
TÜRKİYE’deki 14 ve 28 Mayıs tarihleri arasında yapılan iki turlu seçim nihayet sona erdi. Bu seçimlerde ipi Cumhur İttifakı göğüsledi.
Türkiye’nin şu an itibariyle iki büyük problem alanı vardır: Birincisi güvenlik alanı, ikincisi ise ekonomik alan.
Bunlardan güvenlik problemi, Türkiye gibi etrafı ateş çemberi ile sarılı bir ülke için çözülmesi gereken en temel sorun olarak göze çarpmaktadır.
Geliniz, sınırlarımız içinde ve sınırlarımız dışında bizi tehdit eden güvenlik kaynaklı problemlerin neler olduğuna yakından bakalım.
Terör fayında Türkiye
Bir devletin büyük olabilmesinin en temel ölçütü, içteki birlik ve beraberliğin sağlam olmasıdır. İçte kırılgan bir sosyolojik yapı taşıyan devletler, hedeflerine varmakta daima zorluk yaşarlar.
Türkiye sosyolojisini iki asırdır yakînen takip eden emperyalist devletler, sosyolojik zeminde iki kırılma noktası keşfetmişlerdir: Bunlardan biri etnik azınlık fayı, ikincisi de mezhep fayıdır. Türkiye’de yüzde on ilâ on üç oranında bir rakamı teşkil eden ve belli bir bölgede yerleşik olan Kürt nüfus, dış güçlerin iştahını en çok kabartan sosyal yapılardan biri olagelmiştir. Cumhuriyet’ten önce Kürt topluluğu üzerinde yapılan çalışmalar Cumhuriyet ile beraber ivme kazanmış ve 1925 Şeyh Sait ile 1937’deki Dersim İsyanı gibi iki kalkışma denemesi yaptırılmıştır.
Ayrıca ABD ve yanınca İsrail, Türkiye’deki ana akım medya ve sosyal medyaya hâkimdirler. Bu mecralarda Türkiye’nin birlik ve dirliğini hedef alan bir yayın faaliyeti yürütülmektedir. Bunlara ek olarak, bilindik algı yöntemleriyle geniş halk kesimlerinin idolü hâline getirilen sözde sanatçı fakat özde soytarı bir tayfa, bu ülkenin temel değerleri ile cenk etmektedir.
1950’lerden itibaren ise Batılılar, Kürtlerin, muhafazakâr yapılarından dolayı bu kalkışmalara yeterince destek vermediklerini görünce sivil toplum örgütleri vasıtasıyla (ki bunların atası barış dernekleridir) bölgeye sızarak Marksist-Leninist bir yapılanma içerisinde bölücü Sol örgütler oluşturmuşlardır. Ancak bu bölgedeki bölücü Sol örgütlerin temel hareket noktası, Kürtçülük üzerine bir Sol hareket olarak inşâ edilmiştir.
Ancak aynı Sol örgütleri, Türklerin yaşadığı bölgelerde örgütlenirken bunları Türkçülük karşıtı bir duruşta teşekkül ettirerek bölücülüğe destek verecek bir yapıda kurgulamışlardır.
Emperyalistler özellikle 12 Eylül Darbesi’nden sonra bölgedeki değişik fraksiyonlarda bulunan Kürtçü Sol örgütleri tasfiye ederek her birini PKK çatısı altında toplamışlardır. PKK’nın lider kadrosunu 12 Eylül Darbesi öncesi dışarı çıkaran Atlantik ittifakı, bu yapının sevk ve idaresini de kontrolleri altındaki Lübnan’da yer alan Beka vadisinde gerçekleştirmişlerdir. Amaçları, bu yapı eliyle Türkiye’nin güneydoğusunu Türkiye’den kopararak orada kukla bir devletçik oluşturmaktı. Böyle bir devletçik oluşunca, Irak ve Suriye’deki bazı parçalar da koparılarak İsrail’e kadar uzanan bir bağlantı inşâ edilecekti.
