ASANSÖRLERİN içinde küçük
birer duyuru panosu var. Siteyi ilgilendiren bir konu olduğunda, yönetim
tarafından bir kâğıt asılıyor. “Böyleyken böyle, şöyleyken şöyle” diye, durum
lisân-ı münâsip ile izah ediliyor. “Uygun bir dille” demek istediğimi anlamayan
yoktur ama insan yine de bir endişe duymadan edemiyor.
O panoda bazen bir sucunun, çilingirin,
sigortacının ilânlarını görüyoruz. Düşük bir bedel karşılığında bir hafta, iki
hafta kaldığı tahmin edile. Giderlere küçük bir katkı mâhiyetinde…
Geçen
gün bizim blokun temsilcisi olan komşumuz, asansörün içinde bir fotoğraf çekmiş
ve vatsap grubuna göndermiş.
Pano
boş hâlde. Bir köşesinde buruşturulmuş bir kek ambalajı duruyor.
Fotoğraf
net. Kekin “meyveli” olduğu bile anlaşılıyor hemen.
Altına
da yazmış:
“Bugün asansörde
kek yiyip bunu bırakmış birisi.”
(Nokta
yoktu. O benden hediye. Vatsap mesajında nokta koyan pek az zâten, mâlûm.
Gereksiz olduğu düşünülüyor herhâlde.)
Notu
okumadan önce, ilk baktığım anda modern bir çalışma zannettim. Şaka değil,
gerçekten öyle düşündüm. Sonra okuyunca, daha dikkatli baktım. (Galiba gözlük
numarası yetersiz kalıyor artık.)
Söz
konusu keki üreten firmanın sâhibi görse, en az yüz bin öder; deyivereyim yeri
gelmişken. Yalnız, öncesinde, bunun bir sanat eseri olduğuna iknâ etmek gerekir.
Katkıda
bulunmak maksadıyla şöyle yazdım:
“Modern sanat
çalışması gibi duruyor ilk bakışta. Ama aslında çok klâsik bir tablo bu.”
Değerli
temsilcimiz, gülen yüzlerle tepki verdi.
Ayrıca
benim de rahatsız olduğum bir konuda daha uyarıda bulundu. Ki bunu evvelce de
yazmıştı.
“Asansördeki
yazılara, panolara zarar veren bir kişi daha var. Büyük ihtimâlle çocuklardan
birisi. Çocuklarımızı bence uyaralım bu konularda.”
Çok
haklı.
Asansör
içinde bulunan ve gayet kuvvetli zamklarla yapıştırıldığı hemen belli olan bazı
etiketler, sürekli zarar görüyor.
Önce
bir köşesinden hafifçe kalkmaya başlıyor.
Milim
milim o köşedeki tahrifat büyüyor.
Yarıyı
geçtikten sonra -ki bu, günler sürüyor- tamamen yok olması an meselesi.
Her
asansöre binen, o manzarayı görüyordur. Kaçı rahatsızdır o tablodan, bilemem.
Herhangi
bir kâğıt değil o sökülenler. Metalden mâmûl olsa gerek. Sert yapılı. Ha
deyince sökülmez.
Asansör
kullanma tâlimatı, asansörü yapan firmanın adı, adresi ve telefon numaraları,
birtakım uyarılar…
Onları
sökmekten ne zevk alıyor/lar, anlamak zor!
Hepsi
tamamen sökülüp yok edildikten birkaç hafta sonra, firmadan bir görevli geldi,
her birinin yerine yenisini yapıştırdı. Fakat bu defa en tepeye, yan yana.
Sökmeye çalışan çocuksa yetişemesin, çocuk değil de yetişkin biriyse, o
titizliği görüp utansın, şâyet yine sökmeye çalışırsa da biraz zorlansın
düşüncesiyle öyle yapılmış olmalı.
Akıllıca…
Ne
var ki, değerli temsilcimizin tespiti gösteriyor ki o en tepeye yapıştırılan
metal veya metal karışımlı etiketleri de sökmeye niyetlenmiş o her kimse.
Belli
ki bir çocuk değil.
Yetişkin
biri kollarını kaldırarak ancak yetişebilir.
Şimdi
burada aklınıza farklı bir şey gelmesin. Meğer netîcede, o etiketlere musallat
olan kişi ben çıkacakmışım diye bir akış beklemeyin. Aklınızdan bile geçerse,
teessüf ederim.
Ben
ki, “Lüzumsuz ise söndür” uyarılarını
hayâtı boyunca ciddiye almış, çıkılan her mekânın ışığını mutlaka kapatmış, musluğu
gereksiz yere akıtmayı isrâfın en büyüklerinden sayan, bir film sahnesinde bile
kafası karışık olduğu için lavabonun başında dakikalarca durup suyu boş yere
akıtan birini görünce ekrana müdahale etmeyi aklından geçiren biriyim.
Bir
nehir kenarında abdest alırken dahi suyu isrâf etmemek gerektiğini düşünürüm.
Çünkü Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz (sav) öyle buyurmuştur.
Dolayısıyla hepimizin bunu şiar edinmesi gerektiğine inanırım. Hülâsa, ben
değilim. Onu yapanı görsem, kim bilir, neler söylerim…
Dahası,
asansördeki etiketlere musallat olan kişiyi tespit etmek (belki de “yakalamak”
demek daha doğru, hem de suçüstü yakalamak) için kendi başıma bazı çabalarım da
oldu. Fakat maalesef bir yere varamadım.
