Üst akıl bizi nasıl ve neden Suriye’den uzak tutuyor?

Bir yıl boyunca etkisiz hâle getirilen terörist sayılarına baktığımız zaman Türkiye’nin dikkatini Suriye’den uzaklaştıracak ve dağlık bölgede az sayıda terörist ile direnebilecek kadar olduğunu söyleyebiliriz. Bu cevabı doğrulamak için sadece şunu düşünebiliriz: Eğer Kuzey Irak’a yaptığımız askerî harekâtları Suriye’ye yapsaydık, etkisiz hâle getirilen teröristlerin sayısı kaç kat artardı?

BU dosyamız ile yaklaşık yüz yıldır Türk milletinin üzerine atılmış tozu, damarlarına enjekte ettirilmiş narkozu ve “üst akıl” denilen kuklacının üzerimize uyguladığı uyuşturma ve büyüleme taktiklerini ortaya koyarak bir farkındalık yaratmak istiyoruz…

Uyanış değil, “farkındalık” diyorum… Çünkü uyanış için burada yazdıklarımızı anlamaktan daha fazlası olarak diplomatik ve askerî girişimlerimizi devam ettirmek, hatta artırmak zorundayız. 

En büyük soru şudur: PKK bizim için hangi ülkede en fazla tehlikeyi oluşturmaktadır? Suriye’de mi, yoksa Irak’ın kuzeyinde mi? İkinci soru: “PKK’nın ana gelir kaynağı nedir ve hangi ülkededir?” Üçüncü soru: PKK’nın silahlı gücü en fazla hangi ülkededir ve PKK nerede bir özerk devlet kurmak istiyor? 

İlk önce başımızda neden bir terör belâsı olduğunu çözümlemekle başlayalım:

Neden PKK ve DEAŞ ile diğer terör örgütleri hemen sınırımızın dibinde konuşlandırılıyor?

Eminim ki, bu soruya çoğunuz “Bizi bölmek istiyorlar” cevabını verecek. Rusya’nın denizlere inmesine engel olabilecek başka bir millet bulabilseler, üzerimize yaptıkları saldırıların şiddeti, hâlihazırdaki şiddetten de yüksek olacak. Ancak Türk Devleti sarsılmaz kudretiyle karşılarında ve Batı’nın saldırılarına karşı dimdik ayakta. Bu yüzden güç yetiremediler, yetiremeyecekler. Bu anlamda nihaî amaçları Devletimizin parçalanması olsa da hâlihazırdaki ilk amaçlarının bu olmadığını değerlendiriyoruz. “Üst akıl” denen cambaz, bize gösterdiği elde başka bir oyun, arka elinde başka bir oyun oynamaktadır. 

“Üst akıl” dediğimiz şey, aslında kendi konfor ve refahını diğer ülkelerin kanını emerek devam ettirmek isteyen Batı’nın ortak aklıdır. Batı’nın ortak aklının ilk ve en önemli amacı, büyük ülke olmamızın önüne geçmek için ham maddeye ulaşımımızın önünü kesmektir.

Unutmayalım, örnekleriyle sabittir ki, Batı için hedef ülkenin demokrasi veya otokrasi ile yönetilmesinin bir önemi yoktur. Önemli olan, Batı’nın çıkarlarına hizmet edip etmediğidir.

Türkiye’nin bölgesinde ham maddeye ulaşabileceği bölgeler, Ortadoğu ve Kafkaslardır. Harita üzerinde bu bölgelere baktığımız zaman göreceğiz ki, önümüz PKK, DEAŞ ve benzeri terör örgütleri ile Ermenistan ve Yunanistan gibi hasım sayılabilecek ülkelerce çevrilmiştir. Eğer Türkiye Ortadoğu ve Kafkaslara sorunsuz ulaşır ise ekonomik olarak çok rahatlayacaktır. Bunun yanı sıra ırksal, sosyokültürel ve dinî açılardan ortak yönleri olan bölge halkı ile geçmişte olduğu gibi çok çabuk kaynaşarak çeşitli ittifaklar kurabilecek, bölgesel çıkarlar için iş birliği platformları oluşturacaktır. Bu durum ise Batı için bir yıkımdır.

