Umut hakkı

Ankara’daki karar vericiler, bir gün olur da “Ayrılalım mı, yoksa birlikte yola devam mı edelim?” diye bir referandum yaparlarsa, büyük bir ihtimâlle bu referandumdan “Ayrılmayalım” diye bir çoğunluk kararı çıkacaktır.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 22 Ekim 2024 günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma ile herkesi şaşırtmış oldu. Şimdiye kadar teröre karşı “Taş üstünde taş kalmasın” çizgisinde olan Bahçeli, şimdi her nedense, “Terörist başının tecridi kaldırılsın talebi geliyor. Tecridi kaldırılsın ve çıksın, TBMM’de, grup toplantısında konuşsun ve terörü bitirdiğini açıkça ilân etsin. Ve bu terör, ülke gündeminden tamamen çıksın” demiş ve Öcalan bunları yaparsa, kendisi için “Umut Hakkı”nın kullanılmasını temin edecek kanun değişikliklerinin de yapılması icap ettiğini açıklamıştır.

Bahçeli bu konuşması ile bir kere daha şaşırtma hakkını kullanmıştır. Bu konuşmadan sonra bazı kesimler “Devlet aklından” söz ederek Bahçeli’yi takdir ederken, bazı kesimlerse Öcalan’ın asılması için Bahçeli’nin seçim meydanında Erdoğan’a attığı ipi hatırlatarak üslûbundaki bu büyük değişimi sorgulamaktadır.

Hükümet çevreleri uzun bir süredir İsrail katliamlarının ve yayılmacılığının bir bölge savaşına doğru evrilmekte olduğundan bahsetmekteydi. Bölge savaşında İsrail ve İran’ın taraf olacağını, İsrail’in bu savaşta PKK/PYD ve hatta KDP gibi Kürt örgütlerini kullanacağından kaygıyla söz ediyorlardı.

Bu kaygının ne kadar gerçekleşeceğini zaman gösterecektir. Gerçi İsrail, bölge savaşı yani İran ile savaş için her çeşit saldırı ve katliamı yapmaktadır. Ancak İran sürekli “Lâ havle” çekip geri durduğu için, sözü edilen İsrail-İran savaşı olmamaktadır. İran, Suriye ve Irak halkına karşı kullandığı saldırganlığının zekâtı kadarını İsrail için gösterememiştir. Üstelik İsrail saldırılarına karşı İran, cevap vermeden önce ABD’yi haberdar ederek gülünç duruma düşmüştür. Böylece İsrail’in istediği bölge savaşı ertelenmektedir.

Yeni bir çözüm süreci mi?

Buna rağmen Bahçeli’nin çıkışı gündemi sarsmıştır. Bahçeli’nin konuşmasına dikkat edildiğinde yeni bir “Çözüm Sürecinden” söz etmemektedir. Zaten Türkiye, 2012-2015 aralığında üç yıl Çözüm Süreci başlığı altında bir tecrübe görmüş ve başarısız olmuştur. Başarısızlık için pek çok neden vardır. Ancak ilk akla geleni, özellikle ABD ve İran’ın PKK yönetimini Çözüm Süreci aleyhine yönlendirdiği haberleridir. Çünkü PKK partisi olan HDP’nin temsilcileri Ankara’da “birtakım kültürel haklar” için müzakere ederken, ABD ise “Biz size devlet olmanız için Kuzey Suriye’yi verirken Ankara’da neyin müzakeresini yapıyorsunuz?” diyerek PKK’lıların ara verdikleri terör saldırılarını yeniden başlatmalarını temin etmişlerdir. PKK idaresine benzeri telkinleri İran’ın Kasım Süleymani aracılığı ile ulaştırdığı da sıkça haber olmuştur.

Öcalan’ın “Silah bırakılsın, Türkiye dışına çıkılsın” diye çağrıda bulunmasına rağmen PKK’lılar Türkiye’den çıkmamış, iç savaş için hazırlıklar yapmış, nihayet hendek savaşları başlamıştır. Çözüm Süreci döneminde PKK, uzantıları ile birlikte Öcalan’ın bu çağrılarını dikkate almamıştır. 

2019 Yerel Seçimleri öncesinde Ali Kemal Özcan aracılığı ile mektup gönderen Öcalan, HDP’lilerden CHP adaylarına oy vermemelerini istemiştir. Ancak HDP’liler, CHP adaylarına oy vermişlerdir. Böylece PKK ve partisi HDP üzerinde Öcalan’ın tayin edici bir etkiye sahip olmadığı, mektup olayı ile bir kere daha ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar bilinirken, Bahçeli’nin yeni bir “Çözüm Süreci” istemesi mümkün müdür?

