Uygar kölelik

Amacımız, insanı sömürmek yerine onun ihtiyacını karşılamaktır. Adalet adına, tarafımızdan yatırım yapılacaksa bilime yapılmalı, onu sahiplenmeli. “Üretim” dediğimiz olguyu mevcut standartlarımızda, insanı maddî/manevî şahıs görerek üst seviyeye çıkartmalı. Okumalı, okutmalıyız. İnsan yetiştirmeliyiz!

DÜNYA yaşlandıkça üzerinde tuhaf gelişmelere şahit olmaya başladık. 21’inci yüzyılın ışık kaynağı bilim ve teknoloji oldu. İnsanlar olağanüstü çabalarıyla akla gelmeyen projeler tasarlıyor ve bunları hayata geçirmekte geç kalmıyorlar. Tuhaf olansa, filmlerde seyrederek şaşırdığımız bu kurgular konusunda kaygılı, isteksiz ve alâkasız oluşumuz. Peki, neden?

Zinciri onarmaya baştan başlamak gerek. İnsan, ruhu olan bir varlık. Bir insana istemediği şeyi en fazla ne kadar yaptırabilirsiniz? İsyan edecektir mecbur kalmadığı sürece. Devletlerin ekonomik ve sair rejimleri alıştırma politikasında çoğu zaman bu zorlama yolunu güttüklerini görüyoruz. Fakat bunun doğru olup olmadığı bir soru işareti oluşturuyor. Bilhassa eğitimde tartışılması gereken bir konudur bu. İnsanın ruhunu hapsederseniz, ruh büzüşür. İnsan mutsuzlaşır. Ama başarılı izlenirse, insan aynı zamanda ele geçirilir…

Sosyalist yapı, aile kurumunun korunma davranışını eleştirir. İnsanların çoğalmasını fabrika üretiminden farksız gören Engels, onu doğrudan doğruya hayatın reprodüksiyonu olarak kabul eder. Marx ise aile kurumunun ortadan kalkmasının, insanın sosyal mânâda tamamen olgunlaşmasını sağlayacağını söylemektedir. Sosyalist devlet insana birey değil de toplumun bir ferdi olarak baktığından, onun tamamen kendi emellerine hizmet etmesi için insanın arzularını bir kenara bırakmasını, aslında ruhunu yok etmesini ister. Aile kurumunda kişiler birbirlerine apaçık bağlıdır, o ise bunu eleştirir.

Uygar toplum yapısını kazanan çoğu ülkede ailelerin bozulmaya mahkûm olduğunu fark ediyoruz. Sonuç ne mi oluyor? Ülke harikulâde bir kalkınma gösteriyor. İnsanlar arılar gibi vızır vızır çalışırken ebeveynler çocuklarını iki yaşlarından itibaren eğitim kurumlarına emanet ediyorlar. Sosyal insan dışarıda para sayarken fonksiyonlarını kaybetmese de üslûbunu yok ediyor. Hiç var olmayan aileler de binaenaleyh kayıplara karışıyor. Anlayacağınız, insanı üstün yetenekli bir hayvan olarak gören sosyal devlet, onun topluma yararlı, benliğine ise zararlı olmasını istiyor.

Bu durumda sorgulanması gereken, “Birey mi devlet için yahut “devlet mi millet için vardır?” hususudur. İnsanı Hamster türü bir fare kılığında bir dinamonun üzerinde devamlı koşturarak enerjisini sağlayan bu ekonomik düzen, onu ruhundan mahrum bıraktığı için böyle bir güce sahip.

Uygarlık ve kültür birbirine tezat iki olgudur. Uygarlığıyla ön plâna çıkmış ülke, kültürünü kaybeder. Evet, eğer yalnızca ürettiğini tüketici ve otoriteye bağnaz bir toplum yetiştirmek istiyorsanız, buyurun, etik değerlerinizi yok edin. Kültür, sanat, ahlâk ve inancı barındırır. Bunları yok ettiğinizdeyse geriye kalan uygarlık olacaktır: Bilim ve teknik ve bilhassa devlet…

İnsanların nefsî arzularını yok ederseniz, herkes devlete ve bilime hizmet edecektir. Ancak elinizdeki yalnızca bilgi, para ve iktidar, nihayetinde ise ölüm olacaktır. Bu, Türklere tamamen zıt, soğuk ve katı bir toplum portresi çiziyor. İnsanların mutsuz ve acımasız olduğu bir toplum. Tarihte Eski Roma’nın kölelere, barbarlara nazaran çok daha zalim davranması, fazlasıyla uygar bir toplum oluşunun netîcesidir. Uygar toplum, aydınlığı ele geçirmeye çalışan karanlık toplumdur.

Uygarlığın potansiyel gücünü kullanarak olağanüstü gelişmeler kaydedenler, bilimi ele geçirirlerse? Tüm çabalarında amaç, ebedî servet ve dünyevî saadettir. Türk toplumu bu hegemonyaya girerse sömürülecektir. Silahlar bizlere çevrilir ve kaybeden bizler oluruz!

Yahudiliğin maddiyatı ve Hıristiyanlığın maneviyatının aşırılığına bir doğru ve orta yol olarak gelen İslâm, problemin çözüm yolu olmalıdır. İlmin ve dinin, tekniğin ve sanatın, manevî değerlerin ve mantıkların, ahlâkın ve stratejinin, uygarlığın ve kültürün ortasındadır İslâm. O, bireyin iradesine inanır, onu “mükemmel hayvan” yerine “eşref-i mahlûkat” olarak tanımlar. Bu yüzden çağın tartışılmaz mutlak gücü olan teknoloji, bizim ellerimizde gelişmelidir.

Bu yüzden Türkiye’de tıp ve mühendislik yalnızca para kazanmak için okunmamalıdır. Kanserin tedavisinin ecza sektöründe çöküş yaratmamak için, bulunduğu hâlde açığa vurulmadığı bir çağda insanlarımızın ölümünü biz engelleyebilir, acılarını biz dindirebilirdik. Çünkü biz insanı kurumların kölesi olarak görmek yerine, kurumları insana hizmet adına kullanırız. Amacımız, insanı sömürmek yerine onun ihtiyacını karşılamaktır. Adalet adına, tarafımızdan yatırım yapılacaksa bilime yapılmalı, onu sahiplenmeli. “Üretim” dediğimiz olguyu mevcut standartlarımızda, insanı maddî/manevî şahıs görerek üst seviyeye çıkartmalı. Okumalı, okutmalıyız. İnsan yetiştirmeliyiz!