Umurbey'de Ramazan günlerinden: Yüzük oyunu

Ertesi akşam teravih sonrası tekrar başlanacak, yeni saklama ve bulma taktikleri düşünülecek. Eve doğru giderken, “Ah ulen, nasıl tahmin edemedim ben unu?” denilecek. Yahut “Nasıl da hep dooru fincanı işgilledim… Çünkü tanıyom aslanım ben onu, ciğerini biliyom. Cebine saklasa gene bulurum” diye böbürlenilecek. Eh, hakkıysa ne diyelim? Adam ustaymış.

DEDEMDEN dinlediğim bir hatırayı nakledeyim: Kahve kapanışı… Çırak yerleri süpürürken, kahveci defteri açıyor. Ahalide para olmadığından, hasattan hasada topluca ödeme yapıldığı için defter tutuluyor. Kahvehane sahibi defteri açmış, elinde kalem… Yüksek sesle soruyor. Soru hem kendine, hem çırağa...

-Ahmet dayı geldi mi?

-Geldi.

-Ne içti?

-İki çay içti.

-Yaz iki çay… (Kendine söylüyor ve yazıyor.) Topal Hasan geldi mi?

-Geldi, şu köşede oturdu, bir kahve içti.

-Yazalım bir kahve… Osman Amca?

-O da iki çay içti, bir çay da Hoca’ya ısmarladı.

-Yazdık üç çay… Uzun Mustafa?

-O gelmedi bu akşam.

-Gelseydi! Yaz bir çay…

***

Evet, yine Umurbey’deyiz. Kuruluşu Orhan Bey dönemine kadar uzanan eskinin köyü, bugün ise Gemlik’in bir mahallesi olan Umurbey’de…

Ramazan gecelerinin vazgeçilmez eğlencesi, yüzük oyunu. Teravih namazı sonrası kahvelerde toplananlar, çayı nasıl içerler? Kuruyup çatlamış toprağın suyu içmesi gibi… Aynı zamanda eğlence de lâzım. Sahura kadar vakit var. Hele televizyonun olmadığı, cep telefonlarının hayâl bile edilemediği zamanlarda…

Bir tepsi içine dokuz tane fincan konulur. Oyuncular iki gruba ayrılır. Fincanlardan birinin altına yüzük saklanır. Bulan kazanır.

Önce iki gruptan biri saklar, sonra diğeri. Bulup da devamlı saklama hakkını kazanan, diğer ekip bulana kadar saklamaya devam eder. Bulmanın da kuralı var. Bulmaktan kasıt, ya ilk fincanda bulacaksın, ya sondan ikincide… Yoksa mutlaka birinin altından çıkacaktır. Eğer kazandırıcı tahmin olmadıysa, o zaman tepside kalan fincan sayısınca ceza puanı yazılır.

İlkinde bulup tepsiyi almak güzeldir elbet. Olmadı, sondan ikincide… Baştan ikincide bulmaksa en yüksek ceza puanı getirir: 11 puan! Diğerleri kendi sayısınca…

***

Fincan altına saklananın adı her ne kadar yüzük olsa da, kimse yüzüğünü çıkarıp ortaya koymayacağından (kaybolur maybolur, sonra izahı mümkün değildir), gazoz kapağı kullanılır.

Eskiden gazoz kapaklarının içinde, gazozun tazeliğini muhafaza etmesi için mantar bulunurdu. Bazı uyanık oyuncular, mantarı bir ucundan azıcık kaldırarak, içine bir saç teli yerleştirir, gelen tepside kılı sadece kendi göreceğinden, yüzüğü hemen bulurdu. Fark edilirse ceza var tabiî ki. Eğlenceye hile karıştırmak olmaz!

Basit bir oyun ama bu oyunda ustalaşmış olanlar vardı. Onlar oyundaki eğlenceyi yükseltirdi.

Saklamak kolay bir şey değildir. Kişinin psikolojisini yansıtır.

