ZAMAN zaman üniversitelerin durumu ile ilgili yazılar
yazıyoruz. Sorunlar parça parça dillendirilse de birbirinden bağımsız değil. Bu
açıdan meseleyi bütün olarak değerlendirecek, uzun yıllar üzerine yeni bir şey
konuşmaya gerek kalmayacak şekilde bir reform ihtiyacı kendini hissettiriyor.
Bu yazıda daha çok öğrenci kontenjanları üzerinde duracağız.
Birkaç senedir işâret vermekteydi ama 2021 YKS
yerleştirmelerinde en üst perdeden uyarı geldi. Bir zamanların önemli
bölümlerini, temel bilim alanlarını bazı üniversiteler hâriç pek tercih eden
olmadı. İşletme, iktisat, fizik, kimya, biyoloji gibi bölümler pek tercih edilmedi.
Önlisans programlarının durumu ise daha kötü. Özellikle ilçelerde açılan okullara
itibar eden olmadı. Gözde meslekler bile alârm vermeye başladılar.
Her ile üniversite açmak eğitime erişim açısından
faydalı olsa da açılan okulların türü ve kontenjan plânlamaları yanlış olunca
ve sektörel bağlantılar tam kurtulamayınca 10-15 senelik süre zarfında
üniversite okumanın anlamı ve önemi kayboldu. Eskiden imaj ve itibar vesilesi
olan üniversite bitirmenin, belli üniversiteler ve bölümler dışında bir esprisi
kalmadı. Hâttâ sıradan bir üniversitenin sıradan bir bölümünü bitirmek, sizi
toplumsal imaj açısından alt sıralara atıvermektedir. Çünkü hiç üniversite
okumamak “Ben kendi işimi kendim
görüyorum” mesajı verirken, sıradan bir üniversite mezunu olmaksa sizin
ufkunuzu daraltmakta ve yapacaklarınızı sınırlandırmaktadır.
Üniversitelerin okuyanlara iki yönden faydasının
olması gerekiyor: (1) Kişinin entelektüel gelişimine katkı sağlamak, (2) mezuniyet
sonrasında size çalışma fırsatı verecek bir meslekî bilgi ve beceri
kazandırmak.
Şimdi bu iki kriter açısından meseleye bakalım.
Entelektüel gelişim, kişinin hayat kalitesini
yükseltecek, meselelere daha bütüncül bakabilecek, diğer insanlardan daha
farklı bakış açılarıyla olayları analiz edebilecek bir gelişim türüdür. Bunun
içerisine nerede ve nasıl davranacağını bilen, insan ilişkileri iyi, toplumsal
sorumlulukların farkında olan insanî yönleri de ekleyebiliriz. Normalde
üniversitelerden mezun kişilerin okuduğu bölümden bağımsız böyle bir gelişimi
sağlayabilmesi gerekir. Böyle olduğu takdirde üniversite okumak, kısa yoldan
bir iş imkânı sağlamasa bile anlamlı olur.
Hangi işi yaparsa yapsın, kişi o işe anlam katar,
toplumsal hayatın niteliği artar. Bu mesele, üniversitenin öğretim yönünden çok,
eğitim tarafıyla ilgilidir. Üniversitede oluşturulan kültür, akademik
personelin tutum ve davranışları, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının
inisiyatif alarak gerçekleştirdiği programlar ile sağlanabilir. Bunun için
öğrenci ve öğretim elemanları arasında iletişim ve etkileşim imkânlarının
olması gerekir. Öğretim elemanları da iş olsun diye buralarda görev alan
kişilerden değil, akademisyenliği bir yaşam tarzı hâline getirmiş, insanlara
faydalı olmayı misyon edinmiş, her hâliyle üniversite hocası ağırlığını
üzerinde taşıyan kişiler olmalıdırlar.
Peki, bizim üniversitelerimiz bunu ne kadar sağlıyor? Ortalama
bir üniversite mezununun bu gelişimi iyi bir şekilde tamamladığını
söyleyemiyoruz maalesef. Üniversite eğitimi boyunca bir şekilde dersleri geçme
ve diploma almanın dışında kendini geliştirme ihtiyacı hisseden çok fazla
öğrenci yok. Çoğu öğrenci için bu süreç, dar bir arkadaş çevresiyle hayata dair
sorumlulukların geçici olarak ertelendiği zamanlardır. Bu süre genellikle
öğrencinin kendisine ve çevresine fayda sağlamayan boş şeylerle geçirilir.
Meslekî gelişim de kişinin belli bir alana özgü bilgi ve beceri
kazanmasıyla ilgilidir. Üniversite kişiye mezuniyet sonrasında, dışarıda öğrenemeyeceği
bilgileri öğretir, uygulama imkânlarıyla beceriler kazandırır. Böylelikle kişi,
bir mesleği yapabilme ehliyetine sahip olur.
Yine ortalama bir üniversite mezununun piyasaya
çıktığı zaman işinin gereklerine vâkıf, yeni bilgiler edinmiş ve bunları
uygulayabilecek özgüvene sahip olduğunu söylemek zordur. Maalesef
üniversitelerimiz piyasanın gerisindedir. Bilgi ve teknolojik gelişmelerin
dinamiği bütün üniversiteler tarafından tam olarak takip edilememektedir.
