Üniversite okumak cehâleti artırır mı?

Okuduğu bölüme dair sınavlarda çıkacak sorulara cevap verecek kadar bilgi ezberlemek dışında gönlünü, zihnini ve zamanını alanın derinlikli bilgisini elde etmeye, bunu kendine, çevresine ve tüm insanlığın faydasına sunmaya, okumaya ve araştırmaya harcayan öğrenci yüzdesi ne kadardır acaba?

TERCİH zamanlarında üniversitelerin “Bizi tercih edin” temalı kampanyalarını görüyoruz. Her biri bir yönünü öne çıkararak öğrencilerin dikkatini çekmeye çalışıyor.

Sosyal medya üzerinden hocalar, ne kadar önemli bir üniversite ya da bölüm olduklarına dair paylaşımlar yapıyorlar.

Bu yazıda, kendisi de bu işlerle uğraşan biri olarak işin pek gündeme getirilmeyen tarafına dikkat çekmeye çalışacağız…

Her şeyden önce üniversite okumak, eski zamanlarla kıyaslandığında anlamını kaybetmiştir. Üniversite mezunu olanlar artık toplumda eski gördükleri itibara sahip değiller. Üniversite bitirmiş olmak hem meslekî, hem de kişisel gelişim açısından insanlara eskisi kadar katkı yapmıyor. Hele bazı sektörlere “Üniversite mezunuyum” diye gittiğinizde, “Diploma almış ama bir şeyden anlamaz” diyerek daha da hakir görülüyorlar. Siz de neredeyse üniversite okuduğunuzu saklayacak hâle geliyorsunuz.

Alaylı olanlar, işe uygulamalı olarak kökten başlayanlar, üniversite mezunlarına göre işten daha iyi anlıyorlar.

Üniversite okuyarak işi hem teorik, hem de pratik olarak öğrenen istisnaları bir tarafa koyarak düşünelim: Hiç okumamış ama seralarda büyümüş bir çiftçi ile ziraat mühendisini, hiç okumamış ama tornacının yanında yetişmiş bir sanayi ustası ile makine mühendisini, okul yüzü görmemiş ama sokaklarda simit satarak başladığı hayatına işadamı olarak devam eden bir girişimci ile bir işletme mezununu aklımıza getirelim… Üniversite okumayan, ayne’l-yakîn (görerek öğrenme) ve hakke’l-yakîn (yaşayarak öğrenme) ile yetişiyor, üniversite okuyan ise ilme’l-yakîn (kitabî olarak öğrenme) ile...

Hâliyle bir üniversite sadece kitabî  (nazarî/teorik) olarak eğitim verir, işin pratik tarafına eğilemez ise, öğrencileri dört sene meşgul etmesinin bir anlamı olmayacaktır.

Üniversiteler sadece meslek edindiren kurumlar olarak görülmektedir. Bu da üniversite eğitiminin kapsamını, anlamını ve derinliğini kaybettirmiştir. Üniversiteler hayata dair anlam dünyaları inşâ etmek yerine teknik bir alanda bilgi öğreten kurumlar olarak kendilerini daraltmışlardır. Eskinin üniversite mezunları entelektüel olarak mesafe kat etmiş kişilerken, şimdilerde hayatın gerçeklerinden, toplumdan ve kendi dünyasından kopuk mezunlar ortaya çıkmaktadır.

Meslek sahibi olma konusunda üniversiteyi bir araç olarak gören öğrencilerin de akıllarında tek soru bulunmaktadır: “Bu bölümü bitirince ne iş yapacağız?”

Okuduğu bölüm KPSS ya da başka bir şekilde kendisine küçük bir iş kapısı açtı mı, mesele bitmiştir. Eğitim, öğretim, araştırma, derinlikli bilgi ve benzeri şeyler çoğu öğrencinin umurunda olmamaktadır. Sınavı geçsin, okulu bitirsin, diplomayı alsın, tamamdır!

Bu beklentiyle gelen öğrenci ile derinlikli bilgi öğretmek mümkün değildir.

Meslek sahibi olmanın da içeriği boşalmıştır. Tamamen kendi işini kuracak, işi baştan sona tasarlayacak ve icra edecek kişiler değil, daha önce kurulu düzenin küçük bir parçasını tamamlayacak, başka insanların kurdukları sisteme hizmet edecek kişiler yetiştirilmektedir. İlkokul mezunu işadamlarının firmalarında asgarî ücretle çalışacak üniversite mezunlarının arandığı durumlar artık herkes tarafından kanıksanmıştır.

Herkes üniversite okuma derdinde olduğu için ve çoğu üniversite mezununun da kafasında “iş” denince masa başı çalışma canlandığı için, işi yönetecek birçok kişi ortaya çıkmakta lâkin işi yapacak hiç kimse bulunamamaktadır. Bu da sadece istihdam aracı olarak görülen üniversitelerin, istihdam açısından da bir yaraya merhem olmadığını göstermektedir.

İlâveten, çoğu üniversite mezununun, “Biz hâlâ neden atanmadık? Neden bizim mezunlardan alım yapılmıyor?” türünden sızlanmaları, üniversitenin niçin okunduğunun ve ancak onun için bile bir işe yaramadığının ispatıdır.

Üniversitedeki eğitim ve öğretim de öğrencilerin istihdam hedeflerine göre dönüşmüş, eğitim, araştırma, yenilik, toplumun önünde olma, bilgi üretme, fikir dünyasına katkıda bulunma gibi aslî fonksiyonlar ötelenmiş veya öğrencilerin meşgaleleri arasından çıkarılmıştır. Mezun olan öğrenciler iş ve meslek sahibi olmak dışında cehâletten kurtulmuş, kendilerini geliştirmiş, bakış açılarını değiştirmiş, hayata anlam katacak ufuklar kazanmış ve okudukları bölümün derinlikli bilgisine sahip olmuş kişiler olsalardı, üniversite okumanın hâlâ faydalı bir uğraş olduğunu söylemek mümkün olabilirdi.

Okuduğu bölüme dair sınavlarda çıkacak sorulara cevap verecek kadar bilgi ezberlemek dışında gönlünü, zihnini ve zamanını alanın derinlikli bilgisini elde etmeye, bunu kendine, çevresine ve tüm insanlığın faydasına sunmaya, okumaya ve araştırmaya harcayan öğrenci yüzdesi ne kadardır acaba?

Suç sadece öğrencilerin değil elbette. İşin sistem, toplum, üniversitelerdeki çalışanlar gibi birçok yönüne bakılması gerekir. Ancak öğrencilere şu söylenebilir: Üniversite okumak ne tam olarak iş sahibi yapıyor, ne cehâleti alıyor, ne de eskisi kadar toplumda itibar görüyor. Eğer dört beş senenizi işin özüne nüfûz ederek geçirmezseniz mezun olunca, ne iyi bir iş sahibi olabilirsiniz, ne de bilgi ve görgünüzde bir ilerleme olur; tersine, birçoğunun olduğu gibi diplomalı bir cahil hâline gelirsiniz.