Dokuz fincanı da -ki her biri farklı desen, farklı büyüklükte olur; kiminin sapı kırıktır, kiminin bir yanında ufak bir darbe izi vardır- yan yana daire şeklinde dizmek mümkün. Birini ortaya koyup diğerlerini etrafına sıralamak… Üçerli üç öbek hâlinde getirmek… İkişerli yapıp birini tek bırakmak… Herhangi bir düzene dikkat etmeksizin, tepsideki fincanları rastgele getirmek…

***

“Saklamak zor” dedik ancak bunun ustaları vardır. İhtisas yapmış, tecrübe kazanmış… Karşısındakinin huyunu iyi biliyor. Çekingen mi, agresif mi, tepsideki fincanların dizilişine bakarak karar verebilir yüzük ustası.

Getirirken göz ucuyla sakladığı fincana doğru bakarsa saklayan, hemen açık vermiş olur. O da saklamakta ustaysa ve fincana doğru bakmanın oyunu kaybetmek anlamına geleceğini iyi biliyorsa, kasıtlı olarak aksi tarafa da bakabilir. Ancak bulmakla görevli olan ekipteki ustalar da onun aksi yöne bakacağını tahmin edebilirler. Tam bir psikolojik savaş! Gerilim yüksek…

Bu yüzden ekip arkadaşları, uzağa gidip kapı arkasında, kimsenin görmediği bir yerde yüzüğü saklayan kişiyi, tepsiyi bıraktıktan sonra masadan uzaklaştırır. “Sen git, uzakta bekle, biraz dolaş da gel” derler. Yüzüğü arama sırası kendinde olanlar, fincanları hemen açmazlar. Önce tepsiye uzun uzun bakarlar. Saklayanın ruh hâlini, ustalık derecesini, acemiliğini dikkate alırlar. Kendi aralarında bir konsültasyon yaparlar.

-Sen hangından işgilleniyon İbram?

-Bana galırsa, bu göbeklide…

-Hasan dayı, sen ne deyon?

-Sankı şu güçcükde gibi duruyo.

-Yok yok, bu adam ona gomaz. Baksana şu dizilişe!

-U zaman sen de işgilini sööle bakalım.

-E nolcek şindi? Herkes başka fincanı deyo?

-Bak, eğer şunda değilse, kesin bundadır. Galıbımı basarım.

-Ya güllüde çıkaasa?

Bu sözler öyle rastgele söylenmez. Her bir tespitin, “işkillenmenin” temeli, sebebi vardır. Mütalâa devam ederken, öbür ekiptekiler sabırsızlanır.

-E hade, açın birini!

-Sahura gadar bööle sizi mi beklecez?

-Bunna da hep bööle gonuşur, gonuşur, dururla…

O sırada çaylar, kahveler, gazozlar içilir. Oyuncular ve seyredenler… Kahveci bütün içilenleri hesaba kaydeder.

İlk fincan açıldı, bulunmadı.

-Aman ha, şimdi mutlaka boş olduğunu tahmin ettiğimiz birini açalım. Yoksa fena!

-Ooo, öğretmen beyimiz de gelmiş katılmış… Hoş geldin hocam!

-Hoş bulduk…

Fincanlar açıldı, açıldı, çıkmadı yüzük. O hâlde son iki bırakılacak ve o fincan sert bir şekilde açılacak. Öyle ki, altında bulunan gazoz kapağı, fırlayıp iki metre yukarı, üç beş metre ileri fırlayacak. Olduysa, ne âlâ! Olmadıysa, kalan son fincanın altında demektir. Fakat onu açmak da cesaret ister. O da boş olabilir. Buna “kazıtma” denir. Açıldığında altından çıkarsa, 2 puan!

Eğer “Kazıttı bu” denir ve tahmin doğru çıkarsa, tepsi el değiştirir. Kazıtmak da oyun kuralları içindedir.

Heyecandan elindeki fincanı da uçurup yere düşürenler olur. Fincan kırıldıysa, yerine yenisi gelir, ama yeni fincansa, “Tüh be, yepisyeniydi!” diye üzülür kıran.

Tepsi iki ekip arasında gider gelir. 101 veya 151 puan ceza alan, oyunu kaybetmiş demektir. Sahur yaklaşırken masalar toparlanır, gülüşlerin, bağırıp çağırışların, heyecanın sonu gelmiştir. 

