BEKLEDİĞİNE değeceği garanti
olan kaç şey vardır ki şu hayatta? İşte Ramazan ayı ve oruç geldi bize, hoş
geldi! Umarım bu vesile ile biz de kendimize gelebiliriz.
Özellikle
bu çağda ne kadar çok ihtiyacımız var değil mi bu kutlu aya? Orucu tutmaya, manevî
bir iklimde tutulmaya her zamankinden çok ihtiyacımız var. Oruç bizi tutmalı ve
bir daha bırakmamalı. Rabbim affetmeli biz vefasızları ve kapısından suçlu
girdiğimiz Ramazan ayının diğer kapısından uyanmadan, kendimize gelmeden,
arınmadan ve kazanmadan salmamalı.
Oysa
yaşantımızın her ânı bir haykırış değil miydi? Hakkı hakikati bir yıldırım gibi
suratımıza çarpmıyor mu var olan, var edilen her şey? İçimizde ve dışımızda
cereyan eden, hayat bulan, bildiğimiz ve bilemediğimiz yaratılmış her şey bir
kelime değil miydi? Neden okuyamadık? Haydi okuyamadık, neden okumayı,
öğrenmeyi talep etmedik? Varlığımızın her ânı, hiç hareket etmediğimiz vakitlerde
bile kitabımıza yazdığımız ve silinmesi mümkün olmayan bir sözümüz değil midir?
O söz ki, Yüce Yaratıcı’nın “Ol” dediği ile olduktan sonra, daha beden elbisesini
giyinmeden kitabın açılması ve dağların, taşların, meleklerin bile un ufak
olmasına sebep olacak, kaçışılan, istemedikleri o sorumluluğun başladığı yerdi.
Var edildiğimiz anda var edildi kâinattaki en büyük sorumluluk. O sorumluğun
kaydının yazıldığı kitap…
Büyük
cesaret doğrusu insanın yürüyüşü, unutuşu, vefasızlığı. Büyük hastalık doğrusu
insanın zulmü seçerek zalim olması ve bu yüzden ne kaybettiğini fark ettiğinde
varlık âlemindeki gelmiş geçmiş en büyük pişmanlıkların yaşanacağı o ana doğru
yürümesi.
Ne
güzel bir Rabbimiz var oysa! Eşsiz bir kâinat sermiş önümüze, içini insanlığın
merakına, hayranlığına, araştırmasına, hizmetine sunmuş, nice sır ve hikmet
yerleştirmiş. Bizimle bizi var ederek konuşmuş. Aynadaki kendimize baktığımızda
konuşmuş, elçileri aracılığıyla konuşmuş, canlı ve cansız varlıkları ile konuşmuş,
olaylar aracılığıyla konuşmuş… Öyle bir sanat ve ilimle işlemiş ki kâinatı,
hiçbir sanatçı, hiçbir bilim adamı çıkamamış içinden. Varılacak tek nihaî sonuç,
hayranlıkmış. Biraz olsun heyecanlanmaz mı insan, durup durup çılgına dönmez
mi? Nasıl kaldırabiliyoruz üzerimize giydirilen bu varlık elbisesini, insan
olma sorumluluğunu? Hiç mi uykunuz kaçmıyor? Tabiî ki yıldızlar gibi yeryüzüne
dağılmış ilim sahipleri, hayranlıkla dolu insanlar var. Umarım bir salgın gibi
çoğalırlar.
“Bak
ey insan, gördün mü harflerimi, kelimelerimi” demiş Mevlâ’m, “Yağmurumu, karı,
çiçeği, bebeği, gökyüzünü, toprağı, yıldızları gördün mü? Okudun mu? Mesajımı
aldın mı?”.
Azı
dışında insan da seslenmiş, “Okuyamıyorum, anlayamıyorum. Beni yaratmaktan
maksadın ne? Başıma gelen acı tatlı olayların amacı ne? Bütün bu zamanların ve
içinde yaşananların hikmetini okuyamıyorum” demiş ve unutmayı, kaçmayı, oyalanmayı
seçmiş.
