Ümitvar

“Mutluluk yaşanmaz; genelde hatırlanan bir şeydir” deniliyor. Hâlbuki hatıralarımızda değil, şu anda yaşıyoruz. Bir şarkı sözünde ne diyordu Zeki Müren? “Ömür çiçek kadar narin, bir gün kadar kısa”… Keder de var, neşe de. Hayat zıtlıkları ile kaim.

İNSAN ümitvar olmalı. Ancak ümidi bazen tek başına yakalayamıyor, başka bir cana ihtiyaç duyuyor. Bu bazen ailenin bir ferdi oluyor, bazen de aileden olmayıp gönül bağı ile bağlandığınız insanlar olabiliyor. Bu yüzden şair, “İnsan insanın ümididir” der.

Dikkat edilmesi gereken mesele, ümide ket vuranlardan olmamak.

Sanıyoruz ki, tüm acıları, kederleri, hüzünleri sadece biz yaşıyoruz. “Ne çok acı var” diyor ya şair, gam, keder, hüzün, tasa, endişe hep bu dünyaya ait. Yani aslında bizim içerisinde yaşadığımız ancak ait olmadığımız bu dünyaya… Bazen her şeyin tükendiğini, yitip gittiğini, bütün dallarımızın kırıldığını sanırız. Oysa fazlalıktır bazen gerekli gördüklerimiz. Nasıl ağaçlar budanır belirli mevsimde, bizim de hayatımızdaki bazı şeylerin budanması gerekir daha gür çıkması için belki de.

Ümit, kırıldığı yerden yeniden yeşeriyor bazen. Nasıl meyve veremeyen ağacın dalı güzel meyve veren bir ağacın dalıyla aşılanır ve yeniden, daha güzel şekilde, aşkla meyve verir, insan da öyle insana aşı olmalı, derman olmalı. Kırılan dallarına çiçek açtırmalı. Hâlbuki sevmek, sevilmek de var; ümit, neşe, saadet, sevinç de bu dünyaya ait.

“Mutluluk yaşanmaz; genelde hatırlanan bir şeydir” deniliyor. Hâlbuki hatıralarımızda değil, şu anda yaşıyoruz. Bir şarkı sözünde ne diyordu Zeki Müren? “Ömür çiçek kadar narin, bir gün kadar kısa”… Keder de var, neşe de. Hayat zıtlıkları ile kaim. “Ne dem bâkî, ne gam bâkî”. “Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ” imiş diyor şair. Bâkî olan, yalnızca Allah’tır elbette, ancak, “Yaratılanlar için, göçüp gittikten sonra kalıcı olmanın sırrı budur” diyebiliriz.

Hayat kendini tekerrür eden bir döngüden ibaret. Biz gelip geçsek de bu dünyadaki düzen bizden sonra da devam edecek. Ama sonsuza kadar da sürmeyecek. Biz bu döngünün içerisinde bizlerden sonraya ne bırakabiliriz, buna dikkat etmeliyiz. Bu da ancak gönül bağı ile mümkün oluyor. Çünkü maddesel olan her şey geçici, mânâ ise kalıcı.

Gönül bağı ise kan bağıyla ilgili değil, can bağıyla ilgili. Bazı insanları ilk kez görünce bile sanki yıllardır tanıyor gibiyizdir. Bazılarını ise yıllardır görmemize rağmen hiç tanımıyoruzdur. Hani ilk kez tanıştığımız insanlara bir yakınlık hissederiz bazen ve deriz ki, “Ruhlar âleminde de bir miydi acaba ruhlarımız?”. Kim bilir? İnsanlar arasındaki ilişkimizi belirleyen etken, gönül bağı olmalı. Bu durum her ilişki için mühim. Gönül bağı dışında kurulan tüm bağlar bir zaman sonra kopuyor yahut canı acıtacak derecede yıpranıyor ve yıpratıyor.

İnsanın insana ihtiyacı vardır. İnsan insana yâr olmalı, yara değil. İşte burada gönül bağı ayyuka çıkıyor. Bu bazen aileden biri olabiliyor, bazen bir dost, bir yol arkadaşı…

Dostluk zor hâllerde belli olur. Zor durum bazen sizin içine düştüğünüz sıkıntılı bir hâl olabilir. Veya sizin başarınızı kutlamak, karşınızdaki insan için zor bir durum olabilir. Hani derler ya, “iyi gün dostu, kötü gün dostu” diye, bence “hâl dostu” vardır. Her hâlinizde sizin yanınızda olabilen, bir yanlış yaptığınızda da uyarıcı olarak önünüzde durabilen kişiye “dost” denilir.

Aslında bu sadece dost için geçerli değildir. Meselâ “hayat arkadaşı” kavramı kullanılır evli olan insanlar için. Bence çok güzel bir ifade. Hayat yolunda beraber yürüyebildiğiniz, gerekirse size yol gösteren, düştüğünüzde sizin kalkmanıza yardımcı olan ve yolculuk boyunca her daim yanınızda olabilen kişi... Hayat hep güllük gülistanlık değildir elbette ama hep dikenli, karmaşık yollarla da bezeli değildir. Filhakika inişler de bizim içindir, çıkışlar da.

Hayat kendini tekerrür eden bir döngü. Ümit kırıldığı yerden bazen daha güzel yeşeriyor ve daha güzel çiçek açıyor. Ümitkâr olmalı insan, ümitkıran değil.