ÖNCEKİ gün ÖSYM tarafından
açıklanan sonuçlarla on binlerce gencimiz, hayâlini kurduğu üniversitelere
yerleşti. Ebeveynler, çocuklarının bu başarısını sosyal medya mecralarında
paylaşarak gururlandılar. Kazanan gençlerimizi biz de tebrik ediyoruz.
2021
yılı Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda (YKS) tercih yapan adayların yüzde 85’inin
yükseköğretim programlarına yerleştiği dağılımda; tercih yapan adayların yüzde
52’sinin ilk üç tercihinden birine, yüzde 27’sinin 1’nci tercihine, yüzde 14’ünün
2’nci tercihine, yüzde 10’unun da 3’ncü tercihine yerleştiğini görüyoruz.
Bugün
“sevinç” ve “gurur” günü; ancak 2 yıllık MYO’ların hâricinde 4 ilâ 6 yıllık
eğitimin ardından mezun olanları bekleyen kep fırlatma törenine ait heyecanın
yanında verilen bir de “istihdam” bonusu var. Bugün sevinenler o gün
üzülmeseler de, mezuniyet sonrasında bir iş alanı ve meslek dalıyla buluşması
geciken gençler strese girebilir ve umutsuzluğa düşebilir.
Bu
haftaki yazımızı işte bu konuya dair birkaç alt ya da üst başlık atmak için
ayırdık.
Güçlü
ekonomilerin bel kemiği hükmünde olan ve bacası tüten her fabrika; istihdam, ihracat
ve döviz girdisi demek. Üretilen mallar için pazar oluşturulamamışsa şayet, başta
depo giderleri olmak üzere onlarca gelir kaybını da beraberinde getirecektir.
Piyasaya sürülen ürünler arz ve talep dengesini sağladığı ölçüde ise, dişliler
durma noktasına gelmeyecektir.
Anadolu
topraklarına 205 üniversite
Ülkemizde
son çeyrekte, üniversite sayısında yüzde iki yüz oranında bir artış olduğu
görülmektedir. Yükseköğrenim alanında yapılan yatırımlar gurur kaynağımız, ama
fabrika örneğinde olduğu gibi kendi pazarını oluşturamadığı için istihdam alanında
daralma yaşıyoruz. Örnek, atama bekleyen öğretmen adaylarının her geçen sene
sayılarının ve seslerinin artması… Bu anlamda kendi ayağımıza sıktığımızı söyleyebiliriz.
Eskiler, “Az olsun, öz olsun” derlerdi.
“Doğru demişler” diye teyit etmemize de hacet yok.
1453
yılında kurulan “Sahn-ı Semân Medresesi”nin beş asır sonra “Darulfünun-u Şahane”
adını almasıyla başlayan yolculuk, 1481 yılında Sultan İkinci Bayezid
tarafından Galata Sarayı (bugünkü adıyla Galatasaray Üniversitesi, 1971) adıyla
kurulan Enderun Okulu ile devam etmiş, bu üniversiteleri 1773 yılında Mühendishane-i
Bahr-i Hümayun adıyla Üçüncü Mustafa döneminde kurulan İstanbul Teknik
Üniversitesi, Osmanlı bünyesinde Amerikan usulü eğitim vermek için
görevlendirilen Cyrus Hamlin ve Christopher Rhinelander Robert imzalı ve 1863
doğumlu Robert Koleji bünyesinde 1971 kurulan Boğaziçi Üniversitesi, Ressam
Osman Hamdi Bey tarafından 1882’de Sanayi-i Nefise Mektebi adıyla kurulan Mimar
Sinan Güzel Sanatlar (Akademisi) Üniversitesi ile Sultan İkinci Abdülhamid Han
tarafından 1903’te yılında yaptırılan ve ilk tıp okulu olma özelliğini
barındıran Sağlık Bilimleri Üniversitesi takip etmiştir.
Bugün
Anadolu topraklarında 129’u devlet, 74’ü vakıf, 2’si Millî Savunma ve Polis
Akademisi olmak üzere toplam 205 üniversite var.
