Umay Ana’nın Divan şiirindeki gölgesi: Hümâ

Bu kadarlık bir beyit seçkisi bile Divan şiirindeki hümânın Türk mitolojisindeki Umay Ana’nın kuş biçimli bir göstereni olduğunu belgelemeye kâfidir. Dosyamızda söylediğimiz gibi, bir millet hangi inanç ve kültür dairesine girerse girsin, kendi irsî kodlarını bir şekilde yeni inanç ve kültür dairesinin unsurlarıyla harmanlayarak onu yaşatmaya devam etmektedir.

UMAY ANA, Türk mitolojisinin en kadim mitsel figürlerinden biridir. Türk mitolojisinin muhtemelen ilk teşekkül eden mitsel figürlerinden biri olduğu için, bu durumun doğal bir sonucu olarak mitik ve kozmik alanda çok geniş bir faaliyet içinde görülür. 

Umay Ana’nın bu faaliyetlerini şöyle sıralayabiliriz: Ocak iyesidir. Aşk ve sevgi tanrıçasıdır. Gümüş saçlı güzel yüzlü bir kadındır. Hayat unsurları olan güneş ve sudur. Kadın, çocuk ve hayvanların koruyucusudur. Güneş olup doğar ya da güneşi doğdurur. Her türlü meteorolojik olayı başlatır. Gökyüzünde yaşar, semayı mekân tutar. Çoban Yıldızı ve aydır. Kanatlı ata biner yahut kanatlı attır. Koruyup gözetici bir ilâhe olduğu için ulu bir akkuş kılığına girip kavminin üzerinde uçarak gölgesiyle kut verir. Geyiğe dönüşür veya geyiktir. Bolluk ve bereket ilâhesidir. Gökten inerken ellerinde kayın yahut kavak ağacı vardır. Gökten yere gökkuşağı yoluyla iner. Bulutların üzerinde yuva yapar. Kimi zaman can alıcı bir ruh, kimi zaman da savaş ilâhesidir. Göğün dördüncü katında bulunan süt gölünden getirdiği süt damlalarındaki kut, ana rahmindeki çocuklara can verir. Doğum ilâhesidir. Elinde tuttuğu ok ve yaydan dolayı hem muharip hem de avcıdır.

Tarihî süreç içerisinde temel mitlerin birtakım indirgemelere tâbi tutularak parçalanıp dağıldıkları görülür. Ancak bu parçalanmalar daima temel unsurdan izler taşır. Umay Ana miti de Türklerin en temel mitlerinden biri olduğu için, onun kadar parçalanıp çoğalan ikinci bir mitsel unsurumuz yoktur denilse yanıltıcı olmaz. Bu çoğalma olgusunun nedeni, Umay Ana figürünün son derece kuşatıcı olmasından kaynaklanır. Tarihî süreç içerisinde Türklerin muhtelif topluluklara ayrılarak ana merkezden uzaklaşmalarından dolayı, Umay’ın pek çok temel işlevinin yeni mitsel figürlere yüklendiği görülür. Ocak iyeliği Od Ana, Çoban Yıldızlığı ve ona bağlı olarak çocuk, kadın ve hayvanların koruyuculuğu Ayzıt, bereket tanrıçalığı Ötüken Ana ile temsil edilir. Ancak bunların hiç birisi Umay Ana’nın temsil gücüne ulaşamamıştır.   

Dünyayı algılama süreci, mitolojik algıdan tarihî algıya geçildiğinde Umay Ana miti, Türk milletinin ortak millî hafızasına bir köktip (arketip) olarak ebediyen yerleşir. Buradan anlaşılır ki mitsel köktipler ölümsüz olup kendilerini değişen şart ve süreçlere göre yenileme gibi bir özellik taşırlar. Bu niteliklerinin bir sonucu olarak bu köktipler, mensup oldukları milletlerin ortak hafızasından veya toplumsal irsiyet denizinden baş çıkararak kendilerine daima bir hayatiyet alanı açarlar. Zaten köktiplerin ana özelliği kendilerini yenileyerek yaşamaya devam etmeleridir. Bir köktip bir mit hüviyetine büründüğünde o milletin ortak bilincinde irsî bir miras olarak yaşamaya devam eder. Bu bağlamda Umay Ana köktipi de tarih içerisinde değişen algılara bağlı olarak kendisine Türk kültürü içerisinde çok zengin bir temsil alanı bulmuş ve o alanlar içinde yaşamaya devam edegelmiştir. 

