Üniversitelere bir şeyler oluyor!

Üniversite sayısı çoğalmalı, öğrenci sayısı azaltılmalıdır. Üniversite yöneticileri için öğrenci sayısı, çok bölüm açmak ve ilçelere meslek yüksekokulları kurmak bir övünç kaynağı olmaktan çıkmalıdır. Öğrencilere, üniversiteye gitmeden de iş ve meslek sahibi olunacak fırsatlar sunulmalı, herkesin mutlaka üniversite okuması gerektiği algısı ortadan kaldırılmalıdır. Alârm vermeye başlayan üniversitelere biz müdahale etmezsek, kendiliğinden gerçekleşecek değişim ve dönüşüm çok daha dramatik olacaktır!

ZAMAN zaman üniversitelerin durumu ile ilgili yazılar yazıyoruz. Sorunlar parça parça dillendirilse de birbirinden bağımsız değil. Bu açıdan meseleyi bütün olarak değerlendirecek, uzun yıllar üzerine yeni bir şey konuşmaya gerek kalmayacak şekilde bir reform ihtiyacı kendini hissettiriyor. Bu yazıda daha çok öğrenci kontenjanları üzerinde duracağız.

Birkaç senedir işâret vermekteydi ama 2021 YKS yerleştirmelerinde en üst perdeden uyarı geldi. Bir zamanların önemli bölümlerini, temel bilim alanlarını bazı üniversiteler hâriç pek tercih eden olmadı. İşletme, iktisat, fizik, kimya, biyoloji gibi bölümler pek tercih edilmedi. Önlisans programlarının durumu ise daha kötü. Özellikle ilçelerde açılan okullara itibar eden olmadı. Gözde meslekler bile alârm vermeye başladılar.

Her ile üniversite açmak eğitime erişim açısından faydalı olsa da açılan okulların türü ve kontenjan plânlamaları yanlış olunca ve sektörel bağlantılar tam kurtulamayınca 10-15 senelik süre zarfında üniversite okumanın anlamı ve önemi kayboldu. Eskiden imaj ve itibar vesilesi olan üniversite bitirmenin, belli üniversiteler ve bölümler dışında bir esprisi kalmadı. Hâttâ sıradan bir üniversitenin sıradan bir bölümünü bitirmek, sizi toplumsal imaj açısından alt sıralara atıvermektedir. Çünkü hiç üniversite okumamak “Ben kendi işimi kendim görüyorum” mesajı verirken, sıradan bir üniversite mezunu olmaksa sizin ufkunuzu daraltmakta ve yapacaklarınızı sınırlandırmaktadır.

Üniversitelerin okuyanlara iki yönden faydasının olması gerekiyor: (1) Kişinin entelektüel gelişimine katkı sağlamak, (2) mezuniyet sonrasında size çalışma fırsatı verecek bir meslekî bilgi ve beceri kazandırmak.

Şimdi bu iki kriter açısından meseleye bakalım.

Entelektüel gelişim, kişinin hayat kalitesini yükseltecek, meselelere daha bütüncül bakabilecek, diğer insanlardan daha farklı bakış açılarıyla olayları analiz edebilecek bir gelişim türüdür. Bunun içerisine nerede ve nasıl davranacağını bilen, insan ilişkileri iyi, toplumsal sorumlulukların farkında olan insanî yönleri de ekleyebiliriz. Normalde üniversitelerden mezun kişilerin okuduğu bölümden bağımsız böyle bir gelişimi sağlayabilmesi gerekir. Böyle olduğu takdirde üniversite okumak, kısa yoldan bir iş imkânı sağlamasa bile anlamlı olur.

Hangi işi yaparsa yapsın, kişi o işe anlam katar, toplumsal hayatın niteliği artar. Bu mesele, üniversitenin öğretim yönünden çok, eğitim tarafıyla ilgilidir. Üniversitede oluşturulan kültür, akademik personelin tutum ve davranışları, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının inisiyatif alarak gerçekleştirdiği programlar ile sağlanabilir. Bunun için öğrenci ve öğretim elemanları arasında iletişim ve etkileşim imkânlarının olması gerekir. Öğretim elemanları da iş olsun diye buralarda görev alan kişilerden değil, akademisyenliği bir yaşam tarzı hâline getirmiş, insanlara faydalı olmayı misyon edinmiş, her hâliyle üniversite hocası ağırlığını üzerinde taşıyan kişiler olmalıdırlar.

Peki, bizim üniversitelerimiz bunu ne kadar sağlıyor? Ortalama bir üniversite mezununun bu gelişimi iyi bir şekilde tamamladığını söyleyemiyoruz maalesef. Üniversite eğitimi boyunca bir şekilde dersleri geçme ve diploma almanın dışında kendini geliştirme ihtiyacı hisseden çok fazla öğrenci yok. Çoğu öğrenci için bu süreç, dar bir arkadaş çevresiyle hayata dair sorumlulukların geçici olarak ertelendiği zamanlardır. Bu süre genellikle öğrencinin kendisine ve çevresine fayda sağlamayan boş şeylerle geçirilir.

Meslekî gelişim de kişinin belli bir alana özgü bilgi ve beceri kazanmasıyla ilgilidir. Üniversite kişiye mezuniyet sonrasında, dışarıda öğrenemeyeceği bilgileri öğretir, uygulama imkânlarıyla beceriler kazandırır. Böylelikle kişi, bir mesleği yapabilme ehliyetine sahip olur.