Elbette
mesajı alamamak, kendi kitabını okuyamamak çok üzücü, lâkin geçerli bir bahane
değildir bu vazgeçiş. Ey insan, ne kadar akıllı olursan ol, bir yerde muhakkak
tıkanacaksın! Düşünün, yaratılanı var eden kim? Allah… Mesaj açık değil mi
sizce? Evet, Allah-u Teâlâ bilinmek, kul olmamızı ve O’na dönmemizi istedi,
emir ve yasaklarına, gönderdiği elçilerine uymamızı amaçladı. Ancak…
Kaçırdığımız
en önemli anahtarın şu olduğunu düşünüyorum: Yaratılan, Yaratan’ı tam olarak
idrak edemez, bilemez, çözemez, kapsayamaz, “Kısaca şudur” diyemese de insan
dışında her şey insanın eline uzatılmış bir ip değil mi? Ve Allah-u Teâlâ, “Allah’ın
ipine sımsıkı tutunun” demedi mi? Mesele okuyamamamız değil, tam olarak
okuyamayacağımızı kabul edip Yaratıcımıza yönelerek bizden istediklerini yerine
getirmeye çalışıp ilim ve hayranlık ile elimizden geleni yapmak, okuyabildiğimiz
kadarıyla, düşe kalka, yalvar yakar, ağlayarak, düştüğümüzde kalkarak yol
almaya çalışmaktır. Mesele, okumayı, öğrenmeyi talep etmektir. Yaratılanın Yaratan’ından
yardım istemesidir. Aklına güvenmeyi bırakması, duygu ve düşüncelerine “Dur”
demesi ve kalbinden Hakk’a bir yol inşâ etmesi, duâ kervanları göndermesi değil
midir?
Kışın
soğuğunun tek amacı, sadece toprağı ve insanı üşütmek midir? Yazın sıcağının
amacı, sadece çiçekler açtırıp meyveler verdirmek ve insanlar denize girsin,
gün boyu dışarıda dolaşsınlar diye mi? İlk ve sonbaharın amacı, sadece açılış
ve kapanış mı? Savaşlar ve barışlar insanın sadece düşüncesizliği mi? Bütün bu
olan bitenin hepsi birden, sadece bir tane soru değil mi?
“Okuyamadığın, anlayamadığın, konuşamadığın, yazamadığın, yapamadığın bu kadar açıkken, kendini bile tanımıyorken, bu kaçış niye? Ne zaman teslim olacaksın?”
Hoş
geldin oruç!
İşte
oruç ayı geldi! Çok şükür ki geldi! Teslim olabilmek için en güzel imkânların,
en güzel manevî iklimlerin yaşanabileceği anlarla dolu koskoca bir ay... Bütün
bir sene kaçışımızı biraz olsun yavaşlatacak, biraz olsun soluklanıp düşünme
imkânı bulabileceğimiz, biraz olsun olmayı, olanla oyalanmayı bırakıp Oldurana,
Var Edene döndürecek iklime kavuşmak ne güzel!
Yaşamak
çok zor. O kadar zor ki, nasıl yürüyebildiğimize ya da nefes alabildiğimize
şaşıyorum. Daha ilginç bir şey söyleyebilir miyim izin verirseniz? Sonsuzluğun
tam ortasına, “Of! Canım çok sıkılıyor” diyebilme lüksüne sahip olabilmek ve
bunun bile ne kadar büyük bir mucize, nimet ya da ceza/hikmet olabildiğinin
farkına varamamak, öylece oflayıp puflamak…
Aman
Allah’ım, inşallah bu kutlu ay, bu sefer biraz olsun silkelenmemize vesile
olur!
