TOPLUMDA inanç ve din meselesi belki de hiçbir devirde bu kadar bozulmamıştı. Sosyal medyanın etkisi ile toplumsal değerler, inançlar, dinler, ahlâk ve etik kavramları müthiş bir erozyona uğrayarak zarar gördü. Mevcut inanç yapıları bozulurken ara formlar ve yeni akımlar ortaya çıktı. Aynı dine, aynı Allah’a (Tanrı’ya), hatta aynı kitaba inananlar bile bir olmak yerine binlerce ayrı fırkaya bölündü. Bu bölünmeler yetmiyormuş gibi bir zaman sonra ateistler yani inançsızlar ortaya çıktı. İnançlı insanlar bu sorunla uğraşırken sonra deistleri duymaya başladık. Henüz onlara daha alışmamışken şimdi bu apateist inanç akımı hızla yayılıyor.
Nedir bu apateizm?
Apateizm, kısaca “Bir yaratıcının var olup olmamasını umursamamak”tır. Ne ateizm gibi kesin bir reddediş, ne de deizm gibi mesafeli bir kabul. Bu, tam anlamıyla bir kayıtsızlık hâli. Ve sanıyorum en tehlikelisi bu. Apateizm yani, “umursamazlık” inancı özetle, Allah’ın (Tanrı’nın)/ Tanrıların varlığına veya yokluğuna karşı ilgisizlik hâli. Bu “izm” bir din veya inanç sisteminden ziyade bir durum. Uzun yıllardır gözlemlediğim ve benim “umursamazlık” inancı dediğim kavrama Kanadalı sosyolog Stuart Johnson tarafından bu tanım verilmiş.
Apateizm, aslında “Yaratıcı var mı yok mu?” sorusuna “Fark etmez, ilgilenmiyorum”cevabını vermek. Ateizm gibi kesin bir reddediş değil, deizm gibi uzak bir kabul de değil. Daha çok aklın ve kalbin kilitlendiği, hislerin ve düşüncelerin bilinçli şekilde pasifize edildiği bir durum.
Eskiden inanç tartışmaları netti. İman edenler bir cephede, inanmayanlar bir cephedeydi. Ateistler “Bir yaratıcı olamaz, çünkü…” diyerek tartışmaya girer, felsefe ile, kısıtlı algılarla, bilimle, madde ve mekân ile düşüncelerine kanıt aramaya çalışırlardı. Bilimsel araştırmalar ilerledikçe, insanlar hayatı keşfettikçe, özellikle kuantum fiziği ile beraber madde, mekân ve hatta zaman kavramları için bilinenlerin ötesinde gerçekler olduğu ispat edilince şeytanın inançsızlık tuzağına düşen insanlar azalmaya başladı.
Sonra deizm gibi geçiş formları ortaya çıktı. Deistler, bir yaratıcı var ancak o hayatımıza müdahale etmiyor, düşüncesindeler. O yüzden semavi dinlere, peygamberlere ve elçilere, kitaplara iman etmiyorlar. Her şeye rağmen imanlı insanlar için onlarla da bir tartışma zemini mümkün. Özellikle Kur’ân-ı Kerîm başlı başına bir mucize ve düşünen, akleden, tartışan, araştıran bir insan için apaçık bir kanıt. Bu kanıtı doğru bir biçimde sunduğunuzda bunu reddetmemeleri mümkün değil.
Ama apateizm? Bu çok farklı bir durum. Çünkü bu alanda bir tartışma yok. Düşünme, araştırma, akıl yürütme, hatta bir merak bile yok. “Umrumda değil” cümlesi ile adeta size bütün kapılar kapatılıyor.
Bugün özellikle Z kuşağında (1997–2012 doğumlular) bu durum hızla yayılıyor. Çocuklarımıza, kardeşlerimize baktığımızda bu kayıtsızlığın izlerini görebiliyoruz. Ailesi muhafazakâr olan tanıdığım bir gence bir tartışma esnasında “Yoksa sen Allah’a inanmıyor musun?” diye sorduğumda beni şok eden şu cevabı vermişti: “Olabilir de, olmayabilir de. Benim için fark etmiyor.”
İşte umursamazlık hâli yani apateizm tam da bu…
Sosyal medya bağımlılığı, tüketim kültürü, ekonomik kaygılar, ailede kopukluk, eğitimde yüzeysellik gibi nedenler gençleri derinlikten, derin düşünmekten uzaklaştırıyor.
Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz buyuruyor ki: “Onların kalpleri vardır, fakat anlamazlar; gözleri vardır, fakat görmezler; kulakları vardır, fakat işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar. Onlar gafillerin ta kendileridir.” (A’râf, 179)
Apateizm, işte tam da bu ayetin tarif ettiği bir gaflet hâli aslında. İnsan, yaratılış gayesini unutuyor, kalbi mühürleniyor. İnancı olan veya olmayan biri en azından bir iddia ortaya koymalı değil mi? Ama apateist zihniyet bir iddiayı bile reddediyor. Ateist ya da deist biriyle tartışabilirsiniz. Delil getirirsiniz, ikna etmeye çalışırsınız. Ama umursamaz bir düşünce için tartışmanın bile anlamı yok. Dinlemiyorlar… Bu hâl, sadece dinî değerleri değil, toplumsal ahlâkı da zedeliyor. Çünkü bir Yaratıcı’nın varlığı bile umurunda değilse, bir yasak veya bir ceza neden umurunda olsun ki insanın?
Bugünün toplum kültürü bireysel mutluluğu, anı yaşamayı, özgürlüğü mutlak değer hâline getiriyor. İbadet, sorumluluk, ahlâk, etik ahiret kaygısı? Bunların hiçbiri umurunda bile değil. Dünya sevgisi ağır basınca, ahirete dair düşünceler ve hassasiyet kayboluyor. Bugün Filistin’de yaşananlara bakıyoruz. Çocuklar öldürülüyor, şehirler yakılıyor, resmen bir soykırım var. Ama maalesef bizim toplumumuzda bile bazı insanlar özellikle bazı gençler öyle kayıtsız kalıyorlar ki anlamak mümkün değil. Hatta en acısı bu insanlar içinde kapalısı, tesettürlüsü bile var. Ne destekliyorlar, ne karşı çıkıyorlar. Sadece “umursamıyorlar”… Zulme bile sessizlik…
Bu kayıtsızlık korkarım ki yarın ülke yönetimine de yansıyacak. Zira düşünmeyen, araştırmayan, sorgulamayan bir nesil yarın toplumsal olaylara, siyasete ve hatta kendi geleceğine ilgi göstermeyen bir topluma dönüşecek. İşte tam da bu noktada, aslında başından beri dünya düzenini yönlendiren karanlık ellerin, gizli güç odaklarının arzuladığı tablo ortaya çıkıyor: Hissiz, tepkisiz, sorgulamayan, hak arama bilinci zayıflamış, her şeyi “boşvermiş” bir toplum… Böyle bir toplum, üretmeyen, eleştirmeyen, düşünmeyen, haklarını talep etmeyen ve sorgusuz sualsiz teslim olan kitleler hâline gelir. Bu kitleler ise zamanla, kendi özgürlüklerinden bile feragat etmiş, yalnızca sisteme itaat eden “modern köleler” hâline gelir. İşte bu, yalnızca bugünün değil, geleceğin de en tehlikeli toplumsal sorunudur.
Maalesef yeni nesil “bireysel mutluluğu, anı yaşamayı, kendi hedef ve hayallerini” her şeyin üstünde tutuyor. Buna en büyük sebep, tekrar ediyorum, sosyal medya… Sosyal medya, özellikle gençleri gerçeklikten uzaklaştırıyor, gerçeklerin üstünü örtüyor, hayatı yüzeysel hâle getiriyor. İnsan için artık inançların, değerlerin, kuralların, geleneklerin hiçbir önemi kalmıyor.
Atılması gereken ilk adım, sosyal medya konusunda ciddi bir reform ve düzenleme getirmek. İçerikleri ve içerik üreticilerini mercek altına almalıyız. Sosyal medyayı kontrol edemezsek bu gençliği ve yarının toplumunu kontrol edemeyiz.
Sonra yapmamız gereken eğitimi vermek. Gençlere İslâm’ı sevdirerek, sorgulamalarına izin vererek, asıl hakikati sabırla, şefkatle, sevgiyle anlatmamız gerek. Korkutmak yerine ikna etmek, yasaklamak yerine hikmetini göstermek gerek. Her hâlimizden, her eylemimizden ama mutlaka bazı durumlarda eylemsizliğimizden bile sorumlu olduğumuz bilincini verebilmek gerek.
İnanç, tarih boyunca evrim geçirdi: Ateizm çıktı, deizm yayıldı. Ama apateizm hepsinden tehlikeli. Çünkü bu, savaşmadan yenilgiyi kabul ettiren bir tutum. Kalpleri paslandırıyor, vicdanları susturuyor, toplumu adeta içten çürütüyor. Müslüman olarak bizlere düşen görev, bu tehlikeyi fark etmek. Çocuklarımızı, gençlerimizi bu kayıtsızlıktan, bu boşvermişlikten kurtarmak. Onlara örnek olmak. Ve eğer bugün mücadele etmezsek, yarın çok geç olabilir…