Umay Ana mitsel figürü, bu işlevlerine bağlı olarak genetik mirasında bir köktip olarak yaşadığı Türk milletinin sanat ve zanaat ürünlerinde değişik mahiyetlerde sıklıkla görülür. Sözgelimi Türk halı ve kilimlerindeki güneş, bereket ve eli böğründe motifleri Umay Ana ile ilişkilidir. Saray, han, dergâh, cami ve konakların çatal kapıları Umay Ana’nın kanatlarıdır. Cami girişlerindeki taç kapıların üzerinde güneş ışınlarının belli zamanlarda yansımasıyla oluşan kadın siluetleri Umay Ana’nın gösterenleridir. Kaftanların etekleri ve padişahların tuğraları yine Umay Ana’nın kanat ve saçlarıyla ilişkilidir. Umay Ana bunlardan başka kemer tokalarında, kılıç kabzalarında, seramiklerde, tavan süslemelerinde kuş, güneş ve benzeri motiflerle kendisini gösterir. Umay Ana’nın Türk zanaat ve sanat eserlerinde en çok işlenen iki ana sembolü güneş ve kuştur. Elbette bu kuş alelade bir kuş olmayıp Umay, Kumay ve hümây kelimelerinden evrilen efsanevî hümâ kuşudur. 

Umay Ana’nın bir köktip olarak Türklerin ortak bilincinde daima yaşadığı bir gerçektir. Türklerin Altay dağlarının eteklerinde yaşadığı dönemde çadırlarının sol bölümü Umay Ana’nın yeri sayıldığı için arı tutulur, kamların davulları Umay Ana’nın muhtelif sembolleriyle bezenirdi. Düşman üstüne sefere çıkan Tonyukuk, Umay Ana’nın kutu sayesinde kendisinden sayıca fazla düşmanla cenge girdiğini söyler. 

Demek ki Umay Ana, sadece bir mit figürü değil inanç unsuru olarak da hayatın içindeydi. Bu durumda Türklerin Müslümanlığa geçtikten sonra, Umay Ana’ya ait mit ve inançları bıçakla keser gibi kesip attığını söylemek güçtür. Sadece Selçuklular döneminden kalan seramiklerdeki başı insan ve gövdesi kuş biçimindeki tasvirlere bakmak bile hümâ kuşu ile bütünleşen Umay Ana’nın Türklerin ortak hafızasındaki zindeliğini görmek bakımından yeterlidir. Selçuklu seramik sanatkârının Umay Ana’yı kuş görünümü ile birleştirerek Umay başlı hümâ kuşu ile resmetmesine karşılık aynı işi Osmanlı şairleri de kelimelerle yapmışlardır. Günümüzde genç kuşak ve aydınlar arasında Türk mitolojisi ve bu bağlamda Umay Ana figürüne karşı oluşmaya başlayan derin ilgi, irsî kodlarımızda bazen aşikâr bazen gizli bir şekilde yaşayan genetik miras ırmağının kesintisiz akışıyla alakalıdır.  

Genellikle Osmanlı dönemi kültür ve edebiyatının kadim Türk kültür ve mitolojisiyle hiçbir münasebeti olmadığı sanılır. Oysa bu edebiyatın kütüphane raflarını çökerten divan ve mesnevilerine bu gözle bakılsa Divan şairlerinin Türk mitolojisine ait unsurları ne kadar zengin bir sembolizm içinde işledikleri görülür. Zamanı geniş ve tecessüsü obur genç araştırmacılara tavsiyem, Divan şiirine bu gözle bakmalarıdır. Bana göre Divan şiirindeki sevgili tipine ait pek çok niteleme, Türk mitolojisinden ve hususiyetle Umay Ana’dan gelir. Divan şiirindeki servi, ceylan, pars (aslan-kaplan), kartal, hümâ (sîmurg-ankâ) at, ejderha, lâle, zühre, ay, güneş, yıldız, mağara, ateş, ok ve yay gibi poetik unsurların altında Türk mitolojisinin derin izleri gizlidir.

Bu unsurlardan hümâ, Türk mitolojisinin köktip unsurlarından Umay Ana ile ilişkilidir. Ancak bu ilişki basit bir telmih ilişkisi olmayıp canlı ve dinamik bir ilişkidir. Divan şairlerinin şiirlerinde sıklıkla kullandıkları hümâ figürüne bakıldığında hümâ vesilesiyle kadim Türk mitolojisindeki Umay’ın, irsî bilinçten şiire sirayet ederek kendini yeni tasvirlerle sunduğu görülür. Bu yeniden ortaya çıkışın güzel olan yönü, şairlerin mitsel veriler üzerinden hareket eden hayal güçlerinin, Umay figürünün işlevlerine o mitin temel ilkeleriyle çelişmeyecek yeni işlevler yüklemeleridir. 