***

Bazen çok heyecanlı oyuncular çıkar ekipler arasından. İlk fincanda bulunmadı ya, “Kesin şunda!” diyerek, ikisinin üstüne eliyle dokunarak sağlamca tutar. Diğer fincanların hepsini elinin tersiyle iter. Ya tahmini doğru çıkacak, tepsiyi kazanacaklar ya da kenara ittiği fincanlardan birinin altından şıngırdayacak. Gelsin toplam fincan sayısınca ceza!

Eğer oyun sırasında sinirlenen olursa, sakinleştirilir: “Ağır ol, eğleniyoz şunun şurasında…”

***

Saklayan, kimi zaman, tepsi içine bütün fincanları kullanarak “V” harfi yapar. Bulunmazsa kapı arkasına gider, “A” harfi çizer. Üçüncüde “Y” harfinde gelir tepsi. “VAY” yazmış olur. Anlayan anlar, anlamayansa yüzük bulunmadığı ve devamlı o oyuncu sakladığı için “Bu adam fena saklıyor be!” der, geçer. Yazılandan çizilenden haberi yoktur.

Ancak usta oyuncu, “V” gelen tepsinin bir sonrakinde “A” hâlinde geleceğini tahmin edebilir. Yüzüğü nereye sakladığına bakar. Ortalara mı saklıyor, kenara köşelere mi? Yoksa bir öyle, bir böyle mi? Doğru tahminde bulunup tepsiyi alırsa, bu defa o gider, “A”, “L”, “A” yazabilir. (“A”ların üstüne şapka konulamıyor. Yeterince fincan yok.) Bir sonrakinde ise “Y” yazacaktır belki de. “Sizinle alay ettim” demeye getirecektir.

Harfler önemli! “S” yazılır, “O” yazılır, “N” yazılır… “E” bile mümkün… Böylece pek çok kelime çıkarılabilir. Oyunun sonuna doğru biri “SON” yazabilir. Bunları herkes görmez. Ustalar birbiriyle bakışır, bıyık altından güler, acemiler öğrenmeye çalışır.

***

Saklama konusunda uzmanlaşanlar olduğu gibi, bulma konusunda da ihtisas sahibi oyuncular vardır ve onlar iyi bilinirler. Bir de ikisinde de becerikli olmadığı hâlde yüzük oyunlarının vazgeçilmez üyeleri vardır. Onlar, oyunculara iyi gaz veren, masayı coşturan, arada şakalar yapanlardır.

Tepsi iki ekip arasında gider gelir. 101 veya 151 puan ceza alan, oyunu kaybetmiş demektir. Sahur yaklaşırken masalar toparlanır, gülüşlerin, bağırıp çağırışların, heyecanın sonu gelmiştir. Bazılarının çenesi ağrır gülmekten. Bazılarının kalbi çok hızlı çarptığı için, lunaparkta tehlikesi yüksek oyuncaklara binmiş de az önce inmiş gibi hisseder. Adrenalin yükseltir yüzük oyunu.

***

Sahurun yaklaştığı, oyundan anlaşılmaz. Biri biter, yenisi başlar. Ancak davulcunun sesi duyulacak, kahveci seslenecek: “Hade beyler, davulcu çıktı, toparlayalım…” Öyle ya, daha kahve süpürülecek, temizlenecek.

Kâhya Hüsen Dayı, davulunu konuşturmaktadır. Hani neredeyse, insanın kalkıp oynayası gelir. Ötekiler de, “Vay canına, sahat kaç olmuş?!” diye toparlanır.

Ertesi akşam teravih sonrası tekrar başlanacak, yeni saklama ve bulma taktikleri düşünülecek. Eve doğru giderken, “Ah ulen, nasıl tahmin edemedim ben unu?” denilecek. Yahut “Nasıl da hep dooru fincanı işgilledim… Çünkü tanıyom aslanım ben onu, ciğerini biliyom. Cebine saklasa gene bulurum” diye böbürlenilecek. Eh, hakkıysa ne diyelim? Adam ustaymış.

***

Yüzük oyunu, yalnızca Ramazan gecelerinde oynanır, başka zaman kimsenin aklına gelmezdi. Şimdilerde nasıldır, yerinde görmek için mübarek Ramazan-ı Şerif geldiğinde gidip bakmak lâzım.