UZUN bir ömrümüz
olsun. Önceliklerimizin bizi diğerlerinden farklı kıldığı bir bakış açımız ve
kendi yaşantımızı bir başkasının görüşleriyle değil, kendi özgür düşüncemizle
şekillendirdiğimiz bir ömür...
Ömür…
Kimi zaman bu iki hecenin ardına birçok şey sığdırılır, kimi zaman da ardına
dönüp bakıldığında elde bir şey olmamasından yakınılır.
Tüketiyoruz
aldığımız nefesi. Modern yaşam bize, dünyaya ne için geldiğimizi unutturdu. Baş
döndüren teknik buluşlar, beşerî muhabbetten zerre nasip almayan sosyal medya
iletişimi, yüz yüze bakarak konuşmayı unutturan akıllı telefonlar ve bizi
bizden alan, içerisinde zamanın nasıl geçtiğini hissettirmeyecek muhteviyatta
inşa edilen alışveriş merkezlerimiz (AVM’ler)…
İlginçtir,
büyük şehirlerde birbiri ardına açılan alışveriş merkezleri (AVM) artık toplum
tarafından alışverişten ziyade “vakit geçirme alanları” olarak kullanılıyorlar.
AVM dizaynı öyle göz kamaştırıcı yapıya sahip ki kışın soğuktan, yazın sıcaktan
bunalan insanlar soluğu AVM’lerde alıyorlar. Dikkat edilmesi gereken bir başka
durum da AVM’lerde gün ışığı geçirecek pencere ve sair bir sistemin olmayışı…
Bunun sebebi, içeriye girdikten sonra her bireyi sadece alışverişe ya da
tüketime motive ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamamasını sağlamak olsa
gerek. Belki de yaşamımızın en aktif zamanlarını sadece fiziksel olarak dışa
vurmaya çalıştıran AVM vitrinlerine dalıp giderken mutlu olmak gibi yüce bir
hazzı sadece tüketerek almaya çalışıyoruz. Fakat bu yüzden ortaya “özenti”
dediğimiz durum çıkar ki bu, başlı başına gösterişten ibarettir.
Tüketiyoruz
ömrü. Samimiyetsizlik ve gösteriş başlıca karakteristik özelliğimiz oldu. Kimse
bir şey öğrenme çabasında değil. İlginçtir, herkes her şeyi çok iyi
biliyor(muş) gibi yapıyor ve herkes, kimseye muhtaç olmayacak kadar kendini
yalnızlaştırıyor. Bilgiyi artık kaynağından değil, arama motorlarından 0,33
saniyede elde ettiğimiz şu dönemlerde herkes “bilen kişi”; fakat kimse gittikçe
artan “bilgi kirliliği”nin farkında değil.
“Bilgi
kirliliği” kavramı tam da şu modern çağlarda sosyal medya vb. aracılığıyla elde
ettiğimiz, kaynağı belli olmayan ve insanlara hazırı elde etmenin mutluluğuyla
bilinçsiz bilinçlerimize verilen bir afyon gibi sarıyor zihnimizi. Her okunan
doğruymuş gibi, her görülen gerçek gibi, hatta gerçekten öte gibi bilinçaltı
söylemler artıyor günden güne. İnsanlar günlük beş sayfa kitap okumayı yük
sayarlarken, üzücüdür, her yaş grubundan bireylerin telefonla geçirdiği saatler
hiç gözlerine batmıyor ve en kötüsü de şu ki, toplum olarak bizler de buna
alışıyoruz.
Böyle
bir ömür ellerimizden giderken bu iletişim çağına, muhteşemliğinin bizden
götürdüklerini göremiyoruz. Artık gelecek nesillere aileler kendilerinden bir
şeyler vermek yerine, onları kendi elleriyle bu ortama sürükleyecek tablet veya
bilgisayarları önlerine verdiklerinde daha ileri olacaklarını zannediyorlar.
9-15
yaş grubu nesil, artık sokakta vakit geçirme isteğini bastırarak saatlerce
internet ortamında vakit geçiriyor. Yaşamlarının en güzel ve en verimli
çağlarını aile gözetiminde böyle mahvedilebiliyor yeni nesil. Hâlbuki ne güzel ifade
etmişti Üstad Necip Fazıl Kısakürek, “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı
bir gençlik...” diyerek!
İşte tam da bu şuurda bir nesil oluşturmak için
önceliklerimiz edep, ahlâk, iman ve ilimden yana olmalı! Aksi hâlde gençlik,
popüler kültürün kuklası olmaktan vazgeçmeyecektir.
Velhâsılıkelâm,
uzun bir ömrümüz olması için uzun yaşamak değil, yaşantımızın dolu dolu geçmesi
yeterli. Yaşantımızın her saniyesinden ders çıkararak geleceğimize şekil
vermeliyiz. Unutmamalıyız ki, boşa geçirdiğimiz her dakikanın hesabını
vereceğiz. İsmet Özel, tam da bu noktaya derin dokunur ve der ki, “Vereceği
hesabı düşünen kişi, yaşadığı dakikaların değerini bilir”. Bizler de bu düşünce
üzere bir yaşam geçirmeliyiz.
“Nasip”
demek, hayatımızın en güzel ihtimâli; her durumda şükredecek olgun bir kulluk
bilincimiz olsun. Hayatımızın bir dönemine tekabül eden öğrencilik süreci, normal
yaşantımızda da baki olsun. Sosyal medyada samimiyetten uzak sanatlı
söyleyişleri okumak yerine, günlük -hiç değilse- üç sayfa kadar kitap okumamız
olsun.
Uzun
bir ömrümüz olsun. Ömrümüzün süsü dünyevî zevkler değil, hayâ, iman ve ilim
olsun. Okuyalım, algılayalım, anlayalım ve aktaralım. Öğrenme ve bilmenin
şuuruna varalım. Öğrendiklerimizi tarafsızca aktararak yeni fikirlerin
oluşmasına zemin oluşturalım. Ömrümüzü ilimle süslerken, yaşamın sadece kuru
nefes alıp vermeden ibaret olmadığını kendimiz, bizatihî yaşayarak göreceğiz.