Onca
zamandır Dünya’nın etrafında dönen şu Ay’ı biraz düşünelim mi? Muhakkak binbir
hikmetle vazifelendirilerek oraya, yörüngesine yerleştirildi. Ama diğer
taraftan her olan şey gibi bir de vermek istediği mesajlar üzerine kafa yormak
gerek. Dönüp durur görevi gereği Dünya’nın etrafında. Peki, biz neyin etrafında
döner dururuz? “Dönmemiz gerektiğini kim söylüyor?” diyen düşüncelerinizi biraz
bekletirseniz, şu şekilde de bir bağlantı kurabilir miyiz: İster Dünya, ister Ay
olun bir yörüngede, başıboş değil hiçbir yaratılan. Belli bir istikamette, harekette
ve ister istemez bazı kuvvetlerin etkisinde dönüp duruyor. Ay, Dünya ile
beraber Güneş’in etkisinde, o da kendi sistemi ile beraber Samanyolu’nda bir
etki alanı içinde, diğer bütün galaksiler gibi Samanyolu da bir görev üzerinde
yol almaya devam etmekte…
Bizler
de iç ve dış etkilere maruz kalarak düşünce, duygu, genlerimiz ve toplum gibi
kuvvetlerin tesirinde yol alıyoruz. Bu dengelerin biraz olsun farkına varmanın
yolu tabiî ki okumaktan geçiyor ve sonrasında da farkına vardığımız şeylerle
ilgili olarak bazı icraat yapmamız gerekiyor. Nelerin ne kadar etkisinde
olduğumuzu iyi analiz etmemiz elzem. Kendimizi analiz edebilmemiz her zaman
mümkün olmuyor maalesef. Farkındalığa ulaşarak, onu doğru şekilde
kullanabileceğimiz uygun şartlara kavuşmamız ve zaman kaybetmeden kendimizle
çalışmamız gerekiyor. Şöyle geriye doğru bir bakmamız, dünyada neler olup
bittiğini bütünsel olarak görmemiz, bize büyük ipuçları verecektir.
Ramazan
ayı, içinde barındırdığı manevî iklimleri ile özellikle sindirim sistemine giden
yoğun enerji ve oksijen gibi temel maddelerin beyin bölgesinde daha fazla
kullanılabilmesini sağlayarak farkındalık ve tefekkürün en güzel zeminini hazırlamış
olacaktır. Bize burada lâzım olansa “sorular”dır: “Var olmamamızın amacı nedir
ve ne kadar bu amaca uygun bir hayat yaşayabiliyoruz? Farz ve ibadetten amaç,
farz ve ibadet midir, yoksa bunlar hedefe götürmesi gereken araçlar mıdır?
Araçlarımızı ne kadar tanıyoruz? Araçtan maksat, yola girmek, yolda ilerlemek
ise, ilerleyen şey sadece araç ve yol mu, yoksa yol aldıkça içinizde bir
şeylerin değiştiğini, geliştiğini, bakış açınızın genişlediğini hissedebiliyor
musunuz?”
Namaza,
Kur’ân’a, zikre, oruca, insana, Mevlâ’ya yürümek iyi güzel de, Mevlâ’mın
huzuruna varan kişi ile o huzuruna varıp hiçbir şey olmamış, hiçbir şey
hissetmemiş, hiçbir şey kazanamamış ya da hiçbir yürek sıkışması yaşamamış
olarak, her gidiş gelişinde hep aynı kişi kalmışsak, sizce bu yolculukta, bu
vuslatta bir sorun yok mu? İbadeti yapmayalım, yaşayalım. İçinde yol alıp
içinden kazançlı çıkalım. İmar edelim içimizi ve geleceğimizi. Varlığımızı fark
edelim, farkındalık ile fark katalım, gelip geçişimizin güzel bir imzası olsun
yeryüzünde. Hem yaratılışımızın en güzel şükrü, Yaratan’a yaratmasının ne güzel
olduğunu gösterecek izler ve işaretler sunmak değil midir?