Özellikle altyapı oluşturulmadan hızla açılan bölümlerde bu sorun hâd
safhadadır.
Bu iki kriteri açıkladıktan sonra şu soruyu soralım: “Eğer
üniversite benim entelektüel gelişimime katkı yapmayacaksa ve aldığım diploma
ile piyasada iş yapma imkânım olmayacaksa, ben neden üniversite okuyayım? Neden
dört senemi, bazen de harç ücreti ödeyerek üniversite okumak için harcayayım?”
Bu sorgulama eskiden daha az kişi tarafından
dillendirilirken, bugün gençlerin tercihlerini de etkileyecek derecede yaygın
hâle gelmiştir. İşte bu yüzden birçok bölüm, üniversite okumak için bir seçenek
olmaktan çıkmıştır. İyi üniversiteler hâlâ bir toplumsal imaj kaynağı ve iyi
bölümler de hâlâ bir iş bulma vesilesidirler. Bunların dışında kalanlarsa
yılların boşa gittiği, sonucunda bir fayda elde edilemeyecek, bu yüzden de
boşuna masraf edilmemesi gereken bölümlerdir.
Bu düşünce tarzı sebebiyle kontenjanlar boş kalmakta,
bölümleri tercih eden öğrencilerin başarı sıralamaları gerilemekte ve
üniversitelerin çoğu alârm vermektedir.
Bu uyarı sebebiyle, yazının başında da belirtildiği gibi,
yama tedbirler yerine yeni bir perspektifle meseleye el atılmalıdır. Bu
kapsamda kontenjan sorunu ile ilgili olarak aşağıdaki konular çalışılmalıdır.
Kontenjanlar: Üniversitelerin kontenjanları yarı yarıya
azaltılmalıdır. Gelişmiş ülkelerin standartlarıyla karşılaştırıldığında
Türkiye’de üniversite öğrenci sayısının toplam nüfusa oranı hayli yüksektir. Bu
kendini geliştirmek ve bir meslek sahibi olmak isteyenlerle ite kaka
üniversiteye gelenleri aynı havuzun içinde toplamak demektir. Üniversitelerin
kalitesini düşüren en büyük faktör budur. Kontenjanların şu an tüm bölümlerde
yarıya indirilmesi bile tek başına üniversite okumayı tekrar anlamlı hâle
getirebilecektir.
İkinci öğretim programları: Daha önce açılan
ve kontenjanın arttırmanın farklı bir yolu olan ikinci öğretim programları,
çoğu üniversitede kendiliğinden kapanma dönemine girmiştir. Böyle bir yöntem,
misyonunu tamamlamıştır. Alınacak bir kararla tüm ikinci öğretim programları
kapatılmalıdır.
Önlisans programları: Önlisans programları meslekî
eğitim açısından yeniden tasarlanmalı, üniversite eğitiminin dışında ya da
üniversite eğitiminin içinde özellikli bir yerde konumlandırılarak piyasanın
ihtiyacına cevap verecek şekilde ve uygulama ağırlıklı olarak eğitim
vermelidir. Meslekî beceri kazanma beklentilerine bu programlar cevap
verebilmelidir. Lisans eğitimi belli alanlarda, az sayıda, daha çok üst düzey
meslekî bilgi ve beceriye sahip olacak kişiler için olmalıdır.
Piyasanın ihtiyacı ile örtüşme: Açılan bölümler, yukarıda
açıkladığımız iki temel amaca hizmet etmelidirler; entelektüel gelişim ile
meslekî bilgi ve beceri kazandırmak. Türkiye gibi gelişim sürecinde olan
ülkelerde üniversiteler bir süre daha iş ve istihdam kapısı olmaya devam
edeceğinden, açılan bölümler ile piyasanın ihtiyaçlarının örtüştürülmesine
çalışılmalıdır. Sırf öğrenciler tercih ediyor diye açılan bölümler ve arttırılan
kontenjanlar bir süre sonra zayi olmuş onca emek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’nin her alanda yetişmiş insan gücüne ihtiyacı vardır ama meselâ bu
kadar fazla inşaat mühendisine ihtiyacı var mıdır? Bunun yerine inşaatlarda
çalışabilecek teknikerler, işçiler, sıvacılar, kalıpçılar daha elzem bir
ihtiyaçtır. Bu da mühendislerle değil, meslek liseleriyle, olmadı önlisans
programlarıyla ilişkilendirilerek çözülmelidir.
Netîce olarak, üniversite sayısı çoğalmalı, öğrenci
sayısı azaltılmalıdır. Üniversite yöneticileri için öğrenci sayısı, çok bölüm
açmak ve ilçelere meslek yüksekokulları kurmak bir övünç kaynağı olmaktan
çıkmalıdır. Öğrencilere, üniversiteye gitmeden de iş ve meslek sahibi olunacak
fırsatlar sunulmalı, herkesin mutlaka üniversite okuması gerektiği algısı
ortadan kaldırılmalıdır. Alârm vermeye başlayan üniversitelere biz müdahale
etmezsek, kendiliğinden gerçekleşecek değişim ve dönüşüm çok daha dramatik
olacaktır!