Yine ortalama bir üniversite mezununun piyasaya çıktığı zaman işinin gereklerine vâkıf, yeni bilgiler edinmiş ve bunları uygulayabilecek özgüvene sahip olduğunu söylemek zordur. Maalesef üniversitelerimiz piyasanın gerisindedir. Bilgi ve teknolojik gelişmelerin dinamiği bütün üniversiteler tarafından tam olarak takip edilememektedir. Özellikle altyapı oluşturulmadan hızla açılan bölümlerde bu sorun hâd safhadadır.

Bu iki kriteri açıkladıktan sonra şu soruyu soralım: “Eğer üniversite benim entelektüel gelişimime katkı yapmayacaksa ve aldığım diploma ile piyasada iş yapma imkânım olmayacaksa, ben neden üniversite okuyayım? Neden dört senemi, bazen de harç ücreti ödeyerek üniversite okumak için harcayayım?”

Bu sorgulama eskiden daha az kişi tarafından dillendirilirken, bugün gençlerin tercihlerini de etkileyecek derecede yaygın hâle gelmiştir. İşte bu yüzden birçok bölüm, üniversite okumak için bir seçenek olmaktan çıkmıştır. İyi üniversiteler hâlâ bir toplumsal imaj kaynağı ve iyi bölümler de hâlâ bir iş bulma vesilesidirler. Bunların dışında kalanlarsa yılların boşa gittiği, sonucunda bir fayda elde edilemeyecek, bu yüzden de boşuna masraf edilmemesi gereken bölümlerdir.

Bu düşünce tarzı sebebiyle kontenjanlar boş kalmakta, bölümleri tercih eden öğrencilerin başarı sıralamaları gerilemekte ve üniversitelerin çoğu alârm vermektedir.

Bu uyarı sebebiyle, yazının başında da belirtildiği gibi, yama tedbirler yerine yeni bir perspektifle meseleye el atılmalıdır. Bu kapsamda kontenjan sorunu ile ilgili olarak aşağıdaki konular çalışılmalıdır.

Kontenjanlar: Üniversitelerin kontenjanları yarı yarıya azaltılmalıdır. Gelişmiş ülkelerin standartlarıyla karşılaştırıldığında Türkiye’de üniversite öğrenci sayısının toplam nüfusa oranı hayli yüksektir. Bu kendini geliştirmek ve bir meslek sahibi olmak isteyenlerle ite kaka üniversiteye gelenleri aynı havuzun içinde toplamak demektir. Üniversitelerin kalitesini düşüren en büyük faktör budur. Kontenjanların şu an tüm bölümlerde yarıya indirilmesi bile tek başına üniversite okumayı tekrar anlamlı hâle getirebilecektir.

İkinci öğretim programları: Daha önce açılan ve kontenjanın arttırmanın farklı bir yolu olan ikinci öğretim programları, çoğu üniversitede kendiliğinden kapanma dönemine girmiştir. Böyle bir yöntem, misyonunu tamamlamıştır. Alınacak bir kararla tüm ikinci öğretim programları kapatılmalıdır.

Önlisans programları: Önlisans programları meslekî eğitim açısından yeniden tasarlanmalı, üniversite eğitiminin dışında ya da üniversite eğitiminin içinde özellikli bir yerde konumlandırılarak piyasanın ihtiyacına cevap verecek şekilde ve uygulama ağırlıklı olarak eğitim vermelidir. Meslekî beceri kazanma beklentilerine bu programlar cevap verebilmelidir. Lisans eğitimi belli alanlarda, az sayıda, daha çok üst düzey meslekî bilgi ve beceriye sahip olacak kişiler için olmalıdır.

Piyasanın ihtiyacı ile örtüşme: Açılan bölümler, yukarıda açıkladığımız iki temel amaca hizmet etmelidirler; entelektüel gelişim ile meslekî bilgi ve beceri kazandırmak. Türkiye gibi gelişim sürecinde olan ülkelerde üniversiteler bir süre daha iş ve istihdam kapısı olmaya devam edeceğinden, açılan bölümler ile piyasanın ihtiyaçlarının örtüştürülmesine çalışılmalıdır. Sırf öğrenciler tercih ediyor diye açılan bölümler ve arttırılan kontenjanlar bir süre sonra zayi olmuş onca emek olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin her alanda yetişmiş insan gücüne ihtiyacı vardır ama meselâ bu kadar fazla inşaat mühendisine ihtiyacı var mıdır? Bunun yerine inşaatlarda çalışabilecek teknikerler, işçiler, sıvacılar, kalıpçılar daha elzem bir ihtiyaçtır. Bu da mühendislerle değil, meslek liseleriyle, olmadı önlisans programlarıyla ilişkilendirilerek çözülmelidir.

Netîce olarak, üniversite sayısı çoğalmalı, öğrenci sayısı azaltılmalıdır. Üniversite yöneticileri için öğrenci sayısı, çok bölüm açmak ve ilçelere meslek yüksekokulları kurmak bir övünç kaynağı olmaktan çıkmalıdır. Öğrencilere, üniversiteye gitmeden de iş ve meslek sahibi olunacak fırsatlar sunulmalı, herkesin mutlaka üniversite okuması gerektiği algısı ortadan kaldırılmalıdır. Alârm vermeye başlayan üniversitelere biz müdahale etmezsek, kendiliğinden gerçekleşecek değişim ve dönüşüm çok daha dramatik olacaktır!