1980
yılına gelindiğinde 19 olan üniversite sayısı, Özal’ın ölümüne kadar geçen
sürede kurulan 36 yeni üniversite ile 55’e ulaşmıştır. 1994-2001 yılları
arasında tam 20 yeni üniversiteye kavuşan Türkiye için Erdoğan liderliğindeki
hükûmetler, her alanda yapılan yatırımlara yeni üniversiteleri de dâhil etmiş,
2003-2015 yılları arasında tam 95 yeni üniversite kurularak Osmanlı’dan
Cumhuriyet dönemine kadar kurulan üniversite sayısını ikiye katlamıştır. 2016’dan
günümüze kadar ise 35 yeni üniversite eklenmiştir yatırım kervanına. Bu sayıya,
15 Temmuz darbe girişimin ardından Gülhane Askerî Tıp Akademisi ile Harp
Akademileri hâricinde kapatılan ve 16’sı vakıf kuruluşu olan toplam 18 üniversite
dâhil değildir.
AK
Parti iktidarı, 20 yıllık karnesinde 75 olan üniversite sayısına 130 yeni
üniversite ekleyerek, kırılması imkânsız bir rekora imza atmış oldu. Bu, gurur
tablosunun ön yüzüydü. Şimdi arka yüzüne göz atalım…
Eğitim
sisteminin yeni kurbanları
Otuz
yaşını aşmış yüz binlerce gencin feryâd u figân ile atama beklediği dönemde
onlara katılan/katılacak olan on binlerce gencimiz, fakültelerin ilgili
bölümlerini önümüzdeki yıllarda da doldurmaya devam edecek gibi görünüyor.
Hatırlanacağı
üzere, geçen ay açıklanan YKS sonuçlarında 1 milyondan fazla adayın barajı
geçemediği görülmüş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müdahalesi ile taban
puanlar aşağıya çekilerek bu öğrencilerin yerleştirilmesinin önü açılmıştı.
Görünen
bir gerçek var ki, o da barajı geçerek sevinen 1 buçuk milyon öğrencinin yüzde
10’u istediği bir fakülteye, yüzde 30’u ise “Boş kalmaktan iyidir” fehvasınca
hedef tahtasının dışındaki fakültelere giriyor. Boşta kalanların ekser kısmı, “seneye
kalsın, çok çalışırsam kazanırım” umuduyla, hâleye katılacak olanlarla birlikte
yeniden sınav maratonuna dâhil oluyor.
Koronavirüs
Salgını ile sağlık alanındaki doktor, hemşire, biyolog, laborant, ATT ve diğer
personelden oluşan talep listesinde yer alanlar hâriç, çoğu mezunun ne yazık ki
iş garantisi yok.
En
çok mezun verdiğimiz fakültelerin başında gelen hukuk, ziraat, mühendislik ve
eğitim bilimlerinden mezun olanların şansı ise, diğerlerine oranla oldukça az.
İlginçtir, bu fakültelere rağbet de fazla.
Galiba
tercih ve istihdam dengesini modüler hâle getirmemizin vakti geldi de geçiyor
bile. Öğrenciyi ilkokuldan liseye kadar takip ettikten sonra bilgi ve yeteneklerine
göre yönlendirmemiz lâzım. “Hangi alanlarda açığımız yahut hangi alanlarda
fazlalığımız var?” sorusuna cevaplar bulmalıyız.
Nedendir
bilinmez ama meslek liselerini tercih etmiyoruz. Hepimizin hedefi ve beklentisi
aynı: Doktor olsun, hâkim olsun, mimar olsun, mühendis olsun, genel müdür olsun…
Olsunlar elbet, ancak hastabakıcı da lâzım, tıp teknisyeni de, mübaşir de,
gardiyan da, kalıpçı da, elektrik teknisyeni de, işçi de, vardiya âmiri de…
Hele şu yangınları ve selleri yaşayan bir ülke olarak, itfaiye eri de lâzım,
ormancı da… Velhasıl, âmirin olduğu yerde memura, ustanın olduğu yerde de
çırağa ihtiyaç var!
Altyapı
seferberliği
2002
ve 2008 yıllarında alınan başarılardan sonra beklentisi yükselen A Millî Futbol
Takımımızın ertelenen 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda yaşadığı hayâl kırıklığına,
11 bin sporcunun katıldığı Tokyo 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları’nda okçuluk, boks,
jimnastik, tekvando, karate ve güreş branşlarında elde ettiğimiz 13 madalyanın
yanı sıra “Filenin Sultanları” olarak hâfızalarda yer edinen A Millî Kadın Voleybol
Takımımızın ilk sekizde yer alması, aynı takımımızın Avrupa Voleybol
Şampiyonası’nda 7’de 7 yaparak yarı finale yükselmesi… Bu zâviyeden bakınca, konuyu
ülkemizin önümüzdeki yıllarda spora daha fazla yatırım yapacağının sinyali
olarak algılamamız gerekir.