Doğrusu Bahçeli’nin konuşmasında, çözüm süreci isteği yoktur. Öcalan’ın şahsı ile ilgili vaatleri ve bu arada “umut hakkı” vardır. Üstelik “Kürt kardeşlerimin sorununu çözmek elbette mecburidir. Ama kolektif kimlik ve etnik bir temelde çözüme atıf yapmak vahim bir tehlikedir” diyerek etnik temelli yeni bir çözüm süreci istemediğini ilân etmiştir. Ancak, “Kürt kardeşlerin çözülmesi zorunlu olan sorunlarını” açıklamamıştır.

Öcalan’ın avukatlarının AİHM’ye müracaatları sonunda, adı geçen mahkeme, kendi içtihatlarına dayanarak Türkiye’ye Öcalan için bir umut hakkı vermesinden söz etmiştir. AİHM, “25 yılı iyi hâlle doldurmuş ağırlaştırılmış müebbet hapis” mahkûmlarına kanunla “umut hakkı” olarak tahliye edilebilmesi tavsiyesinde bulunmuştur. Bahçeli’nin, “Öcalan PKK’yı lağvetsin, terörü bitirsin, umut hakkı için kanunlar değiştirilsin” çıkışının karşılığı yoktur. Gerçekçi değildir. Öcalan’ın sözüyle PKK, kendini lağvedilmiş saymaz. Öcalan’ın çıkışı ile PKK, terör saldırılarından vazgeçmez.

Yakın geçmişte Çözüm Süreci ile birlikte “Kürt sorunu” çözülmüştür. Her türlü Kürtçe yayın serbesttir. Kürt diliyle siyaset yapmak serbesttir. Kürtçe okullarda ders olmuş, TRT’de Kürtçe bir kanal kurulmuş, çoğusu Ermenice olsa bile eski köy adları yeniden tabelalara yazılarak kullanılmaya başlanmıştır. 60, hatta 100 yıl önce olduğu gibi, Türkiye’de bir Kürt sorunu yoktur. Komşu ülkelerdeki (Suriye-Irak-İran) Kürtlere göre Türkiye’deki Kürt nüfusu daha zengin, daha şehirli, daha çok meslek sahibi, daha özgür ve daha çok okuryazar bir durumdadır. O hâlde Kürt sorunu nedir? 

Kürt sorunu mu?

Türkiye’de Kürt Sorunu değil bir PKK yani bir terör sorunu vardır. PKK’lılar, ABD ve İran gibi ülkelerin telkinleriyle şimdilik Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu Doğu Anadolu illerinin “Kürdistan bölgesi” sayılmasını, Kürt bölgesinin federe devlet yapısına sahip olmasını, PKK’lılar için af çıkarılmasını, Kuzey Irak’ta Peşmerge adlı Kürt silahlı grubuna verilen resmî statünün benzerinin de kendilerine verilmesini talep ettiklerini bazen yüksek sesle, bazen yutkunarak istemektedirler. “ABD, AB ve İsrail gibi destekçilerimiz varken Türkiye bizim taleplerimizi teslime mecbur kalacaktır” havası içindedirler.

Kürt nüfusunu yeknesak bir topluluk saymak gerçekçi değildir. Kürtlerin içinde de farklı görüşler ve partiler elbette vardır. Ancak PKK tahakkümü farklı görüşleri bastırdığı için, Kürtlere dışarıdan bakılınca, daha çok PKK’lıların talepleri duyulmaktadır. Türkiye’deki Kürt nüfusunun çoğunluğu da PKK’lıları ve onun partisini desteklemektedir.

Kürtler, yüz yıl öncesinin Kürtleri değildir. Şehirleşmenin artmasıyla birlikte aşiret yapısı önemli ölçüde çözülmüştür. PKK, Kürt nüfusun çoğunluğu arasında bir destek ve bir taban tesis etmiştir. Uluslararası siyâsî şartlar, daha çok ayrılıkçı Kürtlerin lehinedir. Elli yıldan beri PKK’nın varlığını sürdürmesi, Kürt nüfusunun desteği kadar, uluslararası desteğin (özellikle ABD, AB, İran ve İsrail) sayesinde mümkün olmuştur. Bu destek ise hâlen devam etmektedir.

