Üniversitelerde çalışılması gereken problem alanları

Bu yazıda, üniversitelerde kendini öncelikli ve önemli hissettiren temel problemlere dikkat çekilmiştir. Bu konuların sağlıklı bir zemine oturtularak çözülmesi, diğer birçok problemin de önüne geçebilecektir.

BOĞAZİÇİ Üniversitesine yeni rektör ataması, kamuoyunun dikkatini rektör atamalarına ve atama yöntemlerine çevirdi.

Bazı kaos simsarları buradan bir kriz çıkarma derdine düştüler. Biz atanan hocanın bilgi ve tecrübesi ile ilgili bir problem olduğuna inanmıyoruz. Bu vesile ile bu yazıda, rektör atamalarının da olduğu son yıllarda üniversitelerde belirginleşen beş temel probleme dikkat çekmek istiyoruz.

***

1. Rektör atamaları: Rektör atamaları önceden öğretim üyelerinin katıldığı bir seçimle en çok oyu alan altı kişinin (profesör unvanlı) YÖK’e gönderilmesi, YÖK’ün listenin yarısını eleyerek kalan üç ismi Cumhurbaşkanına göndermesi, Cumhurbaşkanının da üç isim arasından birisini ataması şeklindeydi.

Şimdi ise YÖK üniversiteler için çağrıya çıkıyor, profesör unvanlı kişiler müracaat edebiliyor, YÖK bunlar arasından üç kişiyi belirleyip Cumhurbaşkanına sunuyor, Cumhurbaşkanı da üç isimden birisini rektör olarak atıyor.

İki sistemi kıyasladığımızda, ikisinin de problemli tarafları olduğu tespitini bir kenara koymamız lâzım. Ancak iyi çalıştırılırsa ikisinden de iyi rektörler çıkabilir. Burada mesele, sistem meselesinden çok, o sistemin işletilmesinde yetkili mekanizmaların inisiyatiflerini ne yönde ve nasıl kullandıkları ile ilgilidir.

İlkinde sistemin öğretim üyeleri arasında gruplaşmalara sebep olması, bir oy alanların dahi rektör olarak atanabilmesi, çok oy almanın anlamsızlaşması, YÖK ve Cumhurbaşkanlığı üzerinde etkili olabilecek isimlerin aracılığı gibi durumlar ortaya çıkıyordu.

İkincisinde ise öğretim üyelerinin hiç tanımadığı ve bilmediği isimlerin atanmasının mümkün olması, yine adayların YÖK ve Cumhurbaşkanlığı üzerinde etkili olabilecek isimler araması, liyakatin ötelenebilmesi mümkün olabilmektedir.

Netîce olarak iki yöntem de iyi bir çözüm değildir. Rektörler üniversiteler için önemli isimlerdir. Bir üniversite rektörle var olur ya da rektörle birlikte ciddî itibar kaybedebilir. Bu sebeple, iki sistemin de iyi ve kötü tarafları düşünülerek üçüncü ve yeni bir rektör atama yöntemi bulunmalıdır. Bu yöntemde de üniversitelere atanan isimler, üniversiteleri eğitim, araştırma ve bilim merkezleri yapma noktasında gerçek mânâda ileriye taşıyacak liyakatli kişiler olmalıdır.

***

2. Doçentlik sınavları: Türkiye’de doçentlik süreci hızlandırılmıştır ve unvan almak eskiye nazaran daha da kolay hâle gelmiştir. Doçentliğin kolaylığı profesörlüğün de kolay hâle gelmesi ve nicelik olarak bu unvandaki öğretim üyesi sayısında artma demektir. Meselenin diğer tarafından baktığımızda, unvan arttıkça öğretim üyelerine verilen sorumluluklar da artmaktadır. Hızlı terfiler öğrencileri, araştırmaları ve bilimsel faaliyetleri etkilemekte ve nitelik düşmektedir.

Sistemin bir yerinde meydana gelen aksama bütüne yansımakta, lisansüstü tezler ve bilimsel araştırmaların niteliği de bu sebeple etkilenmektedir. Eskiden eser incelemesinden geçen adaylar mülâkata alınır ve yaptıkları çalışmaları beş kişilik jüri önünde savunurlardı. Şimdi ise sadece makale, bildiri ve kitap çalışmalarına dosya üzerinden bakılıyor, adayın isminin yer aldığı eserlere hâkimiyeti veya çalıştığı bilimsel disiplinin derinliğine vâkıf olup olmadığı sorgulanamıyor.