Divan şiirindeki hümânın Umay’la ilişkili olduğunu düşündürecek pek çok sebep vardır. Divan şairlerinin hümâyı yüzü insan ve gövdesi kuş şeklinde, tam da Selçuklu seramiklerinde tasvir edildiği gibi kuşbiçimli bir görünüşle sunmaları, bu ilişkinin delillerinden biridir. Kuşbiçimli sunumun mitolojik bir algıdan geldiği açıktır. Divan şiirinde Umay Ana mitinin yadigârı olarak hümâ kuşu sembolünde yaşayan oldukça fazla malzeme vardır. Şimdi bu iddiamızı rastgele seçtiğimiz divan şiiri metinleri üzerinden belgeleyelim: 

“Yerile ey hümâ girmiş değildir meclis-i aşka/ Horos-ı arş onun kim nâr-ı âhından kebâb olmaz”

Zâtî bu beyitte sevgiliye doğrudan hümâ istiaresiyle seslenir. Bu bağlantı sıradan bir teşbih unsuru olmayıp sütre arkasında Umay’ın bir güzellik ve aşk ilâhesi oluşuna dayanır. Şairin bu güzeli aşk meclisi ile ilişkilendirmesi Umay’ın genç ve güzel bir kadın olarak kozmik alanda Çoban Yıldızı ile temsil edilmesiyle alakalıdır. Zühre’nin mecliste çeng çalan bir kadın oluşundan hareket edecek olursak şairin Umay mitine hümâ üzerinden müzik ve meclisle ilgili bir işlev yüklediği görülür. Umay’ın kozmik alanda Çoban Yıldızı oluşu, Araplarda Zühre, Farslarda Nâhid ve Batı mitolojilerinde Venüs’e tekabül eder. 

Zâtî’nin beytindeki horos-ı arş ibaresinin mitsel ve dinî bir motif oluşu, hümâyı da doğrudan bir mit ve inanç motifi olarak değerlendirmeyi gerektirir. Kökeni muhakkak şekilde bir mite dayanan arş horozu motifi, Hz. Peygamber’e izafe edilen bazı hadislerde bir melek olarak nitelenir. Zaten onun bir melek oluşu mitsel algı döneminde bir ilâh veya ilâhe oluşuyla alakalıdır. Burada arş horozunun âh ateşiyle kebap olmaması, onun mitsel bir figür oluşuyla alakalıdır. Beyitte ateş ile hümânın bir arada bulunması, Umay’ın ateş unsuru oluşuyla yakından ilgilidir. Arş horozu kozmik bir figür olduğu için bir gezegen yahut bir yıldız olarak düşünülebilir. Bu gezegen yahut yıldızın gök meclisinde güneşe rağmen kavrulmayışı, güneşi temsil eden Umay’ın şiddetli ateşinden etkilenmediğine dair mitsel bir işaret de taşır. 

“Başında perçemin tûğ-ı hümâdır/ İki zülfün alemdir mâhpeyker”  

Nebzî’nin bu beyitte sevgilinin alnına dökülen saçlarını hümânın tuğuna benzetmesi, Umay miti ile ilgili üç yönlü bir bağlantı kurduğunu göstermektedir. Birinci bağlantı, şairin hümâ kuşunu uç tüyleri alnına düşen bir tepelik ile tasvir etmesidir. İkinci bağlantı, kuş biçimli Umay’ın alnına düşen saçların tuğa benzetilmesi; üçüncü bağlantı ise bir savaş ilâhesi olan Umay’ın kavminin cenge giden askerlerini elinde tuttuğu bir tuğ ile uğurlamasıdır. Bu üçüncü bağlantının Umay’ın savaş ilâhesi oluşuyla bilmediğimiz bir işlevine işaret ettiğini söylemek mümkündür. 

Beytin ikinci dizesinde şair “Ey ay yüzlü yar, senin iki zülfün iki sancağa benzer” demektedir. Buradaki düz anlamadan dizenin içerdiği mitsel ve kozmik boyuta geçelim. Selçuklu seramiklerinde gördüğümüz kuş biçimli hümâ tasvirlerinde, Umay’ın gümrah zülüfleri, bir sancak gibi yanaklar üzerinde dalgalanır bir vaziyettedir. Sancağın bir savaş alameti olması yine Umay Ana’nın savaş ilâheliği ile örtüşmektedir. Ay yüzlü (mâhpeyker) hitabına gelince, Umay mitinde Umay’ın kozmik unsurlardan güneş, ay ve Çoban Yıldızı ile ilişkisi açıktır. Burada da Umay Ana’nın ay görünümlü bir şekilde tasvir edildiğini söyleyebiliriz. Bu durumda Türk sanat eserlerinde bir güzel suretinde resmedilen ay çizimlerinin doğrudan Umay ile ilişkili olduğunu ileri sürmek yanıltıcı olmaz.  