Örneğin,
Türkiye’nin dört büyüklerinin taraftarı Ronaldo’yu, Messi’yi, Mbapbe’yi hayâl
ediyor. Eskiden ünlü futbolcuları ileri yaşlarda, jübilelerine yakınken bir
tatil cenneti olarak gördükleri ülkemizde görebiliyorduk, şimdi o imkân da
kalmadı. Ama kimse hayâl dahi etmesin, çünkü gelmezler, getiremeyiz. Zira
bonservis bedelleri tahayyül ettiğimizin de üzerinde. Kabul etmeliyiz ki, o
klasmandaki futbolcular nadiren yetişir, bir veya iki takımda oynayabilir ve o
takımlar da aşağı yukarı bellidir.
Bize
düşen, transfer etmeyi arzuladığımız futbolcuların Türk sürümlerini altyapı
takımlarında yetiştirmek, yeni Metin Oktayları ve Lefterleri futbola
kazandırmak.
Bunun
için yol ve yöntem bellidir: Altyapıya ağırlık vermek ve uzun vadede sonuç
almak… Temeli sağlam attığımız her şey, yüzyıllarca ayakta duruyor, tıpkı
Selimiye gibi…
“Türkiye Devlet Üniversitesi” ya da “Millet Üniversitesi”
Şimdi
çokluğuyla iftihar ettiğimiz üniversitelerden; Farabî’den Erzurumlu İbrahim
Hakkı’ya, Hoca Ahmed Yesevî’den Mevlâna’ya, Şeyh Edebali’den Akşemseddîn’e, Osman Gazi’den Fâtih
Sultan Mehmed Han’a, Hacı Bektaş-ı Velî’den Hacı Bayram-ı Velî’ye, Kaşgarlı
Mahmud’dan Yusuf Has Hacib’e, Mimar Sinan’dan İbni Sinâ’ya, Kâtip Çelebi’den
Evliya Çelebi’ye, Ömer Hayyam’dan Yûnus Emre’ye, Hazerfan Ahmed Çelebi’den Vecihi Hürkuş’a, Ahmed el-Birûni’den El-Cezerî’ye, Ali
Kuşçu’dan Pîrî Reis’e, Köroğlu’ndan Ercişli Emrah’a, Âşık Veysel’den Çobanoğlu’na,
Feza Gürsey’den Aziz Sancar’a, Halil İnalcık’tan İlber Oltaylı’ya, Mehmet Âkif
Ersoy’dan Necip Fazıl Kısakürek’e, Halide Edip Adıvar’dan
Müfide Küley’e, Gazi Yaşargil’den Fuat Sezgin’e, Ali Fuat Başgil’den Cemil Meriç’e ve Afet
İnan’dan Özlem Türeci’ye varıncaya kadar iftihar yelpazesine isimlerini
yazdıran Müslüman ve Türk bilim insanları, devlet adamları, hekimler, mutasavvıflar,
mütefekkirler ve filozoflar, gök ve dilbilimciler, astronomlar, matematikçiler,
mütercimler, şairler, yazarlar, halk ozanları, tarihçiler, coğrafyacılar,
gezginler, denizciler, mimarlar, mühendisler, din bilginleri, sosyologlar,
hukukçular, siyâsetçiler, eğitimciler ve müzisyenler yetişsin diye gayret
gösterelim…
Yeri gelmişken, yukarıda zikretmeye çalıştığımız isimleri
yetiştirmek üzere, mevcut üniversitelerimizden birini “Türkiye Devlet
Üniversitesi” ya da “Millet Üniversitesi” adı altında yeniden dizayn
edebileceğimizi; azimli ve yetenekli gençlerden oluşan, her yıl, 1923 yahut
2023 seçkin öğrencimize “özel” bir eğitim sunabileceğimizi teklif ederek bir kamuoyu
oluşturmak istiyorum.
Nasıl ki ata tohumu kıymetliyse, atayurttan anayurda yerleşen
bu son toprak parçasında yarının umudu olan bir nesil de aynı oranda geçmişteki
kodlardan aldığı güçle değerli hâle gelecektir.
Bu vesile ile üniversite kazanan gençlerimiz ve ailelilerini bir kez daha kutlarken, 6 Eylül’de başlayacak olan yeni eğitim-öğretim döneminin ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.