Mülâkatlarda ideolojik davranan, kişisel hesap peşine düşen jüri üyeleri olsa da sistem, doçent adayının kendi alanına dair hem eserleri, hem de bilgisiyle hazır olmasını zorunlu kılıyordu. Buradan hareketle, bazı keyfî ve ideolojik hesap peşinde koşacak jüri üyelerine dair gerekli tedbirler alınarak doçentlik sözlü sınavları tekrar getirilmelidir. Böylelikle hem bilimsel eser ortaya koyan, hem de alanının derinlikli bilgisine vâkıf olabilenler doçent unvanı alabilecektir.

***

3. Bilimsel çalışmalar, yüksek lisans ve doktora tezleri: Uzun zamandır etik duyarlılığı olan akademisyenlerin de gündeminde olan bir konu vardı; para ile tez yazan kişiler ya da “danışmanlık ofisleri” gibi adlarla ortaya çıkıp tez yazan oluşumlar… Nihâyet geçenlerde YÖK bunlara dair bir suç duyurusunda bulundu. Akademik sistemin içinde doktora tezini para vererek yazdıran, böylelikle “Dr.” unvanı alan, bilimsel çalışmalarını da parayla başkalarına yaptıran, eser dosyasını da tamamladıktan sonra “doçent” unvanı alan kişilerin olduğunu düşündüğümüzde, akademinin temeline dinamit atıldığı anlaşılacaktır.

Sadece bu işi yapan kişi ya da ofislerle mücadele etmek eksik kalacaktır; buna tevessül eden kişiler ve neden bu tür yollara başvurdukları da irdelenmelidir.

Akademinin kapısı herkese açık olmalı ancak işini hakkıyla yapabilecekler devam edip terfi edebilmelidir. Araştırmacının kendisinin emek harcamadığı, işin teorik ve pratik bilgisini öğrenmediği ve işin içinde olmadığı tezden ya da bilimsel çalışmalardan bir fayda gelir mi?

Bu konuda gerekirse bir seferberlik başlatılmalı, lisansüstü öğrencilerin ve öğretim elemanlarının akademik ahlâk hassasiyeti arttırılmalıdır.

***

4. Akademiye girişler, atamalar ve terfiler: Akademiye giriş sınavlarında ciddî problemler yaşanabiliyor. Bu konuyla ilgili bir araştırma da yürütmekteyiz. Genç bir akademik yeteneğin, elinden tutacak bir tanıdığı yok ise bilgisinin gücüyle akademiye giriş her zaman mümkün olmamaktadır. Bu da gerçekten akademik hedefleri olan, bu konuda bir ideali ortaya koyacak akademik yeteneklerin gözünü korkutmaktadır.

Türkiye’de merkezî olarak denetlenmeyen alanlarda maalesef kişisel inisiyatiflerle istismarlar çoğalabilmektedir. Şu anki sistemin bazı yönlerle elden geçirilmesi ve bir alternatif olarak da merkezî plânlamalarla akademiye girişin mümkün hâle getirilmesi gerekmektedir. Daha önceden tecrübe ettiğimiz ÖYP benzeri bir sistem tekrar düşünülebilir. Böylelikle yetenekli gençlere akademinin kapısını açmış oluruz.

***

5. İkinci öğretim programları: Türkiye’de üniversite kapılarında yığılmaları önlemek adına mevcût okulların kapasitesini iki katına çıkaran ikinci öğretim uygulamalarının misyonunu tamamladığını düşünüyorum. Eskisi kadar cazip olmayan, mâlî açıdan da sürdürülebilirliği kalmayan ve birinci öğretim programlarının işleyişini etkileyen ikinci öğretim programları, merkezî bir kararla toptan kapatılmalıdır. Bundan sonraki süreçlerde karma eğitim yöntemleri (yüz yüze ve dijital plâtformlarda yapılacak eğitimler) ikinci öğretimin öğrencilere tanıdığı esnekliği (hem çalışıp hem okuma gibi) sağlayabilecektir.

Öğretim elemanlarının ders yükü azalacak ve eğitimden daha geride kalan araştırma yönüne imkân ve fırsat tanınmış olacaktır.

***

Bu beş konunun dışında başka meseleler de bulunmakla birlikte, bu yazıda, üniversitelerde kendini öncelikli ve önemli hissettiren temel problemlere dikkat çekilmiştir. Bu konuların sağlıklı bir zemine oturtularak çözülmesi, diğer birçok problemin de önüne geçebilecektir.