BULGARİSTAN’a giriş yapmak üzereyken fark edildi ki, arkadaşımızın
vizesinin bir de başlangıç günü var ve bu süre, 18 saat sonra başlıyor.
Pasaportun üstünde vize görünüyor, ülkeye izin verilen kişinin 18 saat önce
girmesinin ne mahsuru olabilir ki? Vakit sabaha karşı, soğuk hava, ne
yaparsınız? Görevli, söylediklerimize hak veriyor, fakat bilgisayar sistemi
nedeniyle daha önce alamayacağını söylüyor…
Düşündüm de ev sistemlerimiz nedeniyle eve alınamayan
yaşlılar, eğitim sistemleri nedeniyle okula alınamayan çocuklar, boş giden
koltuklar fakat alınamayan yolcular… Neler, neler, neler… Sanki bizler mevcut
değiliz, standart makineleriz; dolayısıyla standart kılıflar giyer, standart
depolarda kalır, standart tamircilerde bakım onarım görürüz. Yoksa bu
sistemleri uzaylılar mı kurdular? Öyle ya, bizden birileri kursaydı, bize göre
kurmazlar mıydı?
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki birkaç bakımdan
diğerinden farklı olmasın. Bilimin yaptığı sınıflandırma, aynılıkların değil,
farklılıkların sistemini verir aynı zamanda. Her ikisi de canlı olmasına rağmen,
insanla bitkinin nasıl birbirlerinden farklı oldukları anlatılır. Ya biz
insanların durumu? Fizikten zihne, zihinden duyguya, birbirimizden o kadar
farklıyız ki... "Erkek milleti", "kadınları anlamak" gibi
ifadeler ne kadar komik gelir bana. Yoksa bu sistemleri kuranlarla bu sözleri
çıkaranlar aynı pencereden bakanlar mıdır dersiniz?
Allah Allah, çalışmıyor!
Bir kadınla tanışıyorum ve esrarını anlamak için
saatlerce onu dinliyorum. Kendisine asırlardan beridir biçilen sosyal role
uymaya çalışan bir erkeğin debelenmesini gözlemliyorum. Bırakın uzağı, burnumun
dibinde olana, bizzat kendimin yetiştirdiği çocuklarıma bakıyorum, aklım
almıyor. 12 ve 14 yaşındaki çocuklarla sohbet ederken, beni şaşkınlık
dağlarında dolaştırıyorlar. Oturmuş, onları keşfetmeye çalışıyorum.
"Efendim, çocuklara şöyle yapmak, böyle söylemek gerekir" denen
sözlere doğrusu çok itibar edemiyorum. Aynı cümleyi söylediğimde çocuklarımdan
biri bir tepki veriyor, diğeri farklı bir tepki, ne yapacağım şimdi?!
Twitter’de şu cümlem tekrar tekrar gönderildi: "Neyi
anlamıyorum biliyor musunuz? İnsan büyük evreni anlamakta acze düşünce, neden
seyretmek yerine kafasındaki küçük kalıplara tıkıştırmaya çalışır?" Bundan
anlıyorum ki hemdert olduğum çok insan var. Cümlede geçen "anlamakta acze
düşünce" ifadesi çoğu zaman gerçekleşmiyor bile. Sizi anlamayı çalışmaya
bile gerek görülmüyor. Siz makinesiniz; ne yapacağınız, ne düşüneceğiniz, ne
hissedeceğiniz, nasıl bir tepki vereceğiniz, hepsi ama hepsi ona göre belli.
Üstüne üstlük onun beklediği gibi bir tepki vermezseniz sizde bir bozukluk var.
Öyle ya, bulaşık makinesine deterjanı, kabı kacağı koydunuz; su, elektrik de
var ve dolayısıyla çalışması lazım. Çalışmazsa tamirci veya insansa psikolog filan
çağırmak lazım.
Karı-koca veya ebeveyn-çocuk ilişkilerinde de buna benzer
durumlara çok rastlarım: "Yediği önünde, yemediği arkasında, daha ne
yapayım? Gecemi gündüzüme katıyorum hâlâ mutlu değiller, şikâyetçiler. Kafayı
yememek işten değil!" Kendi kendime gülüyor ve şu sözü söylüyorum içimden:
"Azizim, elektrik eksik. Senden çocuğun veya eşin elektrik alamıyor."
