Uzlet psikolojisi

İnsanların zaman zaman gönül dünyasına yönelmeye ihtiyacı vardır. Uzlet, bu yolculuğu gerçekleştirmek için bir fırsat sunar. İnsanın kendini dinlemeye ve anlamaya yönelik gayretkeşliğindeki amaç, kendi gönlüyle halvette olması ve kendisiyle halvete girmesi olmalıdır. Aslında bunun için öyle uzaklarda bir yer aramaya da gerek yoktur. Uzlete kendi içimizde de çekilebiliriz. Bu durumda vicdanımız, uzlet konağımız olmalıdır.

“YALNIZ, tek başına kalma” anlamına gelen uzlet, kişinin, kendisiyle baş başa kalarak, bir nevi kendini gözden geçirme çabası, kendi gönül evine doğru yönelmesi ve kendini hesaba çekmesidir. Uzlet; kendine gelme, yenilenme, enerji toplama ve daha aktif daha bilinçli olarak hareket etme gayretidir.

Tasavvufta uzlet, “günaha girmemek, daha çok ve daha ihlaslı ibadet etmek için toplumdan ayrılıp ıssız ve kimsesiz yerlere çekilmek, tek başına yaşamak”[i] anlamına gelir. Tasavvuf disiplininde buna “halvet” de denir. İnsanın kalbini her şeyden temizleyerek yerine sadece Allah sevgisini koymasıdır.[ii]

İnsanın psiko-sosyal bir yapısı vardır. Karşılaştığı sosyal olaylar, insanın psikolojik durumunu az veya çok etkiler. Örneğin gürültü, ısı, ışık ve mekân, insanın psikolojik yapısını etkileyen dış uyarıcılardır. Bu uyarıcılar, insanın kendi kendisiyle baş başa kalmasını, derin düşünmesini ve kendi gönül evine doğru yönelmesini engeller. Uzletle insan bu engellerden kurtulur. Yani çevredeki gürültülerden olumsuz etkilenen insan, sakin bir yer bulup dinlenmek, kendine gelmek ister. Bu, aslında kirli ortamdan (gürültü) uzaklaşarak temiz bir ortam arayışından başka bir şey değildir.

Pis derelerin yolunu kesmek

Uzlete çekilme meşgaleyi azaltır, insanın göz ve kulağını uyarıcılardan korur. Zira göz ve kulak, kalbe giden yollardır. Kalp ise bir havuza benzer. Beş hassa ırmaklarından oraya pis ve bulanık mikroplu sular dökülür. Uzletten maksat, “Kalbi o pis sulardan ve bunlardan meydana gelen çamurlardan temizlemektir ki bu sayede havuzun ana kaynağı temiz, berrak ve pak suyunu akıtsın da kalp havuzu bu temiz su ile dolsun” şeklindedir. “Pis suyu akıtan derelerin havuza akan yolları açıkken havuzu temizlemek nasıl mümkün olur? Her an yeni bir pis su havuzu doldurur. O halde ilk önce o pis derelerin yolunu kesmek lazımdır”[iii] der Gazali (1058-1123).

İnsanda, yaratılıştaki kirlenmemiş o saf, temiz öze, “fıtrata” [iv] dönme özlemi vardır. Günlük meşgaleler bu öze ulaşmayı engeller. Günlük meşgaleler, öz ile kabuk arasına perdeler halinde girmiştir. Aslında modern toplum insanları, eskilere nazaran bu öze dönüşe daha çok ihtiyaç duyar. Meşguliyetleri o kadar artmıştır ki kendi kendileriyle baş başa kalma fırsatı pek bulamazlar. Dolayısıyla insanlar, zaman zaman uzlete çekilmeyi arzu ederler. Uzlette kişi, kendini ve çevresindeki olayları, tanrıya karşı görevlerini gözden geçirme fırsatı bulur. “Ben neyim, ne yapabilirim, benim için neler değerli, hayatta ne istiyorum?” gibi soruların cevabını insan, uzlet sırasında daha net yakalayabilir. Böylece insan, gerçek benliği ile ideal benliğini de fark etmiş olur.

Arayış

Tarihe bakıldığında, uzlete çekilme özellikle peygamberlerde ve tasavvuf erbabında önemli bir kazanıma altyapı olması için başvurulan bir yoldur. Yani uzlet, dinlerde ruhen ve bedenen dinginliğe ulaşmak ve manevi kazanımlar elde etmek için başvurulan bir yöntemdir. Örneğin Hazreti Muhammed’in elçilik öncesi -ilahî boyutu bir tarafa- zaman zaman Hira mağarasına giderek uzlete çekilmesi ve hadis kaynaklarında nakledildiğine göre Medine’ye hicretten sonra her yıl Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmesi[v] dikkat çekicidir. Bu bağlamda Hazreti Musa’nın Tur dağında kalması da önemlidir.

