
İSLÂM dini, asırlardır
galiz küfür saldırılarına maruz kalıyor. Bu Asr-ı Saadet döneminde de böyleydi,
bugün de böyle.
Dünya
gündemine yerleşen, kundaklanan cami ve derneklere, hunharca katledilen, hatta
yakılan ve linç edilen masum Müslümanlara, yakılan Kur’ân-ı Kerîm hâdiselerine bakıldığında
durum hep aynıdır: “İslâmofobi”…
Hint
asıllı, Britanyalı-Amerikalı yazar Selman Rüşdi’den tutun, İsveçli aşırı sağcı
Rasmus Paludan’a kadar birçok sapkın ve İslâm düşmanı, Kur’ân-ı Kerîm yakarak
şiddet olaylarını körükleme eğilimine girdiler.
Kendi
ülkemizde ise imam-hatip okulu mezunlarına “sapık” yakıştırması yapan şarkıcı
Gülşen’den sonra, kendisi de Alevî olan Türk halk müziği sanatçısı Musa Eroğlu’nun
Hazreti Ali’ye (ra) yönelik çirkin ifadeler kullanmasını, Vatan Partisi lideri Doğu
Perinçek’in “Biz Hazreti Muhammed’den çok
ileri bir noktadayız. O bir yılda ancak 40 kişi olurken, biz 40 bin kişiye
ulaştık” ifadesi takip etti.
Bitti
mi? Elbette hayır! Yaptığı işten dolayı kendisine rütbe veren vatandaşın
inancına küfretmeyi, müstehzi bir tavırla kahkaha atmayı ve attırmayı meziyet
zanneden sözüm ona sanatçılar, siyasetçiler ve gazeteciler, olsa olsa ancak “şaklaban”
olurlar. Adı geçenlerin tamamı için olmasa da, bazılarına gönül vermesek de
kulak vermişliğimiz olmuştu. Bu talihsiz açıklamaları ayık kafayla yapıp
yapmadıklarını bilmemekle birlikte -ki bizi ilgilendirmez-, vahim bir sonucu
doğuran, birlik ve beraberliğimize sıkılan kör bir kurşun olarak görüyorum.
Oysa gündeme tutunmak istemeyecek bir üne sahip olan bu isimler, ihtiyaçları
olmadığı hâlde bu mecrada, hem de inanç gibi çok hassas bir mevzuda söz
söylemelerini öncelikle yaptıkları işle ters orantılı olduğunu hatırlatmak
isterim.
Peygamber
ocağına uzanan dil
Kendilerine
feraset dileyerek yeni bir hâdisenin ilk paragrafını kuruyorum…
Yılların
deneyimli gazetecisi Can Ataklı da ne yazık ki bu kervana katılarak kendisini
takip eden hayranlarını inkisar-ı hayâle uğrattı.
Daha
önce Millî Savunma Üniversitesi kürsüsünde dua eden teğmenden rahatsız olan Can
Ataklı, bu sefer de kendi Youtube kanalında, geçtiğimiz “30 Ağustos Zafer Bayramı
kutlamaları” için skandal cümleler kurdu:
“30 Ağustos
Kur’ân-ı Kerîm’le kutlanıyor artık. Ordu komutasının elleri havada! Kimse
kızmasın, darılmasın arkadaş, ne oluyor ya? Olmaz! Bir devlet düzeni
içindeyseniz bunu yapamazsınız. Siz bütün orduyu İslâm’ın kılıcına, cihat
ordusuna çevirdiniz. Olur mu lan böyle bir şey!”
Evet,
aynen bu cümleleri kullandı Ataklı.
Sayın
Ataklı, hani soruyorsun ya “Olur mu lan böyle bir şey?” diye, üzülerek
belirtmeliyim ki, vallahi oldu be böyle bir şey!
Çünkü
dün aşina olduğunuz ocağın adının “Peygamber ocağı” olduğunu unuttuğunuzdan
olsa gerek bu isyanınız.
Çanakkale’yi
geçilmez kılan iradenin devamıdır bu ocak. Bugün ellerini açıp şühedaya yapılan
duaya “Âmin” diyen ordu komutasını eleştiriyorsanız, kusura bakmayın, siz, Başkomutan
Atatürk’e de karşısınız!
İlk
Meclis’in nasıl açıldığına, öncesine, hemen yanı başındaki Hacı Bayram-ı Velî
Camiî’ne uğranıldığından bîhaber olamazsınız.
Bu
arada, ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’ün mâkâmında oturan son Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın şehit cenazelerinde Aşr-ı Şerîf okuduğunu, aile efradı ya da dâvâ
arkadaşlarıyla birlikte kıldığı vakit namazlarında zaman zaman imamlık
yaptığını kaçırmış olabilirsinşz, onu da biz hatırlatalım.
“Lâiklik
korunuyor!”
Yeri
gelmişken, üç ayrı hâdiseyi de hatırlatalım.
İlki,
12 Eylül Darbesi’nin başaktörü olan Netekim Paşa’nın, Ramazan ayında dadaş
diyarı Erzurum’da geçekleştirdiği mitingde, “Benim
dedem eski bir müftüydü” ifadesinden sonra “seferî” olduğunu vurgulayarak
vatandaşların gözü önünde su içmesiydi.
İkincisi,
Refahyol hükûmetinin Başbakanı rahmetli Erbakan tarafından Başbakanlık
konutunda Yüksek Askerî Şura komutanlarına verdiği yemekte misafirlere içecek
olarak portakal suyu ikram edildiği sırada eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven
Erkaya’nın “Ben rakı isterim” demesiydi. (Ki garsonun “Alkollü içki yok
efendim” demesine aldırış etmeyen Güven Erkaya’ya, ısrarı üzerine gazete
kâğıdıyla kapatılan bir kadeh rakı getirilir. Erkaya, kadehin etrafındaki
gazete kâğıdını açar ve garsona, “Rakıya devam edeceğim, sen rakı şişesini
servis masasına koy, kadehim boşaldıkça doldurursun” der. Yemeğe geçilmeden
evvel medya mensupları içeri alınmış ve başlık da belirlenmiştir: “Lâiklik
korunuyor!”)
Üçüncü
ve sonuncusu, terminolojiye “kamusal alan” ifadesini kazandıran (!) 10’uncu
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, eşi Semra Sezer ile birlikte kafatası büyüklüğündeki
şarap kadehlerini kamusal alanda tokuşturmasıydı.
O
günleri gören Türkiye, bugünleri yaşıyor, çok görme Ataklı!
Zira
siz iyi bir gazetecisiniz. Onlarca çırağınıza çerağ olacak bilgi, birikim ve
tecrübeye sahipsiniz. Lütfen ziyan etmeyiniz! Zira beyhudedir isyana kapalı
alanda yapılan protestolar.
O
törende ne diyordu Diyanet İşleri Başkanı Erbaş? “Ezilenlerin ve gariplerin umudu necip milletimizi, kahraman
askerlerimizi ve şanlı ordumuzu iki cihanda ebediyen aziz ve payidar eyle!”
(Âmin.)