Tabiî ki kimse kendinde eksiklik olabileceğini tahmin
etmiyor. Meşhur hikâyede Temel, radyodan ters yönde giden bir şoför olduğunu
duyunca der ya, “Bunların biri mi, hepsi tersten gidiyor”.
Anlamamayı savunma hatası
Kendini merkeze alıp karşısındakinin de buna uyması
gerektiği ile ilgili durumların çokluğunu yer tariflerinden anlayabilirsiniz.
"Sağa gel" der, ama sizin sağınıza mı, kendi sağına mı belli
değildir. Hiç unutmam, uzun bir masada karşılıklı olarak bir grup kör arkadaş
oturuyorduk. Masadakilerin fotoğrafını çekmek isteyen biri, kendine bakılması
için "Herkes sağına baksın" dedi; tabiî herkes sağına bakınca masanın
bir yanındakiler fotoğraf çekene, diğer yandakiler ise ters yöne bakmış
oldular. Denilen, doğru bir şekilde yapılmış oldu, ama maksat hâsıl olmadı.
Anlaşılmayı istemek son derece tabiîdir, ama anlamaya
gayret etmek de bir mesuliyettir. Anlayamadıklarımızı kendi kafamızdaki
kalıplara tıkıştırmaya çalışmak ise, en zararsız ifadeyle “hata”dır. Sonra bu
duruma sahiplenmek, dokundurmamak, hatta "Tanrı" ilan etmek… O ne ola
ki?
"Hazret-i insan" lütfediyor, bana tatlı
yapıyor, fakat tadı benim değil, kendi damağına göre. Ben mızırdanınca da ne asiliğim,
ne de nankörlüğüm kalıyor. Kendi acıkınca da bana yaptığı tatlıyı bir güzel
afiyetle götürüyor. Bu benzetme, cahiliye dönemindeki insanları hatırlattı
bana. Hani helvadan putlar yaparlar, ona taparlar, sonra da acıkınca bir güzel
yerlermiş. Bir bakımdan durumumuz pek farklı değil. Sistemler kuruluyor güya
bizim için, ama içinde biz yokuz. Sonra o sistemlerin bize zararları ne kadar
bariz yahut kesin olursa olsun, zerre değişiklik yapmazlar. Sonra o tuhaf
sistemleri uygulayanları ve sevenleri modern ve iyi, uygulamayan ve
sevmeyenleri ise gerici ve kötü olarak görürler.
Klasik soru: Ne olacak bu insanlığın hali?
Dünyada değişik yerlere gittim. Hem kendim, hem de birçok
insanın yaşadığı hissiyatı size aktarayım. Kendi ülkemizdeki kuruluş, lokanta
veya alışveriş merkezlerine gitmek, insanlara genelde pek güzel gelmiyor. Gönül
istiyor ki, oraların yemeklerinden yiyelim, yerel tarz mekânlarda kalalım,
yerel ürün ve malzemeleri alalım... Mantık da çok basit: “Farklı olmayan, kendi
ülkelerimizde de var, farklı olanlarsa yok. Farklıyı görmeyecek,
yaşayamayacaksam, ne işim var oralarda ve o kadar parayı niye harcayayım ki?..”
Çeşitli kuruluşlar, üst düzey yöneticilerine farklı,
orijinal olanı, kendine has olanı göstermeye çalışıyorlar ve beyin
fırtınalarını oralarda, yani farklı ortamlarda yapıyorlar. Şimdilik hâkim güç,
toplumlardan alt gruplara inebildi. Yani “Türkler var, Türkler'in de tatlı
seveni, acı seveni var” gibi bir boyuta gelindi. Git gide şahısların da birbirlerinden
farklı olduğu seviyelere gelinecek. Eğitimden kıyafetlere, istihdamdan
teknolojiye, ulaşımdan binalara kadar kişiye özel dünyalara ihtiyaç olduğu
görülecek ve o dünyalar kurulacak.
İnsan şaşmadan edemiyor. Bunlar neden bugün değil de
yarın olacak ki? Hâlbuki ben, nevi şahsına münhasır, vücut bulmuş bir fert
olarak mevcudum, belki yarın olmayacağım. Bunlar olana kadar gümrük kapılarında
bilgisayar sistemlerini günlerce beklemeye, eğitimin sistemlerinden dışlanmaya,
ulaşım sistemlerinde işkence çekmeye ve hâsılı standartlara uyamadığı için anti-modern,
gerici, çıkıntı, nankör, asi olmaya devamla “suçlu” hep ben mi olacağım?