Fırat ve Dicle’nin arasından başlayarak İsrail’e kadar uzanacak olan bu coğrafya, aslında İsrail’in vaat edilmiş topraklarından başkası değildi. Buradan anlaşılır ki, Türkiye’deki Batı güdümlü etnik Kürtçülük hareketinin elde edeceği şeyin sütre arkasındaki sahibi İsrail’dir. Böyle bir parçalanmada Erzurum-Ardahan hattı da Ermenistan’ın hissesine düşecektir. Bu açıdan bakılınca Marksist-Leninist Kürtçü hareketlerinin Büyük Ermenistan ve Büyük İsrail’e hayâline hizmet ettiği görülecektir.
Mezhep fayında Türkiye
Türkiye’nin ikinci iç kırılganlığı mezhep fayları üzerindedir. Ancak etnik azınlık konusunda PKK gibi belli yapılar oluşturan Batılılar, mezhep konusunda aynı başarıyı gösterememişlerdir. Bunda Arap, Kürt ve Türk Alevîlerinin Arap, Kürt ve Türk Sünnîlerine göre daha az bir yekûn teşkil etmesi ve farklı bölgelerde yerleşmeleri etkilidir.
Arap Alevîleri sadece Hatay’ın Samandağ ve Defne gibi belli bölgelerinde yerleşikken, Kürt Alevîleri Tunceli bölgesinde yerleşiktir. Türk Alevîleri ise Sünnîlerle karışık bir dağılım içerisinde Ege, Akdeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da yerleşiktirler.
Masum adlarla sivil toplum kuruluşları kurarak toplumsal fay hatlarını oradan kırmaya çalıştılar.
Ayrıca Türk Alevîleri ile Kürt Alevîlerinin, Kürt Alevîleri ile de Arap Alevîlerinin aynı Alevîlik ilkeleri etrafında olmadıkları görülür. Türk Alevîliğinde Bektaşîlik gibi Sünnî bir tarikatın Alevîlik ile kaynaşması söz konusu iken, Kürt Alevîlerinde Şamanlık ve Zerdüştlük karışımı gelenek ve görenekler hâkimdir. Arap Alevîlerinde ise Hazreti Ali’nin peygamber oluşundan (hâşâ) Allah oluşuna kadar farklılıklar hâkimdir. Türkiye’deki Alevî mezhebinin bu niteliklerinden dolayı dış güçler, Irak ve Suriye’de olduğu gibi, toplumu mezheplerine göre ayrıştıran bir yapıyı teşkil edememişlerdir.
Batılılar bu açmaz nedeniyle Türkiye’nin iç güvenliğini bozmak için FETÖ gibi dinî görünümlü kripto yapılar da oluşturmuşlardır. Bu yapının başındaki melun zat, kendini “kâinat imamı” ve “mehdî” ilân ederek Sünnî kesimi etki altına almak istemiştir. Ayrıca emperyalistler adına Devlet’in her kademesine sızarak Devlet’i ele geçirmek gibi bir ihanetin odağı hâlinde faaliyet göstermiştir.
Artık “FETÖ” adı verilen terör örgütünün Amerikan istihbarat servisi olan CIA’nın hain bir uzantısı olduğunu iyi biliyoruz. Bunların nihaî amaçları, Sevr’in yüz yıl sonra tekrar ihya edilmesiydi.
Bunun yanında, yabancı istihbarat örgütleri ülkemizin içerisinde tarikat görünümlü, Ülkücü görünümlü, liberal görünümlü, muhafazakâr görünümlü yahut Sol ve bölücü görünümlü sosyal oluşumlarla iç ahengi bozmaya gayret ettiler. Yetmedi, masum adlarla sivil toplum kuruluşları kurarak toplumsal fay hatlarını oradan kırmaya çalıştılar. Söz gelimi Atatürkçü Düşünce Derneği, demokrasi ve kadın hakları temalı dernekler, barış temalı dernekler, Türk Tabipler Birliği, Türk Barolar Birliği, çevreci STK’lar veya LGBT oluşumları gibi yapılarla toplumsal dokuyu tavsattıkça tavsattılar.
