadan sevgiliyi düşlemektir. Hissedildiğinde nedensiz savrulmaktır. “Beşerî mi, İlâhî mi, Rahmânî mi, şeytanî mi, cismanî mi, ruhanî mi?” sorgularında kaybolmadan teslim olmaktır. Vuslatı için her şeyi göze almaktır. Bazen de vuslattan çok menzilde kalmaktır.

Var olmanın ruhudur. Yaşamanın can suyudur. Şiirlerde, öykülerde, masallarda, filmlerde anlatılandır. Olmaktır ama nasıl olunacağını düşünmemektir. Bedenden vazgeçerek onunla dolmaktır. Görünene, görünmeyene, hissedilene teslim olmak ve inanmaktır. Nedensiz kabullenmektir. Nefes alınan bedende başka ruhlar canlandırmaktır. Tenden vazgeçerek cananda can bulmak, can içinde cananla olmaktır. “Ben” derken dahi onun dünyasında yolculuğa çıkarak, bazen “o” olarak, bazen de onunla olarak yaşamaktır. Ona ait her ne varsa öykünmektir. İki farklı bedende tek yürek olarak aynı ritimle yol almaktır. Onun mutluluğuyla kanatlanmaktır.

Sevmekte ikilikler kalkar, bir olmalara gidilir. İki ten, iki kalp, iki gönül yoktur sevgide. Tek bir kalp olunur, tek bir yürek olunur. Sevmek, koşulsuz paylaşmaktır. Sevdiğine sevdiğini sevgiyle sunmaktır. Sevdiğiyle kalbini bölüşmektir sevmek. Ki tek kalp olunsun…

Bazen de sadece vermektir. Sorusuz, sorgusuz, “Ama”, “Lâkin”, “Fakat” demeden… Koşulsuz, sorgusuz teslimiyettir.

Tanımı yapılamayan en güzel duygu

Vedat Güneş’le birlikte “Hoşça Bak Aşkına” (Yükseliş Yayınları, 1999) isimli kitabı yazarken, “Sevginin, aşkın tanımı var mı?” diye merak ettik ve “Başkalarının da görüşlerini, fikirlerini alalım” dedik, ulaşabildiğimiz yüzlerce kişiye sorduk, araştırdık. Sayısız tanımlama teşebbüsü ile karşılaştık. Alabildiğine tanımlama teşebbüsü var ama ortada hâlâ aşka, sevgiye, muhabbete dair net bir tanım yok. Bulamadık. En güzel tarafı ise hepsinde ortak bir nokta var. Araştırmamızda da verilen cevaplar ve açıklamaların çokluğu dahi insanın içini ısıtıyordu ve açıklama ile tanımların hepsi doğruydu. Sevgide, aşkta boyut olmadığını, boyutu olmayan bir şeye tanım koymanın mümkün olmadığını bir kez daha müşahede etmiş olduk.

Bir âşık şöyle demişti: “Gerçek sevgiler hiçbir zaman son bulmazlar. Biten sevgi yoktur, bitmiş gibi görünen sevgi vardır. Vazgeçiş de yoktur sevgide. Yıllar akıp gitse de her daim yaşatılır sevilen. Ama kimi zaman sevgili için, kimi zamansa sevginin bir gereği olarak saklanır bu aşklar. Vazgeçiş yoktur, vazgeçmiş gibi görünmek vardır o yüzden…”

“Kalbin bir yönelmesi vardır, bir de kaçması” diyor Hazreti Ali. Kalbin yönelmesidir sevgi. Sevdalının gamzelerinde yuva kurmaktır. Sevgilinin bakışlarında eriyerek ummana karışmak ve orada yok olmaktır. Sonu bilinmez seferlere hazırlıksız yakalanmaktır. Sevgiliyi, o yanında olmadan da sevebilmek, o yanındayken de özleyebilmektir. Zerrede okyanus olmak, damlada kaybolmaktır. Beklentisizce sonsuz bir hasretle beklemektir sevmek. Kırgınlığın, sitemin, direncin yok olduğu duygudur sevmek. Her şeye rağmen üzülmemeyi, kırılmamayı kabullenmektir. Küçük bir haber, ses veya görüntünün özlemiyle zamanda akmaktır. Bir haberle sarsılmaktır, dirilmek ve coşkuyla kanatsız uçmaktır. Hayâl kurmaktır; bazen bu hayâlin gerçek olmayacağını bile bile hayâllerle mutlu olmaktır. Herhangi bir beklentiye girmeden teslim olmaktır. Yüreği, düşünceyi esarete teslim etmektir. Sevdayı tattıranın varlığına teşekkür edebilmektir.

