YAYILDIĞI Çin hâriç dünya
ülkelerinin virüsle, Azerbaycan’ın ise Dağlık Karabağ’ı işgal eden Ermenistan
ile mücadele ettiği bugünlerde, ABD öncülüğünde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)
ile İsrail’in yakınlaşmasına şâhitlik ediyoruz. Ediyoruz da, bunun altında
yatan nedenleri merak etmiyor değiliz.
Hatırlanacağı
üzere, ilişkilerin normalleştirilmesi için Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri
ve İsrail, 15 Eylül 2020 tarihinde Washington’da bir araya geldiler.
İki
hafta sonra başkanlık seçimlerine katılacak olan Trump’un o toplantıda yaptığı
konuşma kulaklarımızda çınlamaya devam ediyor: “Tarihin seyrini değiştirmek üzere buradayız. On yıllar süren bölünme
ve çatışmalar sonrasında yeni bir Orta Doğu’nun şafağındayız.”
O
gün Washington’da görüşmeler devam ederken, Mısır ve Ürdün’den sonra İsrail ile
barış imzalayan BAE ve Bahreyn bayrakları ile ABD ve İsrail bayrakları, İsrail’in
Netanya şehrinde yan yana asılarak anlaşmadan duyulan memnuniyet dile
getirilmişti.
Bu
anlaşmanın üzerinden henüz on beş gün geçmişti ki ABD, İsrail ve BAE üçlüsü, hiç
de alışık olmadığımız şekilde, “Filistin halkının karşı karşıya olduğu enerji
sorunlarına karşı enerji kaynaklarını, teknolojileri ve altyapıyı geliştirmek
için çözüm üretme” bahanesiyle 2 Ekim 2020 tarihinde “daha fazla yenilik ve
refaha yol açacak enerji” alanında ortak bir strateji geliştirmek üzere bir
araya geldi.
Washington,
Abu Dabi ve Tel Aviv yakınlaşması “yenilenebilir enerji, petrol, doğal gaz
kaynakları ve tuzdan arındırma teknolojileri” başlıklarında koordinasyon
sağlamayı amaçlıyordu.
“Bal
tutan parmağını yalar”
BAE’nin
yıldızının bu denli parlamasının altında yatan etkenlere göz gezdirdiğimizde, hem
askerî güç, hem de ticâret yapılacak bir tatil ülkesi olarak yükselişe geçmiş
olduğunu görürüz.
Gördüğümüz
bir başka gerçek daha var: ABD’nin, bahsi geçen stratejik anlaşmalara önayak
olmasının kaymağını, İran’la sorun yaşayan, Libya’da Hafter’i destekleyen BAE'ye
gelişmiş silahları satarken fazlasıyla almış olacağı...
Bizi
yazmaya iten sebep ise, ortak strateji üreticilerinin (!) önceki gün yine ABD
önderliğinde Tel Aviv’de bir araya gelmeleri ve İsrail ile BAE’nin vize
muafiyeti konusunda anlaşmalarıydı.
Bu
anlaşma, ilişkilerin normalleştirmesinden sonra beklenen bir sonuçtu ve belli
ki benzer anlaşmalar, hâleye dâhil edilecek yeni ülkelerle yapılmaya devam
edilecek.
BAE
ve ABD’li yetkilileri taşıyan uçak Abu Dabi’den havalanarak Tel Aviv’e indiğinde,
onları bugünlerde protestocuların hedefinde olan Başbakan Netanyahu karşıladı
ve törende yaptığı konuşmada, “ABD’nin
desteği olmasa bugün burada olamazdık! Abu Dabi ile varılan ilişkileri
normalleştirme anlaşması dolayısıyla ABD Başkanı Donald Trump ve BAE Veliaht
Prensi Muhammed bin Zayed’e teşekkür ediyoruz” dedi.
Anlaşmada
vize muafiyeti, havacılık, ekonomik iş birliği ve yatırımların korunması başlıklarında
4 ayrı maddeye imza atıldı.
Böylece
İsrail, ABD’nin kanatları altında girdiği her anlaşmadan kazançlı çıkarken, ilk
kez bir Arap ülkesiyle vize muafiyeti hususunda anlaşmış oldu.
Anlaşmayı
ilginç kılan başka bir hâdise de, merkezi Kudüs’te olacak olan 3 milyar dolar
sermayeli Abraham Kalkınma Fonu’nun kurulmasıydı. Orta Doğu bölge ülkelerinde
yaşayan Hıristiyan, Yahudi ve Müslümanlar için yeni iş fırsatları oluşturacak
projelerin uygulamaya konulacağı fon tanıtıldı.
Görünen
o ki, ABD, çıkarları uğruna her yeni gün, müttefik ve düşman listesini
güncellemekle meşgul.
Orta
Doğu dengeleri açısından bir hayli büyük öneme sahip bu hâdiseler
gerçekleşirken, sıcak denizlerin ötesinde yer alan Arap yarımadasında da Türkiye
karşıtlığı gittikçe alevlenmekte…
Boykotun
nedeni, Libya ve Katar’a yakınlaşmamız değil elbet. Bundan duyduğu rahatsızlığı
her fırsatta alenen dile getiren Suudi Arabistan, 2 Ekim 2018 günü İstanbul’daki
Suudi Arabistan Başkonsolosluğunda gerçekleşen Kaşıkçı cinâyetini örtbas etmek
için kara propaganda yaparak Türk mallarını boykot ediyor.
“Kaşıkçı”
demişken, hunharca katledilen Suudi gazetecinin nişanlısı Hatice Cengiz’in,
önceki gün Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman hakkında Kaşıkçı cinâyetinin
azmettiricisi olduğu suçlamasıyla ABD’de hak arayışına girdiğini hatırlatmakta
fayda var.
Zorlu
bir parkurda siyâset yapmaya sürüklenen Türkiye’nin, yürüttüğü siyâset kadar,
yürüteceği siyâset de bir o kadar mühim!