BU coğrafyanın insanları iki noktada hata yapar ve bedelini canları ile öderler; gelecek nesillere de ümitsizlik bırakırlar: Birincisi, tarihî hafızayı çabucak unutup işi sürecine havale eder ve çok fazla acı gerçeği kendilerinden sonraki nesillere empoze edemezler. İkincisi ise, okuma alışkanlığı zayıf olup zamanın getirdikleriyle geç tanışır ve teknolojik gelişmişliği sadece kullanım/tüketim aşamasında omuzlarlar.
Bu iki durum ülke sınırlarının değişmesine, liderlerin öldürülmesine ve geleceğe acı bir tablo bırakılmasına zemin hazırlar.
Gazze kan gölüne çevrilirken, ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkeler elleri kanlı birer katil olarak görülmedi. İsrail perde yapıldı ve 27 bin kişi soykırım ile katledildi. Bunların hepsi tüm dünyanın gözleri önünde yapıldı. Müslüman ülkelerin durumu ise ortada.
2015 yılında Fransa’da bir dergi saldırısına karşı yapılan yürüyüş, dünya liderlerinin katılımıyla geçekleşmişti. Kimler yoktu ki? Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, dönemin Almanya Şansölyesi Angela Merkel, dönemin İngiltere Başbakanı David Cameron, dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Boubacar Keita, Matteo Renzi, Mariano Rajoy, Jean Claude Juncker ve isimleri basına yansımamış çok daha başkaları…
Buna göre, Fransa’da bir dergiye saldırı olursa bütün liderler karşı duruyor, Gazze kan gölüne çevrildiğinde veya soykırım olduğunda, bebekler katledildiğindeyse dünya susuyor. Modern dünyanın geldiği son nokta budur.
Anlık hareketlerle Lübnan vuruldu, Suriye bombalandı, Irak bombalandı. Şimdi de Yemen kan gölüne çevrilmek isteniyor. Bu durumlara dünya ve Türkiye açısından ufak bir odaklanmayla bakmak gerekir.
Dünya ve Türkiye açısından olaylar benzer gelişse de son yıllarda farklılıklar arz ediyor. Müslüman ülkelerin liderleri bir bir katledilirken Müslüman toplumlar susuyor. Hep birlikte bakalım:
16 Eylül 1931'de, ülkesini işgale karşı savunduğu için, 22 yıl süren direncin ardından Libyalı lider (Ömer Muhtar) İtalya tarafından idam edildi.
6 Ekim 1981 tarihinde Mısır’ın eski liderlerinden Enver Sedat, Kahire’de resmigeçit sırasında suikast sonucu öldürüldü.
17 Ağustos 1988 tarihinde Pakistan’ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Ziyaülhak öldürüldü.
29 Haziran 1992 tarihinde dönemin Cezayir Cumhurbaşkanı Muhammed Budiaf öldürüldü.
11 Kasım 2004’te Filistin lideri Yaser Arafat, Fransa’da şüpheli bir şekilde öldü(rüldü).
14 Şubat 2005’te Lübnan’ın eski Başbakanı Refik Bahaddin el-Hariri, bir tonluk TNT ile havaya uçurularak öldürüldü.
30 Aralık 2006 günü, Kurban Bayramı’nın ilk gününde Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, ABD’nin kurduğu bir mahkeme tarafından idam edildi.
20 Ekim 2011 tarihinde, acı bir şekilde, doğum yeri olan Sirte’de, Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi, ABD ve Batı önderliğinde linç ettirilerek öldürüldü.
4 Aralık 2017 tarihinde eski Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih öldürüldü.
17 Haziran 2019 tarihinde Mısır’ın seçilmiş lideri Muhammed Mursi öldürüldü.
19 Eylül 2019’da Tunus lideri Bin Ali, Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde ölü bulundu.
Bütün bunlar olurken, Müslüman ülkeler uyuyordu sanırım. Dünyanın gözleri önünde bunca lider öldürülürken, kınamanın ötesine geçilmedi. Bir yürüyüş bile yapılmadı. Şunu özellikle belirtmek gerekir: Bu liderlerin halkları açısından veya halkları için ne yaptıklarına bakıldığında ciddî sorunlar olduğu unutulmamalıdır. Bu liderlerin hepsini mutlak doğru olarak görmek de asla doğru değildir. Liderlikleri ve yönetimleri kendi iç meseleleridir ve ülke vatandaşları bunları kendileri değiştirmelidir.
