BAZI gündemden düşmüş isimleri “Acaba şimdi nerede, ne yapıyordur?” diye merak ederim. Geçenlerde medyada Mehmet Ali Erbil ile Serdar Ortaç’ın gözaltına alındığı bilgisi geçildi. Bunu görünce tekrar bir dönemin aktörlerinin şimdi neler yapıyor oldukları aklıma düştü. Bu çerçevede son zamanlarda sık sık kullandığım Yapay Zekâ’ya (YZ) başvurdum. YZ’yı güvenilir bir araç olarak değil de kendi bildiklerimi teyit ettirme ya da gündelik bilgi ihtiyacını giderme aracı olarak kullanıyorum.
YZ’ya dedim ki: “1980-2000’li yıllar arasında gazeteci ve televizyoncular, siyasetçileri, sanat ve spor dünyasındaki ünlü isimler kimlerdir?” Gazeteci ve televizyoncu olarak Uğur Dündar, Mehmet Ali Dündar, Reha Muhtar, Çetin Altan, Güngör Mengi, Ali Kırca, Savaş Ay gibi isimleri sıraladı. Siyasetçi olarak da Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz. Sanat ve spor dünyasından ise Kemal Sunal, Barış Manço, Naim Süleymanoğlu, Zeki Müren, Sezen Aksu, Tarkan, İbrahim Tatlıses, Hidayet Türkoğlu, Serdar Ortaç gibi isimleri sıraladı.
Aynı soruyu 2000’li yıllar ve sonrası için sordum. Acun Ilıcalı, Kenan Işık, Ahmet Hakan, Ayşe Arman, Uğur Dündar, Fatih Portakal, Cüneyt Özdemir, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Deniz Baykal, Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Gülben Ergen, Şener Şen, Hadise, Arda Turan, Beren Saat, 2010’lara kadar öne çıkan isimlerdir. 2010’lardan sonra ise Fatih Portakal, Cüneyt Özdemir, Didem Arslan Yılmaz, Ahmet Hakan, İsmail Küçükkaya, Recep Tayyip Erdoğan, Ekrem İmamoğlu, Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli, Acun Ilıcalı, Haluk Levent, Çağatay Ulusoy, Nusret Gökçe, Cedi Osman gibi isimleri verdi.
Bu cevaplarla birlikte şöyle geçmiş kırk yıl gözümün önünden geçti. Bu yazıdaki derdim, YZ’nın vermediği başka isimler olduğunu da düşündürtmek değil. Şöyle bir öncesine bakarak zamanın nasıl akıp gittiğini, dönemsel olarak belli isimlerin nasıl popüler olduğunu ve bir zaman sonra bu isimlerin nasıl unutulup gittiğini anlatmak…
Bu isimlerden vefat edenler var, hâlâ günümüzde popülerliğini koruyanlar var ve gündemden düşüp şu an ne yaptığını bilmediklerimiz var.
Bir on sene, yirmi sene sonra devran dönmeye devam edecek. Yeni gündeme gelenler ve yine gündemden düşenler olacak. Ve geçmiş isimleri zaman geçtikçe insanlar daha az hatırlar olacak. Meselâ Kenan Evren darbe yapıp kendini Cumhurbaşkanı ilân ettiğinde en zirvede idi. Sonra görev süresi bitip Marmaris’e çekilince gündemden bir düzey geriye düştü. Sonra 12 Eylül sorgulanırken bir ara tekrar hatırlandı. Sonra hayata veda etti. Şimdi nüfusun yarısı neredeyse sadece ismine âşinadır, ne zaman ne yaptığını bile bilmez.
Süleyman Demirel’i düşünelim. Türkiye’nin siyasî hayatında uzun yıllar gündemdeydi. Siyasî kavgaları, esprileri, konuşma tarzı, siyaset manevraları, şapka sallayışı gözümüzün önüne geliyor. 28 Şubatçılara selam duruşu ve yeniden cumhurbaşkanı olabilmek için verdiği mücadele gündemden düşmeme mücadelesi olarak yorumlanabilir. Ama hırs tükenmese de ömür tükeniyor işte. Yaşlanıyoruz, dermanımız kalmıyor ve artık geriye çekilmekten başka bir çaremiz kalmıyor.
Yine tecrübelilerimiz Ali Kırca’yı ATV’den, yaptığı Siyaset Meydanı programından, sunduğu ana haber bülteninden filan hatırlayacaktır. Parladığı zamanlar neredeyse Türkiye’nin bir numaralı televizyoncusu idi. Gayet entelektüel bir hava verir, elini çenesine götürür, sorar, sorgulardı. Bir ara ismi bir konu ile lekelendi, sonra yavaştan piyasadan çekildi. Şimdi nerede ve ne yapıyor olduğunu bilmiyoruz.
Ölenler de kalanlar da isimleri zikredilince kendilerini hatırlamamıza vesile olan olumlu ya da olumsuz bazı çağrışımlara sahip. Herkes kendi ideolojik penceresinden bakarak gündemden düşmüş popüler isimlerin olumsuz ya da olumlu yönlerini hatırlıyor. Ama realite şu ki, hiç kimse sonsuza dek kalmıyor. Her doğan ölüyor, her başlayan bitiyor, her yeni eskiyor...
Bu değerlendirmeyi “Ne idi, ne oldu?” diyerek hemen herkes için yapabiliriz. Ama asıl düşünmemiz gereken konu başkalarında gördüğümüz bu durumu kendi açımızdan da düşünebilmemiz.
Arthur Schopenhauer’in bir sözü var: “Eğer hayatımız sonsuz ve ızdırapsız olsaydı dünyanın neden var olduğunu ve neden tam da bu şekilde var olduğunu sormak muhtemelen kimsenin aklına gelmez, her şey tamamen doğal olarak kabul edilirdi.” Buradan anlıyoruz ki, hayata anlam veren acı ve ızdıraplar, fânilik ve kaçınılmaz son olan ölüm. Hayatımızın temel kodu geçicilik olmasaydı, bir şekilde ölecek olmasaydık hayatı bu kadar anlamlandırma ihtimalimiz olur muydu? Ölüm olmasaydı bu kadar acı ve ızdıraba nasıl tahammül edebilirdik?
Toplum perspektifinden baktığımız zaman dönemler, aktörler nasıl da devranın döndüğünü, konuları, gündemleri, insanları bir bir elediğini gösteriyor. Aynı şey bizim için de geçerli. Değişen sadece başkaları değil, biz de geldik ve geçiyoruz. Bir müddet sonra biz de ünsüzleşeceğiz. Önce şimdikinden bir düzey alta düşecek, sonra elden ayaktan düşüp en son ölümle bu dünyadaki yolculuğumuzu tamamlayacağız. Ya da hazırlıksız ve sürpriz bir şekilde fâni hayata veda edip gideceğiz.
20 yıl sonrasında nerede olacağız? Ya 50 yıl sonrasında? Çoğumuzun devri bitmiş ve ünü gitmiş olacak. Ve unutulup gideceğiz. İster ünlü olun ister ünsüz, bu netice değişmeyecek.
Ünlü olmak, popüler olmak, zirvede olmak, bir numara olmak… Hepsi fâni. Bir gün son buluyor. Zirvelere alıştığımızda oradan inmeyi bir türlü kabullenemiyoruz. Ya da bu dünyadan kolayca vazgeçemiyoruz. Ama biz istesek de istemesek de devran dönüyor. Hepimiz ünsüzleşeceğiz. Önemli olan, yaşarken yaptıklarımız, akılda kısa da olsa bir süre kalacak olanlar ve yanımızda götürebildiklerimiz...