Nasıl
yakalanır ki?
Tek
başınayken yaptığı belli. Asansör de duracağı zaman sesli uyarı veriyor ve
hızını yavaşlatıyor. Dolayısıyla o kişi yaptığının yanlış olduğunu biliyor ve
bundan özel bir zevk alıyor olmalı ki yakalanmayı hiç istemez. Hız azaldığında
elini kolunu indirir. O anda kapı açılıp karşılaşsak bile ispat etmenin imkânı
yok.
Acaba
yönetime söyleyip içeriye bir kamera yerleştirilmesini talep etsek nasıl olur?
Bunu
düşünelim.
Gerçi,
astarı yüzünü geçer ama en azından bir davranışı düzeltmeye yardımı dokunur.
Blokların
kendi içinde vatsap gruplarının olması iyi bir şey. Böylece haberleşme imkânı
oluyor. Meselâ arada bir, farklı bir arabanın gelip otoparkta kendine ait
olmayan bir yere park ettiğini görüyoruz ve hemen iki şık şık ile durumu
çözebiliyoruz.
Bir
defâsında çözüm epeyce uzun sürmüştü, ama olsun. Netîcede vatsap grubu işe
yarıyor.
Salgın
sürecinde bayramlaşmak bile mümkün, düşünün artık.
Çok
fazla kullandığımızı söyleyemesek de faydalı bir uygulama.
Grupta
kimler olduğuna baktım ve yarıdan çoğunun ayrıldığını gördüm.
Temsilci
komşuya bildirmek istedim. O da ancak mesajı okuyunca fark etmiş.
Bazıları
niye ayrıldı bilemem. Rahatsızlık verecek bir hâdise yaşanmadı hâlbuki. “Kendi bilecekleri iş” diye düşünüyordum
ki temsilcimiz ayrılan komşuları tekrar gruba dâhil etti.
Ancak
bu defâ, yeniden eklenenler, önceki yazışmaları görmedikleri için, ne maksatla
ayrıldıkları bir gruba tekrar dâhil edildiklerini anlamamış, merak etmişlerdir.
Fâil,
evvelce gruptan ayrılanlardan biri de olabilir. Bu ihtimâl, kalanların
ihtimâline denk.
“İyi akşamlar” diyerek
tedirgince açıklama beklediklerini tahmin ettim.
Açıklama
yapmayı düşündüm fakat “Beni
ilgilendirmez, görev ve yetki alanım dışında” kararına vardım.
“Ben ayrılmıştım,
niye eklediniz?”
diye soran olursa, ne yazılabileceğini aklımdan geçirdim. Kendimi temsilci gibi
hissettim bir anda.
“Kıymetli
komşularımız… Bu salgın sürecinde, ferdî olarak bir araya gelmek, yakınlaşmak,
bildiğiniz gibi gayet riskli. Hastalığın bulaşma riski var. Ancak vatsap
gruplarında bir araya gelmek, tam tersi bir durum oluşturmaktaymış. Avrupa
Birliği kararlarına göre, vatsap gruplarında ne kadar kalabalık olunursa,
salgından kurtulmak o derece hız kazanmaktaymış…” şeklinde bir
açıklama keyifli olmaz mı?
İsteyen
inanır, istemeyen Kadıköy, Üsküdar; fark etmez. Bir şekilde karşı olsun da, ne
taraf olursa olsun.
Yalnız,
hatırlayalım, Gezi kalkışması günlerinde, “Arkadaşlar…
Bir gün daha direnirsek, AB kuralları gereği hükûmet düşüyormuş” türünden
mavralara inananların sayısı hiç de az değildi.
Gidinin
longozları!
O
martavalı yazanların ve okuyanların meşhuur gasteciler olmasının da payı
büyüktür elbette. Anlı şanlı ve ağzının kenarı kanlı o gasteciler, sonradan
utanmışlar mıdır dersiniz?
Hiç
sanmam!
Utanabilmek
için de bazı şeyler gereklidir.
Meselâ,
bir miktar haysiyet, kâfi ölçüde ar damarı, göz kararı şeref, kulak kararı
vicdan sesi vs.
İşte
gördüğünüz gibi aziz dostlar, bunu da Gezi’ye bağladık hayırlısıyla…
Farkında
mısınız, şu son on yıl içinde, hattâ yirmi yıl içinde, her konuyu en az bir
yerinden Gezi’ye bağlamak mümkün.
İstanbul
Havalimanı, Üçüncü Köprü (Yavuz Sultan Selim), Kanal İstanbul en başta gelen
konular… Bunların dışında sıradan konuların bile o konuyla alâkası var.
Asansörün
de, sütçünün de, karpuzcunun da, yağışlı havaların da, salgının da, İHA’nın ve
SİHA’nın da, Libya’nın, Suriye’nin, Kıbrıs’ın da…
Çünkü
Gezi dedikleri, aslında bu ülkenin geleceğiyle ilgili bir operasyondu.
Kesinlikle! Ve çok iyi bildiğimiz gibi, üç beş ağaç değildi mesele. Biz onu,
bırakın sonradan anlamayı, en başından biliyorduk.
Neyse,
meyse… Şu önümüzdeki hafta sonu, apar topar sokağa çıkma yasağı konulmasa da
cümbür cemaat bir geziye çıksak, ne güzel olur! Acaba nereye gitmeli?