Uzlet için bir mağara, bir mahzen veya tenha bir camii köşesi seçilmesi, mekânın önemini de ortaya koyar. Aslında zaman ve mekân, insan psikolojisini etkileyen önemli iki unsurdur. Örneğin, rahatsızlık veren unsurlardan uzak bir yerde, insan kendini daha huzurlu ve dinç hisseder. Diğer yandan insan, yeme ve içmesini de disiplin altına alır. Dolayısıyla istek ve arzular da kontrol altına alınmış olur. Kısacası insan, nefsine hâkim olur.

Uzlette insan, yapmayı düşündüğü işe konsantre olur ve zihnî altyapısını kurgular. Çünkü insan, uzlete çekilerek olaylara tefekkür penceresinden bakma ve bir amaca yoğunlaşma fırsatını bulur, kendini tazeler ve yeni bir güç elde eder ve özle kabuk arasındaki engelleri kaldırarak psiko-sosyal olayların iç dünyasına nasıl yansıdığını fark eder. İnsan, uzlet sonrası kendini daha dingin, daha enerjik ve hayat dolu hisseder.

Vicdan: Uzlet konağı

Konuya ibadet noktasından bakan kimi İslam bilginleri uzlet konusunda bazı uyarılarda bulunurlar. Örneğin, ilk dönem mutasavvıflardan Ebu Abdullah Hâris b. Esed el-Anezî (781-854), bazı kimselerin, uzlete çekilerek insanların bu yönlerini anlatmasından hoşlandığını, onların bununla kibirlenip böbürlendiğini ve kendilerini Allah’a yakın saydıklarını[vi] belirtir. Hâris el-Muhâsibi de bunun bir aldanma olabileceğini ifade eder. İmam Gazali de halvetin faydalarını saymakla birlikte şöyle bir uyarıda da bulunur: “Uzlette, insanlar arasındayken elde edilebilecek her şeyden mahrumiyet vardır.”[vii]

Uzlete herkes ihtiyaç duymaz. Örneğin bir çocuğun, amaçsız bir kimsenin veya ilmî, kültürel bir birikimi olmayan birinin uzlete girmesi çok anlamlı değildir. Bu bağlamda uzlet, herkes için lüzumlu değildir. Sürekli uzlet halinde olmak da doğru değildir. Süreyi belli zaman aralığı ile sınırlandırmak gerekir.

İnsanların zaman zaman gönül dünyasına yönelmeye ihtiyacı vardır. Uzlet, bu yolculuğu gerçekleştirmek için bir fırsat sunar. İnsanın kendini dinlemeye ve anlamaya yönelik gayretkeşliğindeki amaç, kendi gönlüyle halvette olması ve kendisiyle halvete girmesi olmalıdır. Aslında bunun için öyle uzaklarda bir yer aramaya da gerek yoktur. Uzlete kendi içimizde de çekilebiliriz. Bu durumda vicdanımız, uzlet konağımız olmalıdır.

Günümüz insanının, modern hayatın kazanımlarını bir tarafa bırakarak sessiz bir koyda, bir göl kenarında veya bir kır evinde dinlenme isteği de farkında olmadan bir uzlet arayışı değil midir?

 

-----------------------------------

Kaynakça

Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul, 1991.

Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marifet Yayınları, (3. Baskı), İstanbul, 1990.

Hâris el-Muhâsibi, (Er-Riâye), Nefis Muhasebesinin Temelleri, (Çev. Şahin Filiz-Hülya Küçük), (4. Baskı), İnsan Yayınları, İstanbul, 2011.

İmâm Gazâli, İyâu’ulûmi’d-din, (Terc. Ahmet Serdaroğlu), C 3, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1977.

Feriha Baymur, Genel Psikoloji, İnkılâp Kitapevi, (9. Baskı), İstanbul, 1990.


[i] Süleyman Uludağ, Tasavvuf terimleri Sözlüğü, s. 498.

[ii] Bkz. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tariikatler, Marifet Yayınları, s. 156.

[iii] İmam Gazâli, İyâu’ulûmi’d-din, (Trc. Ahmet Serdaroğlu), C 3, s.174.

[iv]Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran: (ki,) Allah'ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin: bu, sahih (bir) din(in gayesi) dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.” (Rum suresi, 30. ayet.)

[v] Buhari, İtikâf 3; Müslim, Hayız, 6; Timizi, Savm, 80.

[vi] Hâris el-Muhâsibi, (Er-Riâye), Nefis Muhasebesinin Temelleri, (Çev. Şahin Filiz-Hülya Küçük), s. 540.

[vii] İmam Gazâli, İyâu’ulûmi’d-din, (Terc. Ahmet Serdaroğlu), C 2, s. 602.