Umut olabilmek

Suriyeli çocuklar, Filistinli çocuklar, Iraklı çocuklar... Onlar için de hayâl kurabilmek için bir sebep, bir gerekçe arıyorum. Bulmakta çok zorlanıyorum. Her gecikmede kalbi delik deşik olacak, çürüyecek çocukları düşündükçe kıvranıyorum. O umutları yeşertmekten daha anlamlı ne var ki şu dünyada, şu hayatta?

HİÇ kimse benden “umutsuzluğu hissetme”yi denememi istemesin! Denemeye kalktım ve bu yüzden de bir daha o duyguları yaşamak istemiyorum. Peki, umudu tükenen birinin umudu nasıl yeşerir?

İnsanız, şimdiye kadar yaşadıklarımız da var, pek tabiî hayal edemediğimiz ama yaşamak zorunda kalacağımız durumlar da var. Bir şeyler yaşıyorsunuz ve öyle bir an geliyor ki umudunuz tükenmeye başlıyor. Tam o anda umudunuzu yeşertecek bir şeyler oluyor…

Bir anne, bir baba ve bir çocukla tanıştım. Baba 40 yaşlarında, anne babadan daha küçük ve çocuk da 10 yaşında… Doğu Makedonya’nın Alikoç köyünden olan bu aile tarımla geçimini sağlıyor. Her yönüyle Türk geleneklerini yaşıyor ve yaşatıyorlar. 3 çocuklarının en büyüğü kız ve evli, ortanca olanı okula gidiyor, en küçükleri de yanlarında. Gördüğünüz gibi, bu özellikleriyle herhangi bir aile. Bir gün geliyor, en küçük çocukları kalp hastası olarak doğuyor. Gelişmemiş sağlık hizmetleri içinde çare bulunamıyor. Çocukta morarmalar baş gösteriyor, ayrıca yorulmaması gerekiyor ve bu yüzden de koşup oynayamıyor. Hatta o kadar riskli bir durum ki okula bile gidemiyor.

Bir ara Bulgaristan’da ameliyat olma ihtimâli oluşuyor ama doktorlar 20 bin avro istedikleri için parasızlıktan ameliyat yapılamıyor…

Bu durumda siz olsanız ne yaparsınız? Çocuğunuz gözünüzün önünde tabiri caizse can çekişiyorken neyi umut edersiniz? Kuru kuruya umut olmaz, mantıklı bir açıklaması olması lâzım! Umudunuzu nasıl muhafaza edersiniz?

Dünyanın önde gelen hastanelerinden Mehmet Akif Ersoy Kalp ve Damar Hastanesi’nde, Çekmece Kamu Hastaneleri Genel Sekreteri Prof. Dr. İhsan Bakır’ın odasında bu çocuğun durumunu konuşuyoruz. Yaptıkları tetkikleri ve bundan sonra olacakları anlatıyor: “Kalbin yarısı adeta yok. Kalp iyi çalışmadığı için damarlar iyi gelişmemiş. Vücuda, yani beyinden parmak ucuna, burundan bağırsağa yeteri kadar oksijen gitmiyor. İlk ameliyatta akciğer-kalp arasına bir yapay damar koyulacak ve kanın oksijenle buluşması sağlanacak. Böyle böyle, birkaç yıl içinde birkaç ameliyat daha yapılacak. Performansı yüzde 20-30 artacak. 20 yaşına kadar yaşayabilirse bir kalp nakli söz konusu olacak. Çocuğun en büyük isteği olan mahalle arkadaşı Özgür’le futbol oynaması henüz sağlanamayacak ama hafif hafif koşmaya başlayacak. Okula da gidebilir hâle gelecek...”

İhsan Bey bir de şunu ekliyor: “Biz anne karnında bile kalbe müdahale edebiliyoruz. Keşke çok çok önce getirilebilseydi bu boyutlara gelmez, belki kalp nakline bile gerek kalmazdı. Şimdi kalbi delik deşik çocuğun…”

Umutların yeşermesi, canlanması ise kolay değil. Bunun için bir Türkiye, bir Beyazay ve bir de insan görünümlü melekler lâzım. Makedonya’ya gidecek insanlar… Yani maddî bir cazibesi olmayan bu bölgeye gidecek, orada ev ev ziyaretlerde bulunacak, aileyle (tabiî çocukla) tanışacaklar… Sonra güçlü Türkiye ve onun merhametli yöneticileri olacak bu işin arkasında. O güçlü Türkiye’nin dünya ölçeğinde başarılı bir hastanesi, doktorları olacak bu aşamada. İşte o zaman umutlar canlanıyor, yeşeriyor! Tersi bir durumu hissetmemi kimse benden istemesin! Zira bunu hissedecek kadar güçlü, dayanıklı değilim. O yavrucağın bir iki yıl içinde kucağımdan uçup gideceğini hayâl edemem ben. Onun iyileşeceğini, koşup oynayacağını, âşık olacağını, çoluk çocuk sahibi olacağını hayâl etmek istiyorum. Lütfen beni, umutsuzluğu hayâl etme konusunda mazur görün!

Suriyeli çocuklar, Filistinli çocuklar, Iraklı çocuklar... Onlar için de hayâl kurabilmek için bir sebep, bir gerekçe arıyorum. Bulmakta çok zorlanıyorum. Her gecikmede kalbi delik deşik olacak, çürüyecek çocukları düşündükçe kıvranıyorum. O umutları yeşertmekten daha anlamlı ne var ki şu dünyada, şu hayatta?