Türkiye bu güce ulaşıp bölgesinin ham maddeyi bölgesel kullanıma sunduğunda Batı’da tekrar Orta Çağ’a dönüş başlayacaktır. Batılı devletlerin petrol başta olmak üzere diğer ham maddeleri ucuza, hatta bedavaya getirebilmesi için az gelişmiş ülkeleri sömürebilmesi gerekmektedir. Batı’nın bu bölgelerdeki örtülü sömürgeleri için tek tehdit, Türk milletidir. Bu nedenle Batı’nın ortak aklına göre Türkiye mutlaka düşman kuşağı ile çevrilmeli ve Anadolu’ya hapsedilerek Türk milletine keçi çobanı muamelesi yapılmalıdır.

Türkiye, askerî güç olarak yüz yıldır bölgesinde şimdi olduğu kadar ön plâna çıkmamıştır. Güneyde Suriye Hükûmeti bitik hâldedir.

“Etki odaklı harekât”

Maalesef “üst akıl” dediğimiz Batı’nın ortak aklı, içimizde yetiştirdiği Masonik yapı, mafya, terör örgütleri ve FETÖ gibi sözde dinî örgütler ile üzerimizde uyutma, uyuşturma ve büyüleme plânlarını yaklaşık yüz yıl boyunca başarıyla uygulamıştır.

Şimdi ise bir vatan evlâdı, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ilk defa Türk milletinin üzerindeki zincirleri kırmak, narkozu kaldırmak ve büyüyü bozmak için “Dünya beşten büyüktür!” mottosu ile “üst akıl” dediğimiz Batı’nın ortak aklını darmadağın etmiştir. Türk milletinin, hatta tüm mazlum milletlerin arayış içinde olduğu bir dönemde, Kızılelma’nın göklere çıkması ile üst akla karşı yürütülen savaşta gücümüz doruk noktasına ulaşmıştır. 

Bu dosyamızın esas konusu, 1984 yılından beri yani 39 yıldır Irak ve Suriye’de Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olan iki kutup unsurun da katili PKK terör örgütüdür. Şöyle ki; asker, polis ve sivil anlamındaki tüm şehitlerimiz bizim civanmert evlâtlarımızken, bununla birlikte terör örgütü PKK’nın içinde etkisiz hâle getirilen teröristlerin çoğunun da Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanı taşıdığı bilinmektedir. Anayasa’mıza göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Türk vatandaşı arasında kurulan bağ hukukîdir. Yani terör örgütü içerisinde özellikle Kuzey Irak’ta etkisiz hâle getirilen teröristlerin çoğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Biz, dağa götürülmüş bu insanlara askerimize, polisimize ve vatandaşlarımıza kurşun sıkmadıkça ve “kandırılmış vatandaşlarımız” gözüyle bakmadıkça sizce bu sorun çözülebilir mi?

ABD’nin “etki odaklı harekât” şeklinde adlandırdığı bir kavram vardır. Etki odaklı harekâta göre her öldürdüğünüz teröriste karşı onun ailesinden 5 kişiye kadar müzahir (yandaş), 2 kişiye kadar potansiyel militan adayı ortaya çıkmaktadır. Yani aslında etkisiz hâle getirilen her bir terörist ile bu örgütü destekleyenlerin sayısı artacaktır.

AK Parti iktidarına kadar PKK ile mücadele sadece askere bırakılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımızın Türk milletinin liderliğini alması ile konsept değişmiş, sadece asker yerine, Devlet tüm organlarıyla savaşmaya başlamıştır.

Burada kastettiğimiz, askerî operasyonların bitirilmesi veya hafifletilmesi değildir. Askerî operasyonların gevşetilmesi, örgütün kendini güçlü göstermesine, toparlanmasına, eğitimlerini yenilemesine ve adam toplamasına sebep verebilecektir. Bu nedenle Devlet’in diğer güç organlarının askerî operasyonlar ile aynı anda sahada olmaları gerektiğini vurguluyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın ortaya koyduğu konsept (uygulamalar) ile teröre karşı sadece askerî olarak değil, sosyoloji, kültür, ekonomi, hukuk ve eğitim gibi birçok alanda aynı anda mücadele yürütülerek yurt içindeki terörist sayısı tarihin en düşük rakamlarına indirilmiştir. Allah’ın izni ile de bitirilecektir.

Vatanımızın ve Devletimizin bekâsının sağlam inşâ edilmesi için, üst aklın bize gösterdiği ele değil, arkasındaki eline bakmalı ve meselenin farkına varmalıyız. Üst aklın bizim hassasiyetlerimizi manipüle ederek kendi çıkarları doğrultusunda bizi yönlendirmesine ve gücümüzü etkin kullanmamıza engel olmasına mâni olmalıyız.  

