
EBÛ Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Gerçek zenginlik mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.”
Peygamberimizin işaret ettiği hikmete râm olalım.
Peki, bu hadisi nasıl anlamalıyız?
Muhaddislerin kanaatlerini şöyle özetlemek mümkün: “Zenginlik” denince aklımıza mal, mülk ve servet sahibi olmak gelir. Bu, zenginliğin maddî ve görünen yönüdür. Ama asıl zenginlik bunlardan mı ibarettir? İşin bir başka yönü daha yok mudur? Diğer bir ifadeyle zenginlik, kasa/kese ile başlayıp orada biten bir mesele midir? Hadis, işte bu suallere gayet açık bir cevap vermektedir.
Övgüye ve “zenginlik” demeye lâyık, Allah katında makbul ve ahirette faydası görülebilecek olan zenginlik, mal çokluğundan ibaret olan zenginlik değildir. Asıl zenginlik, malın çokluğuna veya yokluğuna bakılmaksızın gönül tokluğu, kalp zenginliğidir. Kiminin hem malı çoktur, hem gönlü toktur. Ama kimininse malı çoktur fakat gözü açtır, sınırsız bir mal hırsı içindedir. Nereden ve nasıl olursa olsun kazanmak ve mal sahibi olmaktan başka bir düşüncesi yoktur. Böylesi kimseler mal zengini olsalar da gönül fakiri, hırs mahkûmudurlar.
Kimilerinin de malı yoktur ama gönlü toktur. Kimsenin malında mülkünde gözü yoktur. Eline geçenle geçinir. Daha fazla kazanmaya çalışır ama asla rızasızlık, şükürsüzlük etmez, başkalarının kazancına haset çekmez, göz dikmez. Bütün bunlardan dolayıdır ki, hadis-i şerif gerçek zenginliğin mal zenginliğinden çok duygu zenginliği olduğunu ortaya koymuş, gözü ve gönlü aç olanın fakirliğinin aslında mal çokluğu ile telâfi edilemez bir açlık olduğuna dikkat çekmiştir.
Gönül tokluğu, Allah’ın kendisi için verdiği rızka razı olma temeline dayanır. Bu da en büyük zenginlik ve izzettir. Çünkü bunun sonucu Allah’ın taksimine ve emirlerine teslim olmaktır. Allah’ın takdirinin kendisi için daha hayırlı olduğunu kabullenmektir. Bu sebeple gönlü tok olan insan, Allah’tan başka kimseden bir şey istemez, kimseye el açmaz. Tam hürriyet ve şeref işte budur!
Elde ettiğiyle yetinmemek ise, neye sahip olursa olsun, insanı sınırsız bir hırsa, sonu gelmez bir tatminsizliğe sürükler. Gönül tokluğu insanı vakitlerini güzellikler ve mükemmellikler peşinde harcamaya sevk eder. Bitip tükenmeyen bu üstünlükler, yok olmaya mahkûm maddî zenginliklerden elbette insan için daha faydalı ve gereklidir. İlim tahsili ve nefsin kemâli yönünde gösterilen gayretler gerçek zenginliğe kavuşma çabasıdır. Çünkü mal kısa sürede zeval bulur, ilimse bitmek tükenmek bilmeyen bir hazinedir.
Öte yandan hırs ve tatminsizliğin neticesi, fert ve toplum plânında sömürgeciliktir. Gönül tokluğu ise duygu ve uygulama olarak kendi kendine yetmek, kimsenin hakkına tecavüz etmemek demektir. Maddî beklentilerin esiri olmamak için gönül tokluğu gereklidir. Bu arada şuna da işaret edelim ki, kanaat, “bir lokma bir hırka” şeklinde anlatılamaz. Zira kanaat, ele geçen ile geçinmektir, yetinmek değil.
Daha fazla kazanmak ve üretmek için gayret göstermek kanaate aykırı değildir. Ancak sınırsız bir kazanma hırsı içinde olmamak gerekir. Bu hususu İslâm büyükleri, “Dünya elimizde olmalı ama gönlümüze girmemeli” diye ifade etmişlerdir. Herhâlde gerçek zenginlik işte budur. Çünkü gönlü tok kimse, elindekileri harcamasını bilir; gözü aç ya da aşırı derecede cimri olansa kimseye bir şey vermez, kendisi de yeterince istifade etmez, edemez. Böyle birinin zenginliğine asla zenginlik denilmez.
Kur’ân ve Sünnet, hayat dengesinin nasıl olması gerektiğini böyle izah ederken, diğer yanda beşeriyetin ahengini ifsat edenlerin açgözlülüklerini, toplumların geçinme endişesini fırsata çevirmek isteyen, tamahkârlıklarını putlaştıran, hırsları yüzünden adalet duygusuna halel getiren nasipsizlerin durumlarını da ifade eder.