Sevmek, gönülden susmak; hâl diliyle sükûttur. Erimek, eridiğinin farkına varmamaktır. Benlikten geçmek, bende biz olmak, bizde erimektir. Sevmek, olmaktır. Olmak ise, varlığı teslim etmektir. Sevgilinin her zerrede var olduğunu düşünerek cezbeye tutulmaktır. Ölmeden ölümün efsununa teslim olmaktır. Sevgilinin olduğu mekânları cennet görmektir. Bile bile kanmak, kabul etmek, teslim olmaktır. Aykırı tavırları ve söylemleri tebessümle karşılayabilmektir. İtiraz etmeden varlığı sunabilmektir. Sevmek, olma yolunda her dem taze umutlar için ölmektir. Tekrar dönmeyi düşünmeden, uğrunda sonsuzluğa yol almaktır. İşkenceyi tebessüm olarak almaktır.

Sevmek, sıkıntı ve ıstırabı muhabbet olarak algılamaktır. O yokken de iliklerine kadar ısınmak, bazen zerrelere karar üşümektir. Uzaklıkları yakın eyleyen, dağları deldirendir. Kızgın çöllerde kavrulmaktır. “Öldü” denilen anlarda yağız atlı küheylan olabilmektir. Sığınılacak güvenli liman olmaktır. Sıradağlarca uzaklıktan nefesini hissetmektir. Sevmek, sevgilinin baktığı yerde olmak, sustuğu yerde can olmaktır. Onun için adım atmak, nefes olmaktır. Bazen varlığı o zannetmektir. Varlıkta hiç olmaktır. Her gün ölmek, her saniye yeniden dirilmektir. Habersizce dualar almaktır. “Gel” sözüne, dağları aşarken, yanındayken de “Hayır” diyebilmektir. Bakışlarda erimek, her nazarda dirilmektir. Kor alevi yürekte taşımak, alevin harında yaşamaktır. Haberli habersiz gönüller yapmak, sevgilinin yanağından süzülen yaşlar olmaktır.

Aşk, aşkın kendisi olmaktır. Aşk samimiyettir. Sevgi duruluktur, saflıktır. Bazen sararan yapraktır ama her dem taze tomurcuktur. Sevmek, sevgiliye Cennet’e giden yol olmaktır. Zorlukları göze almak, düşünmeden karşı durmaktır. İnanmak, kabul etmek, tenden vazgeçerek ruhu yöneltmektir. Benlik duygusundan vazgeçerek teslim olmaktır. Sevgiliyle her şeyi göze almaktır sevmek. Sevgilinin olduğu cehenneme yürümektir. İçe akan gözyaşı olmaktır. Mevsimsiz, zamansız yağan yağmur olmaktır. Varlığını bilmeden sevgiliyi sevmektir. Sevgilinin yokluğuna üşümektir.

Sevmek, aşkın kendisi olmaktır. Sevmek, sorgusuz kabullenmektir. Sevmek, o olmaktır. Kimi “gerçek aşk” der, kimi “plâtonik”, “psikolojik”, “psişik” veya “sahte” aşk… “Arzu”, “heves” diyenler de vardır. Ne söylenirse söylensin, yüce bir duruştur sevda.

Sevmek koşulsuz teslimiyettir

İbni Arabî, aşkın ve sevginin Allah’ın kendine ve inananlara dair ayetlerinde bizzat vurguladığı bir mâkâm olduğuna inanır. “Mâkâmlar içinde en yüce mâkâm, sevgi mâkâmıdır” der.

Sevmek, Yaratan’ın bizlere verdiği en büyük nimetlerdendir. Yûnus, aşksız insanın odundan farkı olmayacağını söylerken, “Yûnus öldü diye salâ verirler,/ Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez” derken aşkın ölümsüzlüğünü vurgular.

Sevmek, koşulsuz teslimiyettir. Sevmekte istemek yoktur. Sevgilinin olduğu yerde son bulur tüm istekler. Bir şey varsa istediğin, bu kendin için değil, sevgili için istenendir. Ondan O’nun adına istersin. O’nu daha sonsuz sevebilmek için istersin. Sevme özgürlüğünü ve kabul edilmesini istersin. İstersin ama bir gün gelir, bu istekler de son bulur. Kendinden istersin artık. Sevgiliyi daha çok sevmek istersin kendinden. Sonsuz kılmak istersin…