Ayrıca haramî İran Devleti’nin Ehl-i Beyt ve Hazreti Hüseyin sevgisini kullanarak örgütlediği bazı dinî grupların büyük kentlerde ciddî mânâda faaliyet gösterdikleri vakidir. Denilebilir ki, Türkiye’de açtıkları hiçbir dernek ve vakıf, babalarının hayrına kurulmamıştır. Hepsi bir düşman yahut emperyalist güç adına toplumsal yapıyı bozmak için sürekli fonlanmaktadırlar.
Ayrıca ABD ve yanınca İsrail, Türkiye’deki ana akım medya ve sosyal medyaya hâkimdirler. Bu mecralarda Türkiye’nin birlik ve dirliğini hedef alan bir yayın faaliyeti yürütülmektedir. Bunlara ek olarak, bilindik algı yöntemleriyle geniş halk kesimlerinin idolü hâline getirilen sözde sanatçı fakat özde soytarı bir tayfa, bu ülkenin temel değerleri ile cenk etmektedir. Sözde ünlerini ve de ihanet bedeli ücretlerini malûm yerlerden alan bu kuklalar, daima bu memlekette var olan din, vatan ve millet aleyhinde bir duruş sergileyerek, hakikatten gafil olan toplum kesimlerini ve özellikle de gençleri kökenleriyle sorunlu hâle getirmektedirler.
Arı kovanına çomak sokmak
Türkiye’nin dış güvenliği adeta bir ateş çemberindedir. Bu çemberin en kızgın noktaları ise güney sınırlarımızdır. Bu sınırlar boyunca emperyalistlerin “koridor” nitelikli bir terör devleti kurmak istedikleri herkesin bildiği bir sırdır.
Basra Körfezi’nden Akdeniz’e ulaşmayı amaçlayan bu koridor devleti projesi, Türkiye’nin varlığını tehdit eden en önemli meseledir. Türkiye bunu bildiği için, Irak’ın kuzeyinde Pençe-Kartal, aynı zamanda Suriye’nin kuzeyine de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi harekâtlar icra etmiştir.
Bu ülkenin önü alabildiğine açıktır. Erdoğan’ın yemin töreni, bir cülus töreni gibiydi. Yaklaşık 80 ülke bu törene katılarak yeni bir bölgesel bazlı küresel oyuncunun doğuşuna şahitlik etti. Bu ülkenin dolar oyunları ve dıştan kuşatma algılarıyla diz çökmesi mümkün değildir.
Aziz okurlar, terörü içeride bekleyenler mağlûp olurlar!
Diyarbakır’ın güvenliği Kerkük ve Süleymaniye’den, Hatay’ın güvenliği ise Halep ve Sincar’dan başlar. Buralarda yer almazsanız, terörü Hatay ve Diyarbakır’da karşılamak zorunda kalırsınız. Nitekim geçmişte İzmir, Ankara, İstanbul, Elazığ, Diyarbakır ve Hatay’da patlayan bombalar, terörü içte beklememizin bedeli olmuştur hep. 15 Temmuz’dan sonra Devlet, sineğe değil, doğrudan bataklığa yöneldiği için terörü ülke içinden ülke dışına süpürebilmiştir.
Şurası çok açıktır: Türkiye, Irak ve Suriye’deki emperyalist maşalarının oluşturmak istedikleri kukla devleti engelleyemezse, asla büyük bir devlet olarak tarih sahnesine tekrar çıkamaz. Bedeli Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri ile karşı karşıya gelmek de olsa, Devlet’in bu gerçekle yüzleşip bu adımı atması zaruridir. Elbette bu adım bir günde atılmayıp kademeli bir şekilde, o kukla yapı bu coğrafyada çökertilinceye kadar devam edecektir. Böyle bir operasyonu yapmak için bağımsız bir savunma sanayiine sahip olmak ise esastır. Devlet’in son 20 yılda deniz, kara ve havada kullanılmak üzere oluşturduğu büyük maliyetli silah projelerinin nedeni budur.
