Vallahi oldu be Can Ataklı böyle bir şey!

Sayın Ataklı, hani soruyorsun ya “Olur mu lan böyle bir şey?” diye, üzülerek belirtmeliyim ki, vallahi oldu be böyle bir şey! Çünkü dün aşina olduğunuz ocağın adının “Peygamber ocağı” olduğunu unuttuğunuzdan olsa gerek bu isyanınız. Çanakkale’yi geçilmez kılan iradenin devamıdır bu ocak.

İSLÂM dini, asırlardır galiz küfür saldırılarına maruz kalıyor. Bu Asr-ı Saadet döneminde de böyleydi, bugün de böyle.

Dünya gündemine yerleşen, kundaklanan cami ve derneklere, hunharca katledilen, hatta yakılan ve linç edilen masum Müslümanlara, yakılan Kur’ân-ı Kerîm hâdiselerine bakıldığında durum hep aynıdır: “İslâmofobi”…

Hint asıllı, Britanyalı-Amerikalı yazar Selman Rüşdi’den tutun, İsveçli aşırı sağcı Rasmus Paludan’a kadar birçok sapkın ve İslâm düşmanı, Kur’ân-ı Kerîm yakarak şiddet olaylarını körükleme eğilimine girdiler.

Kendi ülkemizde ise imam-hatip okulu mezunlarına “sapık” yakıştırması yapan şarkıcı Gülşen’den sonra, kendisi de Alevî olan Türk halk müziği sanatçısı Musa Eroğlu’nun Hazreti Ali’ye (ra) yönelik çirkin ifadeler kullanmasını, Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek’in “Biz Hazreti Muhammed’den çok ileri bir noktadayız. O bir yılda ancak 40 kişi olurken, biz 40 bin kişiye ulaştık” ifadesi takip etti.

Bitti mi? Elbette hayır! Yaptığı işten dolayı kendisine rütbe veren vatandaşın inancına küfretmeyi, müstehzi bir tavırla kahkaha atmayı ve attırmayı meziyet zanneden sözüm ona sanatçılar, siyasetçiler ve gazeteciler, olsa olsa ancak “şaklaban” olurlar. Adı geçenlerin tamamı için olmasa da, bazılarına gönül vermesek de kulak vermişliğimiz olmuştu. Bu talihsiz açıklamaları ayık kafayla yapıp yapmadıklarını bilmemekle birlikte -ki bizi ilgilendirmez-, vahim bir sonucu doğuran, birlik ve beraberliğimize sıkılan kör bir kurşun olarak görüyorum. Oysa gündeme tutunmak istemeyecek bir üne sahip olan bu isimler, ihtiyaçları olmadığı hâlde bu mecrada, hem de inanç gibi çok hassas bir mevzuda söz söylemelerini öncelikle yaptıkları işle ters orantılı olduğunu hatırlatmak isterim.

Peygamber ocağına uzanan dil

Kendilerine feraset dileyerek yeni bir hâdisenin ilk paragrafını kuruyorum…

Yılların deneyimli gazetecisi Can Ataklı da ne yazık ki bu kervana katılarak kendisini takip eden hayranlarını inkisar-ı hayâle uğrattı.

Daha önce Millî Savunma Üniversitesi kürsüsünde dua eden teğmenden rahatsız olan Can Ataklı, bu sefer de kendi Youtube kanalında, geçtiğimiz “30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları” için skandal cümleler kurdu:

“30 Ağustos Kur’ân-ı Kerîm’le kutlanıyor artık. Ordu komutasının elleri havada! Kimse kızmasın, darılmasın arkadaş, ne oluyor ya? Olmaz! Bir devlet düzeni içindeyseniz bunu yapamazsınız. Siz bütün orduyu İslâm’ın kılıcına, cihat ordusuna çevirdiniz. Olur mu lan böyle bir şey!”

Evet, aynen bu cümleleri kullandı Ataklı.

Sayın Ataklı, hani soruyorsun ya “Olur mu lan böyle bir şey?” diye, üzülerek belirtmeliyim ki, vallahi oldu be böyle bir şey!

Çünkü dün aşina olduğunuz ocağın adının “Peygamber ocağı” olduğunu unuttuğunuzdan olsa gerek bu isyanınız.

Çanakkale’yi geçilmez kılan iradenin devamıdır bu ocak. Bugün ellerini açıp şühedaya yapılan duaya “Âmin” diyen ordu komutasını eleştiriyorsanız, kusura bakmayın, siz, Başkomutan Atatürk’e de karşısınız!

İlk Meclis’in nasıl açıldığına, öncesine, hemen yanı başındaki Hacı Bayram-ı Velî Camiî’ne uğranıldığından bîhaber olamazsınız.

Bu arada, ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’ün mâkâmında oturan son Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şehit cenazelerinde Aşr-ı Şerîf okuduğunu, aile efradı ya da dâvâ arkadaşlarıyla birlikte kıldığı vakit namazlarında zaman zaman imamlık yaptığını kaçırmış olabilirsinşz, onu da biz hatırlatalım.

“Lâiklik korunuyor!”

Yeri gelmişken, üç ayrı hâdiseyi de hatırlatalım.

İlki, 12 Eylül Darbesi’nin başaktörü olan Netekim Paşa’nın, Ramazan ayında dadaş diyarı Erzurum’da geçekleştirdiği mitingde, “Benim dedem eski bir müftüydü” ifadesinden sonra “seferî” olduğunu vurgulayarak vatandaşların gözü önünde su içmesiydi.

İkincisi, Refahyol hükûmetinin Başbakanı rahmetli Erbakan tarafından Başbakanlık konutunda Yüksek Askerî Şura komutanlarına verdiği yemekte misafirlere içecek olarak portakal suyu ikram edildiği sırada eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın “Ben rakı isterim” demesiydi. (Ki garsonun “Alkollü içki yok efendim” demesine aldırış etmeyen Güven Erkaya’ya, ısrarı üzerine gazete kâğıdıyla kapatılan bir kadeh rakı getirilir. Erkaya, kadehin etrafındaki gazete kâğıdını açar ve garsona, “Rakıya devam edeceğim, sen rakı şişesini servis masasına koy, kadehim boşaldıkça doldurursun” der. Yemeğe geçilmeden evvel medya mensupları içeri alınmış ve başlık da belirlenmiştir: “Lâiklik korunuyor!”)

Üçüncü ve sonuncusu, terminolojiye “kamusal alan” ifadesini kazandıran (!) 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, eşi Semra Sezer ile birlikte kafatası büyüklüğündeki şarap kadehlerini kamusal alanda tokuşturmasıydı.

O günleri gören Türkiye, bugünleri yaşıyor, çok görme Ataklı!

Zira siz iyi bir gazetecisiniz. Onlarca çırağınıza çerağ olacak bilgi, birikim ve tecrübeye sahipsiniz. Lütfen ziyan etmeyiniz! Zira beyhudedir isyana kapalı alanda yapılan protestolar.

O törende ne diyordu Diyanet İşleri Başkanı Erbaş? “Ezilenlerin ve gariplerin umudu necip milletimizi, kahraman askerlerimizi ve şanlı ordumuzu iki cihanda ebediyen aziz ve payidar eyle!” (Âmin.)