“Vaktin nabzını tutmak” mı dediniz? Nasıl?

Bir sonbaharın eşiğinde ölümün önsözünü okutuyor açlığımız. Ve ömrümüzün her demine dokunuyor Ramazan, her yaşımızda farklı zaman dilimlerinde soluyoruz nefis terbiyesiyle hayatı. Kamerî bu seyir, bizleri tekrardan koruyor. Çünkü tekrar, âdemoğlunun varlık gayesini öldürüyor!

TÜM dünya Müslümanları gökyüzünden bir müjde bekliyor, Ramazan-ı Şerif’in başladığını haber eyleyen hilâli gözlüyorlar. Her ne kadar bütün insanlığa Hıristiyan dünya tarafından dikte ettirilen Milâdî takvim ile yol alıyor olsak da bu mübârek ayın hürmetine göklerden bir müjde, bir haber gözlüyor İslâm âlemi.

Ezberci Batı dünyası, diğer tabir ile Hıristiyanlar ve Yahudiler, dünya menfaatleri ve çıkarları doğrultusunda âdemoğlunun kâinat ile bağını kopararak her şeyi formülize ettiği gibi zamanı da takvim üzerinde sabitledi.

Dinler ve insan ruhu üzerinde oluşturdukları tahrifatın bir mahareti olarak tarihte “Milât’tan önce” (MÖ) ve “Milât’tan sonra” (MS) gibi işlemle zamanı markalaştırarak kendi zihin dünyalarına göre ipoteklediler.

Böylece haczedilen kamerî takvimimiz değildi sadece. İlâhî Vahiy ile müjdelenen hakikat yolculuğumuzdaki hikmetler de haczedildi.

Dünya kendi ekseninde döner, güneş ile vals eylermiş, gökyüzünü tezyin eden diğer gezegenler ile aralarında bir bağ varmış veya Ay, Güneş ile ilişkisinde ibretli bir alışverişi gerçekleştirip biz dünyalılara çok şey anlatırmış, gökyüzünde cereyan eden her bir devinim insan ruhunu etkilermiş ve gece ile gündüz, aylar ile mevsimler bize “İkra” emrinin mahiyetinden söz edermiş, kime ne?

Bütün bunlarla gayrimüslimlerin “üst aklı” (!) ilgilenmeli, ahali kendi varlık sebebini ve Yaratıcısının kendine sunduğu ruh sağlığı prospektüsünden ve varoluş menkıbesinden bîhaber koyunlaşmalıymış ki menfaatperest uygulamalarda kullanıldığını anlayamasın, özgürleşemesin, varlığının ehemmiyetini biricik olmaktan çıkarıp sürüleştirildiğinin farkına varamasın, velhâsıl dünyaperest Evanjelist ve Siyonist çobanlar(!), tüm insanlığı hipnotize etmişçesine yönetebilsin ve iç dünyalarımızın huzurunu dolaylı biçimde tahrif edebilsin diye gök kubbeyle bağımız koparılıp kamerî zaman bilincinin yerine zaman tasarrufumuzu Miâadi takvim ile yönettiler.

Sadece gayrimüslim tahakkümü ile olmadı bütün bunlar, İslâm âlemi Allah’ın rızası ile profesyonelliği karıştırıp aralarında ne profesyonelce başarılı bir entegrasyon sağlayabildi, ne de Vahy-i İlâhi’ye tam teslim olabildi. Her şart ve durumu kapsayan zamanın kâinattan kopuk ve tekrardan mülhem biçimde sabitlenmesine izin verildi.

Bu sebeple “göklerin öğrencisi olmak”tan vazgeçince “yeryüzünün öğretmeni olma” hakkından dolaylı olarak feragat ederek bu yetkiyi Batı/la teslim etmenin neticesine de razı olundu.

Hâl bu iken, vaktin nabzını nasıl tutacağız? 

Sözünü ettiğimiz vaktin ayarları ruhumuzun ayarlarıyla uyumlu mu?

Hangi şartlarla hangi damara dokunarak nabız sayacağız?  

***

Hâlbuki âdemoğlunun dünyevî-uhrevî saadetini tesis etmek için göklerden indirilmiş İlâhî Vahiyde iman edenler için zaman belirleyici ölçüler sunulmuştu. Yunus Sûresi’nin beşinci ayet-i kerimesinde, “Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya bir takım) menziller takdir eden O'dur” buyuruluyor.

Bakara Sûresi’nin 185’inci ayetinde, “Sana yeni doğan ayları sorarlar de ki o, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir” beyanıyla ibadetlerin zaman ve kâinat ile bağına dikkat çekiyordu Rabbimiz.

Ve Allah Resulü, ümmetine, “Hilâli görmedikçe oruç tutmayın. Onu görmedikçe bayram da yapmayın” ifadeleriyle gözlerimizi göğe çevirmemize ve kâinatın dilini takvim edinmemize dikkat çekiyordu.

Görüldüğü gibi, ayet-i kerime ve hadis-i şerifler bize “kamer”i zaman belirleyici bir ölçüt olarak işaret ediyor. Âlemlerin Rabbi, bize ibadetlerimizi vakte ölçüt olan ayın hareketiyle tanzim etmemizi istiyor. Ve Rabbimiz ibadetlerimizin vaktini hiçbir zaman değişmeyen (vahye sadık kalınsaydı Rabbimizin olabilecek yanılgıları merhameti ile bağışlaması muhtemel) hilâlin yolunu gözleyerek belirlememizi istiyor.

Kameri gözlediğimiz bir bu mübârek ay kaldı. Bir bu zaman dilimi geziyor ömrümüzün her demini, her mevsimini onar günlük seyr ile...

Bir bahar oluyor, kâinat neşvünema buluyor, toprak kokusuna karışıyor iftarlarımız.

Bir yaz oluyor, güneşin kollarında deneniyor sabrımız.

Bir kış oluyor, sıcak ekmek kokusuyla çoğalıyor manevî hazzımız.

Bir sonbaharın eşiğinde ölümün önsözünü okutuyor açlığımız. Ve ömrümüzün her demine dokunuyor Ramazan, her yaşımızda farklı zaman dilimlerinde soluyoruz nefis terbiyesiyle hayatı. Kamerî bu seyir, bizleri tekrardan koruyor. Çünkü tekrar, âdemoğlunun varlık gayesini öldürüyor!

Ömürlerimizi 32 yıllık fasılalarla en az iki kere (genel olarak) ziyaret eden, bir yılın her vaktinin tadını ikram eden şehr-i Ramazan, ruhlarımıza hoş gelsin, hoşnutluklar getirsin inşallah!

Kalplerimiz Vahy-i İlâhîye sadık, aklımız kalbimiz ve bedenimiz kâinat ile mutabık olsun!