Biz, 75 yıldır başkasının silahıyla operasyon yapmaya kalkıştığımız için terör belâsından kurtulamadık. Mühimmat bittiğinde ambargo yedik. Silah ve yedek parçaların temininde kastî kısıtlamalar yaşadık. Asker bizim, silah ve mermi ise onlarındı. Şimdi ise hem asker bizim, hem de silah ve mermi bizimdir. Zaten bu durum neticesinde yukarıda andığımız harekâtları başarıyla icra edebildik.
Doğu Akdeniz’deki varlığımız neden önemli?
Türkiye’nin ikinci açmazı, Doğu Akdeniz’dir. Batılılar anakarayla o karanın devamı olan ada ve adacıkların hudutlarını kendi deniz alanları söz konusu olduğunda uluslararası deniz hukuku normlarına göre uygularken, durum bizimle ilgili tarafa geldiğinde ise bu ölçütleri rafa kaldırmakta ve bizi Doğu Akdeniz ile Ege’de, Yunan adalarını bahane ederek, kendi sınırlarımıza kapatmak istemektedirler.
Özellikle Türkiye’ye kabul ettirmeye çalıştıkları “Sevilla Haritası”, Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne gömmenin bir işareti olarak insafsız bir emperyalist plânın parçasıdır. Türkiye bunun karşısında, uluslararası deniz hukuku normlarına uygun olarak “Mavi Vatan” ismini verdiği bir deniz haritası çizdi ve bunu da Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması yaparak yürürlüğe koydu. Ancak Yunanistan’ı kullanan Fransa ile ABD, bizim bu hamlemize karşı çok tehlikeli bir karşı duruş sergilemeye başladılar. Özellikle ABD’nin Yunanistan adaları üzerine kurduğu yirmiden fazla askerî üs ile buna ilâveten Dedeağaç limanını İncirlik ölçüsünde bir NATO üstü hâline getirmesi dikkatlerden kaçmamaktadır.
Bu kadar yığınağın gayesi, Türkiye’yi Sevilla Haritası’nı kabullenmeye mecbur bırakmaktır. Ancak Türkiye, yarın savaş olacakmış gibi bir tempoda SİHA, gemi, denizaltı ve roketler yaparak bu dayatmayı kabul etmeyeceğini göstermektedir. Zira Mavi Vatan’dan geri adım atmak demek, Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’i kaybetmesi demektir.
Doğudaki kavga hangi aşamaya çıkar?
Üçüncü mesele, Türkiye’nin doğu sınırına yerleştirilen türedi Ermenistan’dır.
Rus Çarlığı, tarihte hiçbir zaman tam bir Ermenistan olmayan bir coğrafyayı onlara yurt yapmış ve üstelik Azerbaycan’ın tarihî toprağı olan Zengezor bölgesini Nahcivan ve Azerbaycan arasına kama gibi sokarak özelde Azerbaycan ile Nahcivan’ın bağlantısını, genelde ise Türkiye ile Türk devletlerinin bağlantısını koparmıştır.
Kafkaslar Türkiye’nin çatısıdır. Burada Karabağ üzerinden Ermeniler eli ile çıkartılan sorunlar, bu çatının tahribine yöneliktir. Türkiye’nin Rusya’yla çatışmayı dahi göze alarak kırk dört günlük vatan muharebesinde Azerbaycan’a verdiği destek, Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının kurtarılmasına yol açmış ve varılan anlaşma gereğince Zengezor'dan karayolu, demiryolu ve enerji hatlarının geçeceği somut bir koridor teminat altına alınmıştır.
Ermenistan bazen Rusya, bazen de Batı’nın kışkırtmaları sonucu bu koridoru asla açmayacağını ileri sürse de, içinde bulunduğu şartlar bu niyetine manidir.