Bununla birlikte, yurt içinde büyük başarı kazanılırken, üst aklın çocuğu olan DEAŞ kullanılarak, özellikle Suriye’de PKK’nın uzantısı olan PKK/YPG/PYD ortaya çıkarılmıştır. Birkaç bin PKK’lı bu bölgeye gelerek on binlerce nüfusa sahip yöre halkını silahlandırmıştır. PKK/YPG/PYD’ye lojistik destek veren on binlerce yerel halk ile beraber günümüzde silahlı militan sayısı 20 binin üzerine, lojistik destek sağlayan militan sayısı ise 30 binin üzerine çıkmıştır. Üst akıl bu oyunda DEAŞ’ı PKK/YPG/PYD’nin devlet kurması yolunda kurucu unsur olarak kullanmıştır. Neden mi?

“Merak etmeyin, sizin çocuklarınıza sahip çıkıyoruz!” 

Tarihe şöyle bir bakarsanız, hemen hemen tüm devletler bir kurtuluş savaşından sonra doğmuştur. Üst akıl ise Suriye’de kurmaya çalıştığı uydu devlet için DEAŞ’ı yapay bir düşman şeklinde kullanarak PKK/YPG/PYD’nin sözde kurtuluş savaşını vermesini sağlamaya çalışmaktadır. Bu savaşın bize bir kurtuluş savaşıymış gibi yutturmak için Hollywood tarzı senaryolar uygulamışlardır. Bu senaryolara elbette içeriden de destek gelmiştir. Bu desteği kimlerin verdiğini anlamak istiyorsanız, PKK’nın Suriye koluna, PYD’yi kullanmadan “PKK/YPG” olarak ilk adlandıranlara bakmanız yeterli olacaktır.

Maalesef sonradan birçok kişi sanki bunu normalmiş gibi algılayarak bu şekilde kullanmıştır. Çünkü bilinçli şekilde böyle kullananlara ve kullanılmasını emredenlere göre PYD siyâsî bir kuruluştur ve terörle ilgisi yoktur. Efendilerine böylece çok net mesaj vermektedirler: “Merak etmeyin, sizin çocuklarınıza sahip çıkıyoruz!”  

Kuzey Irak’taki PKK varlığına gelince…

Esad, “PKK/YPG/PYD’yi örtsün, post olsun” diye ayakta tutulmaktadır. PKK/YPG/PYD’nin Türk Ordusu ile SMO’nun önünde duracak gücü yoktur. Irak ise fiilî olarak üçe bölünmüştür ve yabancıların topraklarından petrollerini almasına engel olamamaktadır.

Eskiden 5 bin silahlı PKK’lının olduğu söyleniyordu. Ancak son zamanlarda Kuzey Irak’ta bulunan PKK’lı sayısı hakkında tam olarak bir bilgi bulmak oldukça zor. ABD, Kuzey Irak’ta PKK’yı istemiyor. Çünkü bu bölgede Barzani ve Talabani grupları ile çalışıyor. PKK varlığı ise Barzani ile Talabani’nin varlığını tehdit ediyor. Bu nedenle PKK, Kuzey Irak’ta bizim sınırımız ile İran sınırında sıkışmış durumda. Özellikle bizim sınırımızdan Irak içine 30 kilometrelik alan dağlıktır. 30 kilometre sonra bölgenin ticaret yolu olan ve yaklaşık 10 kilometre genişliğinde, Barzani ve Talabani kontrolündeki Hayat vadisi vardır. Hayat vadisinden sonra ABD’nin onlarca petrol kuyusunun olduğu Gara dağı başlar. Düşünün, PKK sadece sınırımızdan ötede 30 kilometrelik dağlık arazide bulunmaktadır. Bu bölgenin ötesindeki varlığı, burada olduğu kadar güçlü değildir. Yani PKK’nın konuşlandığı yer, ABD petrol yatakları önünde baraj oluşturacak şekildedir. Elbette öyle değildir, öyle olmamasını temenni ediyorum, ama adeta PKK, ABD petrol yataklarının bekçiliğini yapmaktadır!

Şimdi geldiğimiz noktada en büyük soru şudur:

PKK bizim için hangi ülkede en fazla tehlikeyi oluşturmaktadır? Suriye’de mi, yoksa Irak’ın kuzeyinde mi?