Soru
sormayı asla bırakmayalım. Aklınıza ne gelirse sorun ve öyle sesli bir cevap
beklemeyin hemen. Sorun ve ara ara sessizlikte öylece bekleyin. Tefekkür, şükür,
zikir ve muhabbet ile… Nasibiniz olan elbet düşecektir zamanı gelince içinize.
Duyabilmek için konuşmaya, koşturmaya, hesaplara, alışverişlere ara vermek
gerek. İçe, derinlere doğru bakabilmek gerek. Zor gibi görünen birçok şeyi zor
yapan algıdır. Zorluk yabancılıktan gelir. O hâlde gelin, yabancılığı atalım. Bol
bol okuyalım ve yazalım ki esas okumaya alışalım. Yazalım ki kelimelerin kar
tanesi gibi düşüşünü daha rahat duyabilecek hâle gelelim. Bilen bilir, hani
derler ya, ekmeği bölüşmenin tadı ekmekten daha tatlıdır, yazmak da öyledir.
Yazılandan daha değerlidir yazabilmek, uzaklara kapı olmak, kalemi olabilmek
hikmetin, mucizelerin, ilhamın…
Rabbim
büyük, kim bilir bu Ramazan belki de bizleri büyük bir mucizesi ile kuşatacak
ve öyle bir tutulacağız ki tuttuğumuz oruçlar, yapılan ibadet ve duâlar,
iyilikler, hayır ve hasenat insanlığımıza şifa olacak bambaşka bir güne
uyanacağız.
“Olmaz” demeyin, bu hayat bizim yurdumuz
değil. Her ne varsa bizde, hepsine gurbetiz. Siz yorulmadınız
mı hiç, ben nefes nefese kaldım. Çok hastayım, açım, muhtacım. Rabbime
hasretim, bütün insanlığın kucaklaşmasına muhtacım. Kendimden kaçmaktan bitap
düştüm. İlimsiz nefes alamıyorum artık ve koca bir şehirde, üç artı bir daireye
sıkışmaktan, kapıları sıkı sıkı kilitlemekten hasta düştüm. İnsan insana şifadır.
Omuz omuza olup da bu kadar uzak olur mu hiçbir şey böylesine? Neden gözleriniz
haram bana, dilimden çıkan her şeyi eleştirme ihtiyacınız neden? Neden birkaç
insan dışında gerisi el bize?
Bir
Yaratan, bir de yaratılan yok mu? İkiyi kim böldü böylesine? Elbet Allah var,
başka bir şey yok, o ayrı. Lâkin yaratılan bırakın Yaratan’da kaybolmayı, kendini
kendine el etti. Bin parçaya böldü insanı. İnsanı insanlıktan çıkardı. Böldü,
parçaladı, yok etti. Yetmedi, bunları yaparken utanmadan bir de insan hakları
diye bir şey çıkardı. İnsanı insana karşı korumaya aldı…
Yazıktır,
günahtır, etmeyin!
Bu
mübârek aylar hürmetine toparlanalım, tartışalım, ayağa kalkıp birleşelim.
Ayrılmak bir hastalıktır, tedavi olalım. İnsan insana kıyar mı hiç? Bunun filmi
yapılır mı hiç? Buna izin verilir mi hiç? İnsan diye bir tür var. Akıl var, ruh
var. Akıl, akılsızlık yapmak için midir? Umulur ki, tarihin bir sayfası da
büyük birleşmeyi yazacak. Bir gün olsun, bütün insanlık el ele tutuşacak.
Elinde kitap ve kalem, dilinde edep, kalbinde sevgi, aklında paylaşmak,
fikrinde gelişmek, araştırmak ve hayranlık ile yürüyecek öylece Yaratıcısına.
Ramazan’ınız,
orucunuz, tutuluşunuz ve tutuşunuz mübârek olsun. Mübârek olsun kutlu
yürüyüşünüz!