Türkiye ve Azerbaycan’ın kararlı tutumu neticesinde bu koridor mutlak surette hayata geçecek ve Çin’in en büyük projesi olan “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin orta koridor ayağı böylelikle tamamlanacak, tarihî İpekyolu bu hat üzerinde yeniden canlanacaktır.
Türkiye’nin ekonomik çıkmazlarına gelince…
Diyarbakır’ın güvenliği Kerkük ve Süleymaniye’den, Hatay’ın güvenliği ise Halep ve Sincar’dan başlar. Buralarda yer almazsanız, terörü Hatay ve Diyarbakır’da karşılamak zorunda kalırsınız.
Türkiye’nin iktisadî plânını nasıl takip etmeli?
Kovid-19 Salgını sonrası dünya ölçeğinde bozulan tedarik zincirleri küresel çapta bir ekonomik daralmaya sebebiyet vermiştir. Dünyanın en borçlu ülkesi olan ABD’nin faiz artırarak doları ülkeye çağırması, rezerv para olan dolarla ticaret yapan ikinci ülkeleri iktisadî açıdan zora sokmuştur. Bu zorluklardan en çok etkilenen ülkelerden biri de Türkiye’dir.
Pandemi sonrası bozulan ekonomik çarklar ve buna bağlı olarak kendisini gösteren hayat pahalılığına bir de asrın felâketi olan 6 Şubat Depremlerinin ilâve olması, Türkiye’yi büyük bir döviz darboğazıyla karşı karşıya getirmiştir.
Türkiye’nin Rusya ve Çin gibi faizi düşürerek sıcak paranın yıkıcı etkilerinden kendini koruma siyaseti bu zamana kadar işe yaramış, ancak yatırımların yapılabilmesi ve ülkenin iktisadî olarak canlılık kazanabilmesine yetmemiştir. Türkiye’nin bu gaye için dövize ihtiyacı olduğu açıktır. Bu noktada tam çözüm olmasa da Devlet’in bir buçuk ilâ iki yıllık bir faiz artırma politikası izleyeceği açıkça görülmektedir. Böyle bir politikanın kemer sıkma gibi olumsuz sonuçları da olacaktır.
Ancak şu bir hakikattir: Enerjide yüzde doksan ölçüsünde dışa bağımlı olan Türkiye’nin faiz arttırarak sermaye çekme teşebbüsü nihaî bir çözüm değildir. 1950’den beri defalarca uyguladığımız bu politikalar, geçici bolluk dönemlerinin arkasından ciddî ekonomik krizlere yol açmıştır.
Türk dünyasının dolara alternatif ödeme aracı olarak bir Turan parasına ihtiyacı vardır. Lira, manat, som veya tenge gibi yerel para birimleri bırakılarak ortak bir Turan parasının oluşturulması ve bu paranın altın esaslı bir değerleme sistemine tâbi tutulması son derece yerinde olacaktır.
Bu kısır döngüden mutlak çıkış için Türkiye’nin önünde şu seçenekler vardır:
Birincisi… En kısa zamanda Zengezor koridorunun açılmasını sağlayarak dünyanın en büyük projesi olan “Bir Kuşak Bir Yol” projesinden azamî ölçüde faydalanmamız gerekmektedir. Ayrıca Türk Devletleri Teşkilatı’nın malî ve askerî yönden bir entegrasyona giderek ortak bir birlik oluşturması kaçınılmazdır. Bu birlik oluştuğu takdirde (ki bütün Türk devletleri buna mahkûmdur), bu bölgenin bir finans ve enerji sorunu olmayacaktır. İmkân da, çalışacak nüfus da bu bölgede olduğu için Türk dünyasının yakın gelecekte yeni bir Çin gibi yükseleceği muhakkaktır. Türk dünyasının dolara alternatif ödeme aracı olarak bir Turan parasına ihtiyacı vardır. Lira, manat, som veya tenge gibi yerel para birimleri bırakılarak ortak bir Turan parasının oluşturulması ve bu paranın altın esaslı bir değerleme sistemine tâbi tutulması son derece yerinde olacaktır.