Bu soruya cevap vermek bakımından daha önce cevaplanması gereken soru, “PKK’nın ana gelir kaynağı nedir ve hangi ülkededir?” sorusudur.

El-cevap: PKK’nın günümüzde asıl para kaynağı petroldür ve Suriye’nin Rakka ve Deyrizor şehirlerinden bu kaynağı sağlamaktadır.

O zaman ikinci soru şu: PKK’nın silahlı gücü en fazla hangi ülkededir?

Cevap, yine Suriye’dir.

Peki, PKK nerede bir özerk devlet kurmak istiyor?

Bildiniz, Suriye’de! Lojistik destek ekibiyle beraber 50 binden fazla terörist Suriye’dedir.

Sorularımıza çok net verilen bu cevapları sosyal medyadan bile doğru soruları sormak şartıyla bulabiliriz. Burada çok ama çok önemli başka bir soru geliyor akla:

ABD’nin Irak’ta güçlü olmasını istemediği PKK’lı sayısı ne kadardır?

Bu sorunun cevabını tam olarak bilmiyoruz ama bir yıl boyunca etkisiz hâle getirilen terörist sayılarına baktığımız zaman Türkiye’nin dikkatini Suriye’den uzaklaştıracak ve dağlık bölgede az sayıda terörist ile direnebilecek kadar olduğunu söyleyebiliriz.

Bu cevabı doğrulamak için sadece şunu düşünebiliriz:

Eğer Kuzey Irak’a yaptığımız askerî harekâtları Suriye’ye yapsaydık, etkisiz hâle getirilen teröristlerin sayısı kaç kat artardı?

Üst aklın bizden sakladığı bir cevap daha var. O cevabın soru cümlesini şöyle kuralım:

ABD bizim nereye operasyon yapmamızı isterdi? Harekât alanı Ordumuzun tugayları, zırhlı birlikleri ve uçakları için daha rahat olan Suriye’ye mi, yoksa dağlık arazi nedeniyle harekâtın onlarca kat zorlaştığı, az sayıda terörist ile daha çok alanın tutulduğu ve gücün kaydırılması nedeniyle Suriye’ye karşı harekâtın imkânsız hale geldiği Irak’ın kuzeyine mi?

Cevap ne kadar açık ve net, değil mi?


Üst aklın bizden sakladığı bir cevap var. O cevabın soru cümlesini şöyle kuralım: ABD bizim nereye operasyon yapmamızı isterdi? Harekât alanı Ordumuzun tugayları, zırhlı birlikleri ve uçakları için daha rahat olan Suriye’ye mi, yoksa dağlık arazi nedeniyle harekâtın onlarca kat zorlaştığı, az sayıda terörist ile daha çok alanın tutulduğu ve gücün kaydırılması nedeniyle Suriye’ye karşı harekâtın imkânsız hale geldiği Irak’ın kuzeyine mi? Cevap ne kadar açık ve net, değil mi?

Stratejik empati

Değerli okuyucularımız, vatanımızın ve Devletimizin bekâsının sağlam inşâ edilmesi için, üst aklın bize gösterdiği ele değil, arkasındaki eline bakmalı ve meselenin farkına varmalıyız. Üst aklın bizim hassasiyetlerimizi manipüle ederek kendi çıkarları doğrultusunda bizi yönlendirmesine ve gücümüzü etkin kullanmamıza engel olmasına mâni olmalıyız.

Düşünün, Suriye’de daha önce Esad, Rusya ve İran koalisyonu nedeniyle güçlü bir ittifak vardı ve Fırat’ın doğusunda bizim çıkarlarımız ile çatışıyordu. Bu ittifak aynı zamanda dolaylı olarak Fırat’ın doğusunda da karşımıza çıkarılıyordu.

Bugünse oyun değişti. Esad, tarihinin en güçsüz zamanlarında ve kendi askerlerinin parasını veremeyecek kadar malî sıkıntılar içerisinde. Rusya’nın, Batı’nın gösterdiği düşmanlığın yanı sıra kendi bünyesindeki küreselci oligarklardan kaynaklanan güvenlik problemine, İran’ın ise ciddî bir varlık sorununa girmesi, bu iki devletin Esad rejimine verdiği maddî desteği içinde bulunulan süreçte kısıtlamıştır. Suriye’nin güneyinde Esad’a karşı ayaklanmalar başlamıştır. Esad sadece saray ve çevresine hâkim durumdadır. Sosyal medyada da görüldüğü gibi, bazı bölgelerde Esad’ın askerlerinin parasını PKK/YPG/PYD terör örgütü, Rakka ve Deyrizor’dan çıkardığı petrol paraları ile vermektedir.