Buna rağmen PKK’lıların dış desteği fazla abarttıkları açıktır. Suriye’de ABD ile işgal ettikleri bölgenin kendi ellerinde kalıcı olması şüphelidir. ABD’ye askerlik ederek her istediklerine ulaşabileceklerini hayâl etmektedirler. Afganistan ve Vietnam örneklerinde görüldüğü gibi ABD ise her şeye muktedir değildir. ABD-İsrail vesayetinin başarılı olduğu tek örnek, Irak Kürt bölgesidir.

Ancak Türkiye de yüz yıl öncesine göre çok daha gelişmiş durumdadır. Üstelik PKK gibi ayrılıkçı terör faaliyetlerine karşı büyük bir tecrübe sahibidir. Nitekim Türkiye, 2015’te yeniden başlayan terör saldırıları sonunda içerisinde PKK’nın kolunu kanadını kırdığı gibi, Irak Kürt bölgesinde de yine PKK’ya karşı önemli başarılar elde etmiştir. Türkiye’nin PKK’ya karşı henüz sonuç alamadığı yer Suriye’dir. Suriye’deki bu durum ise PKK’nın gücünden değil, Suriye’nin içinde bulunduğu şartlar sebebiyledir.

Türkiye’de Kürt nüfusunun dağılması da ayrı bir Kürt federe bölgesinin aleyhinedir. Günümüzde Kürt nüfusunun çoğunluğu, Kürt ayrılıkçılarının “Kürdistan” dedikleri doğu bölgesinde değil, Ankara’nın batısındaki büyük şehirlerde meskûn durumdadır. Kürt nüfus çoğunluğunu kapsamayan bir “Kürt federe bölgesi” bu yüzden gerçekçi ve uygulanabilir değildir. 

“Kürt federe bölgesi Kürtlerin olsun, batı illerindeki Kürt nüfus yerinde kalsın” diye özetlenebilecek bir görüşü Türklere kabul ettirmek mümkün değildir. Türkiye’de referandumlu ya da referandumsuz bir Kürt bölgesi tesis edilmesi, batı illerindeki Kürt nüfus ile doğu illerindeki Türk ve Zaza nüfusun mübadele edilmesini kaçınılmaz hâle getirecektir. Batı illerini mesken tutmuş Kürt nüfusunun çoğunluğu, böyle bir mübadeleye yol açacak referandumu kabul eder mi? Galip ihtimâlle yerlerinde kalmak için kabul etmezler.

Kürt nüfus çoğunluğunun batı illerinde meskûn olmasının yanında Türklerle evlenmeleri ve akrabalık bağlarının tesis edilmesi de ayrılıkçı Kürt talepleri aleyhinedir. Bu evliliklerden doğan çocukların PKK ve benzeri terör örgütlerine katılmaları ister istemez daha azdır. Türkiye’de Türk ile Kürt’ün ayrılması ve yeni bir sınır çizilmesi, işte bu nedenlerden dolayı Çekoslovakya’nın Çek ve Slovakya diye ayrılması gibi kolay ve sorunsuz olamaz, bu mümkün değildir. Daha çok Hindistan-Pakistan ayrılığına benzeyecektir. Yani “bir gövdenin iki parçaya ayrılması gibi” kanlı ve felâketli olacaktır.

Ankara’daki karar vericiler, bir gün olur da “Ayrılalım mı, yoksa birlikte yola devam mı edelim?” diye bir referandum yaparlarsa, büyük bir ihtimâlle bu referandumdan “Ayrılmayalım” diye bir çoğunluk kararı çıkacaktır.

Türkiye ne yaparsa yapsın, Kürtlerin içinde bir grubun “Ayrılalım, bizim de bağımsız bir devletimiz olsun, Kürtçe resmî dil hâline gelsin” isteği her zaman olacaktır. Bu istek teröre bulaşmadıkça, istek sahiplerinin bileceği iş olarak kalır. Teröre dönüştüğünde ise rastgele bir siyâsî talep olmaktan çıkar. Bir tehdide dönüşür. Nitekim Türkiye’nin son elli yıldan beri uğraştığı böyle bir şeydir.

Bahçeli’nin çağrısına Öcalan uyar mı? Kendisinin adam yerine konulmadığı birkaç defa gördüğü hâlde “Belki bu sefer olur” düşüncesiyle “Terörü bitirin” diyebilir mi? 

Öcalan’ın böyle bir çıkışından hiçbir sonuç çıkmayacağını PKK adına Cemil Bayık açıkladı. Öcalan için umut hakkı, bir Züğürt hakkı gibi durmaktadır. Bahçeli’nin muhalifleri ise onun bu çıkışını muhtemelen ömrünün sonuna kadar aleyhine kullanacaklardır.