DURAKTA araba beklerken hafiften yağmur
çiselemeye başladı. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Güneş güzeldi. Ama o
yağmuru da seviyordu. İlham kaynağıydı yağmur onun için. Toprak için can
demekti yağmur. Türlü türlü canlı için hayat demekti. Onun içinse çoğu zaman
yeni bir şiir demekti.
Yarım saatte
bankaya ulaşmış, havalesini almıştı. Bir daha dua etti annesi, babası, ailesi
için. Yağmur nazlı nazlı yağmaya devam ediyordu. Yağmura şemsiyesiz yakalanan
insanların kimi hızlı adımlarla yürüyor, kimi ise ıslanmamak için binaların,
ağaçların dibinde yağmurun dinmesini bekliyordu. O ise sanki hiçbir şey yokmuş
gibi rahat ve yavaş adımlarla ilerliyordu bomboş sokakta. Yağmurda ıslanmanın
tadını çıkarıyordu kendince. Toprağın kokusunu çekiyordu ciğerlerine doya doya.
Hiç istifini
bozmadan durağa kadar yürüdü, sırılsıklam olmuştu. Hiç aldırmıyordu insanların
bakışlarına. Arabaya bindi. Camdan seyretmeye başladı yağmuru. Ne güzel
yağıyordu! Rahmetti, candı, hayattı, şiirdi yağmur…
“İnceden bir yağmur yağıyor,/ Aklıma
düşüyorsun yine anne,/ Yine içim hüzünleniyor./ İnceden bir yağmur yağıyor,/ Şiirler
yazıyorum sana anne,/ Nedense hep yarım kalıyor./ İnceden bir yağmur yağıyor,/ Kirpiklerim
nemli, yanaklarım ıslak,/ Zavallı kalbim anne, ağlıyor./ İnsanlar kaçışıyor,/
İnceden bir yağmur yağıyor./ Anne! Gözyaşlarımı gizliyor./ İnceden bir yağmur
yağıyor,/ Yüreğim güp güp, yüreğim ürkek,/ Korkuyorum anne, yağmur şimdi
kesilecek./ Yağsın yağmur, ara vermesin,/ Gözümden dökülen incileri anne,/ Kimseler
görmesin./ İnciler, tane tane inciler,/ Kalbin gözden dökülen isyanı./ İnciler
anne, inciler; duyguların lisanı./ İnceden bir yağmur yağıyor,/ Ben yokluğuna
ağlıyorum Bakü sokaklarında anne,/ Bakü sokaklarında sanki yağmur da bana
ağlıyor...”
Yolda,
okulun tatil edilmesine tam olarak kaç gün kaldığını hesapladı. Azaldıkça
uzuyor gibiydi sanki. Kavuşma heyecanından olacaktı herhâlde… Üç sene
bitiyordu. Arkasından iki sene daha… Sonra o başlayacaktı ailesi için
çalışmaya. Evlenip ayrı bir aile kursa bile anne babası, kardeşleri için
elinden ne geliyorsa yapacaktı. Ne etse de borcunu ödeyemezdi ya onlara. Ne
imkânı olursa onu yapmaya hazırdı onlar için. Ailece gerek maddî, gerekse
manevî destekle yardımına koşuyorlardı üç senedir. Yardım değil, aslında bu
gelecek vermekti bir bakıma. Kilometrelerce uzakta atan bir kalp ile karşıda
atan altı kalp… Ah ayrılık olmasaydı bir de!
“Bir bulanık sudur yollar,/ Batar
umutların annem./ Bir yol biter, biri başlar,/ Gelmez ki bir sonu annem./ Ayrılık
bir uzun yoldur,/ Gözleme vuslatı annem./ Ne bir ilk bu, ne de sondur,/ Hicran
dolu her dem annem…”
Arkadaşı
hâlâ yatıyordu eve ulaştığında. Onun içeri girmesiyle uyandı. Gelirken bakkala
uğramış, kuru pasta, kek ve meyve suyu almıştı.
-Haydi kalk!
-Ne oldu ya?
-Acıkmışsındır.
Gel, yiyelim. Bak, ayda bir defa yaparım bunu! Geliyor musun, yoksa yiyip
bitireyim mi?
Gülüştüler.
Oturup yediler ne varsa. Muhabbet muhabbeti açtı bir yandan da.
-Biliyor
musun, dün neydi?
-Bilmem, bayram mı?
-Öyle de
denebilir.
-Ne bayramı?
-Annelerin
bayramı.
-Hadi ya! Anneler Günü değil mi?
Unutmuşum iyice vallahi…
-Ben çiçek
gönderdim eve.
-Süper ya! Bir sene, kardeşlerimi
bir sınav için Bursa’ya götürmüştüm. O gün de Anneler Günü’ydü galiba. Çok
güzel bir gül gördüm. Para da vardı cebimde. Alıp anneme getirmiştim. O gül
hâlâ bahçededir. Kaç yıl oldu! Her sene açar. Birkaç defa da aynı hediyeyi
götürüp vermişim meğer. Üzerinde “Canım Annem” yazılı havlu… Üç senedir
uzaktayız, ne yapalım? Orada olsaydım…
Işık sönüktü
odada. Yine de gözlerindeki yaşları fark ettirmemeye çalıştı arkadaşına. Yatağına
uzandı. Acı acı gülümsedi. “Her şey çok güzel olacak, çok güzel olacak her şey!
Kaldı iki sene… İnşallah” diye geçirdi içinden dişlerini sıkarak. Sol yanına
döndü, camın önünde duran kalemini ve defterini aldı:
“Bugün, anneler için
özel bir gün,/ Alıp gelmek isterdim yine bir gül,/ Ne var ki, uzaktayım annem
bugün,/ Ağlama hicranla sen, yine de gül!”
-Son-