İran, iç karışıklar nedeniyle tarihinde ilk defa bölünme noktasına gelmiştir. Ermenistan, Karabağ Savaşı’ndan sonra dizleri üzerine çökmüştür. Rusya, Ukrayna’nın Batı’nın desteğini aldığı beklenmeyen direnişi nedeniyle dikkatini sadece kendi bölgesine verebilmektedir.

Burada İran unsuruna biraz daha dikkat çekmek gerekmektedir. Türkiye’nin Kafkaslarda Azerbaycan ile ermek üzere olduğu kavuşmayı görerek bugüne dek gizli yürüttüğü Ermeni ajandasını ayan beyan ortaya koyan İran, üzerinde strateji yürüttüğü haritalarında Suriye topraklarını kendi toprakları içerisinde göstermekten çekinmemektedir. Esad’ı kendisi için bir araç olarak gören İran, bir Suriye-Türkiye iletişimine izin vermemeyi ABD’den daha çok kafasına koymuştur. Zira onun için Suriye’deki tasarrufunu kaybetmek, malî anlamda dibe batmış İran’daki rejimi ideolojik oyunlarla dahi kurtaramayacak bir iflas belgesi olacaktır. Bu anlamda bölgedeki iradesini yitirmemek için hem ABD, hem de terör örgütleriyle işbirliği içine girmesi muhtemeldir, hatta yakındır.

Evet, tüm bunları yan yana getirelim ve cevap verelim:

“Üst akıl” denen Batı’nın ortak aklı bizim yerimizde olsaydı ne yapardı?

Koltuğu bu kadar sallantıda olan Esad ile temas kurar mıydı, yoksa etrafındaki muhalifler ve yetkili askerlerle mi temasa geçerdi?

İleride başına belâ olacak El-Kaide’nin uzantısı olan HTŞ’nin güçlenmesine ve kontrolü dışında legalize edilmesine göz yumar mıydı?

Kendisine düşman olan PKK/YPG/PYD’nin Rakka ve Deyrizor petrollerini kullanarak günden güne güçlenmesine izin verir miydi?


Her ne kadar siyaset ve diplomasi önemli olsa da, ilk ve son sözü askerî gücümüz söyleyecektir.

Son söz

Türkiye, askerî güç olarak yüz yıldır bölgesinde şimdi olduğu kadar ön plâna çıkmamıştır. Güneyde Suriye Hükûmeti bitik hâldedir. Esad ise “PKK/YPG/PYD’yi örtsün, post olsun” diye ayakta tutulmaktadır. PKK/YPG/PYD’nin Türk Ordusu ile SMO’nun önünde duracak gücü yoktur. Irak ise fiilî olarak üçe bölünmüştür ve yabancıların topraklarından petrollerini almasına engel olamamaktadır. İran, iç karışıklar nedeniyle tarihinde ilk defa bölünme noktasına gelmiştir. Ermenistan, Karabağ Savaşı’ndan sonra dizleri üzerine çökmüştür. Rusya, Ukrayna’nın Batı’nın desteğini aldığı beklenmeyen direnişi nedeniyle dikkatini sadece kendi bölgesine verebilmektedir.

Yukarıda saydığımız konjonktür, bizim yüz yılda bir yakalayabileceğimiz fırsatları içermektedir. Bunu sadece biz görmüyoruz, üst akıl da görüyor. Hatta bizden daha iyi görüyor. Bu nedenle “üst akıl” denen Batı’nın ortak aklının bize karşı önünde tuttuğu elinde gösterdiklerine odaklanmayı bırakıp arka elinde sakladıklarına karşı Büyük Türkiye’nin adımlarını atmamız için hiçbir engel yoktur.

Yapmamız gereken tek şey, elimizdeki kaynakların stratejik olarak kullanımının belirlenmesi, taktik olarak sahada olacak kişilerin liyakatli seçilmesi ve bu amaçların Türk milletine çok iyi anlatılması gereğidir. Yoksa yurt dışından icazet alanların ellerinde bu konjonktür eriyip gidebilir!

Her ne kadar siyaset ve diplomasi önemli olsa da, ilk ve son sözü askerî gücümüz söyleyecektir.

Allah, bu kadar güçlü duruma gelmemizde liderlik eden başta Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün Türk milletinin yâr ve yardımcısı olsun!