Umudun sesi, baharın rengi

“Baharın rengi nasıldır?” dedi. “Beyazdan daha beyaz, kızıldan daha kızıl” dedim, “Gelincik çiçeklerinden damladı ilkin toprağa, engin denizler, yalçın dağlar, şehirler, köyler onun rengine bulandı. Toprak ve su onunla can buldu, sonra can oldu düşkünlere, mazlumlara”.

“UMUT nedir?” dedi. “Umut, baharın aynada yansıyan yüzüdür” dedim. “Peki, bahar nedir?” dedi. “Umudun ete kemiğe bürünmüş şeklidir, onun rengidir” dedim.

“Bahar ile umut kardeş midir?” dedi. “Dünya kurulduğundan beri” dedim, “Ne zaman toprak göğermeye dursa, ne zaman erguvanlar başlarını kaldırsa ve ne zaman gök ışıltılarıyla su göz kırpmaya başlasa, işte o zaman sînelerde de umutlar yeşerir, yokluklar yok, azlıklar çok olur”.

“Umut gözle görülür mü?” dedi. “Evet” dedim, “Karanlığın en karanlık olduğunda gökyüzü başka bir hale bürünür. Seher cıvıltılarıyla birlikte güneş ışıklarını dağlara ovalara bırakmaya başladığında görülür, hiçbir kederin baki kalamayacağı, karanlığın da daimî olmadığı idrakini besler zihinlerimizde”.

“Umut neye benzer?” dedi. “Suya benzer” dedim, “Çatlayıp parça parça olmuş kuru toprağı kendi elleriyle içiren odur. Kurumuş dallara, yavru kuşlara, börtü böceğe kırk ikindileri getiren yine odur. Odur gökyüzüne kollarını uzatmış yavruların alnından öpen. Kederin sürgün geldiği şehirlere bereketiyle inşirahı dolduran yine odur. İşte bu yüzden umut neredeyse bahar oraya gider”.

“Umudunu kaybedenler baharın kokusunu hissedemezmiş, doğru mu?” dedi. “Doğru değil” dedim, “Umudunu yitirenler baharın kokusuna en çok özlem duyanlar, ona kavuşmak için en çok gayret gösterenlerdir. İçlerindeki özlem onları daima besler, güçlü kılar ve yol gösterir, kapılar açar”.  

“Umut ölür mü?” dedi. “Ölmez” dedim, “Nefes alıp verdiğimiz sürece umut hep yanı başımızdadır. Maddî ve manevî tüm yıkıntıların arasından çekip çıkarır bizi, yeter ki elimizi uzatalım. Tıpkı toprağın çoraklaşıp canlılık emarelerinin kaybettiği kara kışlardan sonra rüzgarın toprağa üflemesiyle toprağın yeniden nefes almaya başlaması ve birbirinden azade renkleriyle tabiatı yeniden bezemesi, her köşeyi hayat ıtırlarıyla donatması gibi”.

“Umudu bizden çalabilirler mi?” dedi. “Korkma, çalamazlar!” dedim, “Kutsal yağmurların yeşerttiği ulu bir çınar gövdesidir gövdemiz; ne zaman dara düşse elimiz, toprağın dört bir köşesinden beslenen köklerimiz ta derinlerden emer baharın gövdemize devşireceği gücü. Çatlar tohum, ufacık bir bahar çiçeği yeniden alevlendirir besler yürekleri. Baharın görünmeyen yüzü umut, umudun görünen yüzüdür bahar”. 

“Umudun sesi var mı?” dedi. “Var” dedim, “Umudun sesi gitmez kulaklarımızdan; ne zaman ayazda kalsa başlarımız, semaya açılan eller sarar etrafımızı, kimi dualar okur, kimi Fatihalar gönderir, kimilerinin de yüreklerinin derinlerinden gelen ‘Âmin’ler vardır”.

“Baharın rengi nasıldır?” dedi. “Beyazdan daha beyaz, kızıldan daha kızıl” dedim, “Gelincik çiçeklerinden damladı ilkin toprağa, engin denizler, yalçın dağlar, şehirler, köyler onun rengine bulandı. Toprak ve su onunla can buldu, sonra can oldu düşkünlere, mazlumlara”.

“Baharın başka adı var mı?” dedi. “Var” dedim, “Kars’tan Muğla’ya, Edirne’den Hakkâri’ye Anadolu’dur, Trakya’dır. Sert esen rüzgârların, kara kışların, puslu havaların dağ taş, diyar diyar yaşandığı ama sonunda yine bahar türkülerinin memleketin her köşesini titrettiği, bir karış toprağı ve tek bir insanı için dahi yüreklerin titrediği yerdir”.  

“Umudun başka adı var mı?” dedi. “Var” dedim, “Kardeşliktir, birliktir, beraberliktir. Milyonlarca insanın el ele tutuşmasıyla bir bedende hayat bulması, tek yürek olmasıdır. Bayrağa rüzgâr olmuş baharların yürekleri buluşturduğu millettir”.     

Önce tebessüm etti, sonra da, “Umudumuz var oldukça günümüz hep bahar olur, değil mi? O zaman endişeye mahâl yok!” dedi. “Evet” dedim, “Sakın korkma!”.