İkincisi… Türkiye havuzuna Zengezor koridorundan gelecek enerji, ticaret ve finans muslukları akarken, ikinci bir proje olarak da Irak’ın Basra Körfezi’ndeki Fav limanından Türkiye’nin Şırnak sınırları içerisindeki Ovaköy bölgesine projelendirilen “Kalkınma Yolu”nun mutlak surette hayata geçmesi lâzımdır. Bağdat, Musul ve Kerkük üzerinden Türkiye’ye giriş yapacak olan bu yol, hem kara, hem de demiryolu hatlarını içermektedir. Hem Irak’ın, hem de Türkiye’nin kalkınması için hayatî önemde olan bu projeyi engellemek noktasında ABD PKK’yı hattın sağ tarafında Süleymaniye’ye, sol tarafında da Sincar’a yerleştirmek için sinsi faaliyetler yürütmektedir. Türkiye’nin Süleymaniye havalimanına yaptığı İHA saldırısı, Amerika’ya “Oyununu gördüm” demektir.
Ayrıca Türk Devleti’nin Irak’ın kuzeyinde Gara, Zap ve Avaşin-Basyan bölgelerini süpürerek Sincar ve Musul düzlüklerine doğru iniyor olması, Amerika’nın Sincar’ı yeni bir PKK üssü yapma niyetini bozmak üzere gerçekleştirdiği teşebbüstür. Kalkınma Yolu, ne yapıp edilip mutlak surette Türkiye’ye bağlanmalı ve Türkiye havuzuna bu musluktan da muhtelif gelirler akmalıdır.
Bu anlamda üçüncü bir yol ise, Berat Albayrak döneminde teşkilatlanan millî enerji hamlesinin kesintisiz bir biçimde sürdürülmesidir. Türkiye bu dönemde doğal gaz ve petrol aramak için çok az ülkede bulunan bir deniz filosu oluşturmuş ve bu filo, Karadeniz’de zengin doğalgaz yatakları bulmuştur. Bu aramalar Akdeniz’de de devam etmelidir. Ayrıca yine bu dönemde petrol arama ekipmanları tam vaktinde tedarik edilerek terörden temizlenen bölgelerde petrol aramaları başlatılmıştır. Önce Cudi’de bulunan petrol, ardından Gabar’da daha zengin bir yatakta kendisini göstermiş ve ondan daha büyüğü ise Kato dağında keşfedilmiştir. Türkiye’nin Besler-Dereler ve Siirt-Pervari hattında daha büyük petrol yataklarına ulaşmak için yaptığı sondajlar, makus talihimiz olan petrolsüzlük döngüsünü kıracaktır.
Yine ülke içinde altın, gümüş, demir ve nadir metal aramaları aynı inanç ve azimle sürdürülmelidir. Türkiye’nin enerji açığını düzeltmeden bir cihan devleti olması mümkün değildir. Şu an yapılan çalışmalar, Devlet’in bu gaye ile hareket ettiğini göstermektedir. Yine yenilenebilir enerji kaynaklarını azamî yatırımlarla yükseltmek esastır. Temiz enerji olan nükleer enerjiye, Akkuyu’nun dışında Sinop ve Trakya’da da yer açmak lâzımdır.
Son söz
Bu ülkenin önü alabildiğine açıktır. Erdoğan’ın yemin töreni, bir cülus töreni gibiydi. Yaklaşık 80 ülke bu törene katılarak yeni bir bölgesel bazlı küresel oyuncunun doğuşuna şahitlik etti. Bu ülkenin dolar oyunları ve dıştan kuşatma algılarıyla diz çökmesi mümkün değildir.
Dev uyandı ve mazisini hatırladı. Vay ona düşman olanların hâline! Ufukta bir Turan ve Umran ordusu sancak çekmiş geliyor!
Vesselâm…