Dünyada bunlar olurken, Türkiye’de de benzer durumlar en acı şekilde yaşandı. 17 Eylül 1961 tarihinde, bir Pazar günü, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes, asılarak idam edildi. Ardından çok sayıda seçilmiş lidere ve elbette millete darbe yapıldı. 28 Şubat 1997’de IMF’nin borçlarının tamamını kapatmaya tam bir hafta kala, seçilmiş hükümet ve lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan yönetimi sonlandırıldı. Millet sindirilmişti. 15 Temmuz 2016’da aziz Türk milleti gayrimeşru oluşumlara ilk defa “Dur” dedi.
ABD, Irak ve Suriye’de toplam 85 hedefe hava saldırıları düzenledi. Ardından ABD ve İngiltere, 13 farklı yerde Yemen’e ait 36 hedefi bombaladı. Suriye şimdilik Rusya koruması altında olduğundan, Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) “acil” toplantıya çağırdı. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı dururken, ABD’nin Suriye saldırısının ardından BMGK’yı toplantıya çağırması, Rusya’nın büyük bir ikircikli politikasıdır.
Irak ile İran yıllarca savaştılar, bir şey kazanamadılar. Saddam Hüseyin usulsüz şekilde Kuveyt’e girdi, sonu feci oldu. ABD liderliğindeki Batılı koalisyon ülkeleri Irak’a yaklaşık 200 bin asker gönderdi. En son 10 bin tır kamyon silahı terör örgütlerine verdiler. Suriye ve Irak kan gölüne çevrildi ama George W. Bush ve Tony Blair’in “Irak’ı kitle imha silahlarından arındırma” söylemlerinin yalan olduğu, bizzat dönemin ABD Savunma Bakanı Colin Luther Powell tarafından yalanlandı. ABD ve Batı tam anlamıyla hukuksuz olarak Müslüman coğrafya olan Irak’ı kan gölüne çevirmişti. Hesap bile vermediler. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Condoleezza Rice, görevi bitip üniversitesine dönünce Abdullah Gül tarafından ziyaret edildi.
Kıymetli dostlar, bu coğrafyada Müslümanlar birlik olmadığı müddetçe kan akmaya devam edecektir. Bundan şüphesi olanlar ya fotoğrafı görmüyordur ya da Batı’nın uşağıdır. İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence’nin kaldığı ev, Suudi Arabistan Krallığı Turizm Bakanlığı tarafından restore edilip, “Bu ev, Osmanlı’ya karşı bağımsızlık savaşı veren Suudilere yardımcı olan İngiliz Thomas Edward Lawrence tarafından karargâh olarak kullanılmıştır” yazılı plaket asıldı. Ataları Osmanlı asıllı olan Suudi Arabistanlı gazeteci ve köşe yazarı Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim 2018 günü Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda, Suudi Arabistan Hükûmeti ajanları tarafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürüldü.
Batılılar bu coğrafyada toplumların yapısına göre hareket ediyorlar. Türkiye’de darbe oluyor, diğer ülkeler ses çıkarmıyor. Mısır lideri devriliyor, diğer Müslüman ülkeler ses çıkarmıyor. Irak ve Suriye’de Haçlılar kol geziyor, Türkiye yalnız bırakılıyor. Bunun gibi çok sayıda hata yapılıyor. Haçlılar bir Müslüman ülkeyi yok ederken, diğerleri susuyor. Batı’nın bu politikası (kuantum) Müslüman ülkeler açısından görülmüyor.
Müslüman ülkeler para, makam, otomobil ve arsa prangasına hapsedilmiş durumda. Müslüman ülkeler önce kafalarını kaldırıp maddî dünyalık işlerden kalplerini alıkoymalı, sonra da uyanmalılar. Aksi durumda bir gün Filistin, bir gün Lübnan, bir gün Yemen, başka bir gün Irak ve Suriye’nin kan gölüne çevrilme süreci devam edecek.
Batı’nın en nihaî hedefi ise Türkiye’dir. Türkiye’de darbe yapmak ve 15 Temmuz 2016’da yarım kalan işlerini tamamlamak istiyorlar. Bunun için içeride FETÖ ve PKK sevici siyasileri kullanıyorlar. Dışarıda PKK, Suriye/Irak hattında terör bahanesiyle Türkiye’ye askerî operasyon plânlıyorlar. Bunun için bütün hazırlıklarını yaptılar.
İslâm’ın kılıcı Türkiye’ye boyun eğdirirlerse diğer Müslüman ülkelerin sesi ebedîyen kısılır. Bütün plân budur. FETÖ bu ülkede kamuda durabiliyorsa durup düşünmek gerekir. PKK destekçileri 30 bin insanımızı şehit eden kişiye “Sayın” ifadesini Meclis’te kullanabiliyorsa durup düşünmek gerekir.