Umay Ana miti, Türklerin en temel mitlerinden biri olduğu için, onun kadar parçalanıp çoğalan ikinci bir mitsel unsurumuz yoktur denilse yanıltıcı olmaz. Bu çoğalma olgusunun nedeni, Umay Ana figürünün son derece kuşatıcı olmasından kaynaklanır.

“Hâne-yi âşık-ı şeydâya tenezzül mü eder/ Ol hümâ cilvegeh-i teng nedir bilmez”

Mezâkî bu beyitte mealen, hümâ nitelikli sevgilinin kendisinin derme çatma hanesine gelmeye tenezzül etmeyeceğini, çünkü onun geniş imkânlı mekânlarda cilve eden bir dilber olduğunu söylemek ister. Ancak şairin burada hümânın cilve kıldığı yani seyran ettiği semanın dar bir alan (cilvegeh-i teng) olmadığını söylemesi, ifadeye mitsel bir boyut katar. Hümânın yere inmeme motifi, Umay’ın kavmini gözetmek için her an semada bulunmasına dair yaygın bir motiftir. Ancak bu durumun Umay ile ilgili mitsel verilerde bulunmaması, Umay’ın faaliyetleriyle ilgili verilerin henüz eksik olduğunu göstermektedir. Şair, uçsuz bucaksız bir semada her zaman uçar hâlde bulunan hümâ tasviriyle Umay’ın gündüzleri tan yıldızı ile güneş, geceleri de akşam yıldızı ile ay suretinde daima kavminin üzerine kanat açtığını söylemektedir.  

“Bir hümâdır kim şikâr etmiş nice ankâları/ Evc-i hüsnünde senin bâz eyleyip per perçemin”

Şeyh Gâlib, güzellik semasında bir hümâ gibi olan güzeller sultanı sevgilisinin doğanı andıran kâkül kanatlarını açarak âşık mesabesinde olan nice ankaları avladığını söylemektedir. Şair burada kolunda avcı doğan tutan bir hükümdarın, kolundaki doğanı av üzerine saldığına dair bir telmih yaparken beyti bu telmih üzerinden mitsel dünya ile irtibatlandırır. Burada hümânın ava çıkmak yerine av için doğan kullanması, Umay mitine yersel ve göksel anlamda iki yeni veri ilave etmektedir. 

Yersel anlamda elinde ok ve yayıyla durması, Umay’ın savaşla ilâhesi olmasının yanında av ve avcılıkla da münasebetinin bulunduğuna dair bir işarettir. Muhtemeldir ki av için doğan ve kartal gibi avcı kuşlardan yararlanmak, Umay Ana’nın avlanma şeklini içeren bir mite atıftır. Kozmik anlamda ise beyit, hümâ, anka ve doğanın birer takımyıldız olduğunu düşündürmektedir. Doğan takımyıldızı hümâ takımyıldızı ilen ankâ takımyıldızı arasında bulunmakta ancak duruş yönü, sanki hümânın kolundan kanat açıp ankaya pençe vuracak bir biçim göstermektedir. Bu beyit bu durumda bize Türk mitolojisindeki Umay’ın kozmik sahada güneş, ay ve Çoban Yıldızı olmasının yanında bir de Umay takımyıldızı olarak yer aldığını göstermektedir.

“Kaygusuz Abdâl ben isem aklum irişdiği budur/ Bir hümâdır gölgesi çün cümle âlemdir su direm”

Kaygusuz Abdâl, tecelliyi anlattığı bu beyitte, Cenabı Hakk’ın tecellisinin hümâ kanadının gölgesi gibi cihanda her yeri kapladığını söylemektedir. Ârif şairin tecelliyi hümâ üzerinden somutlaştırmak istediği ikinci dizede, hümânın kanadını açtığı zaman bütün cihanı kapladığını söylemesi bize mitsel yönden Umay’ın kuş kılığına girip uçtuğunda bütün âlemin onun kut veren kanatları altına girdiğini ihtar etmektedir. Buradaki “su” kelimesi tevriyelidir. Türkçesi malumumuz olan kelime, Farsça okunduğunda sû (taraf, yön) anlamına gelmektedir. Ancak ikinci dize Türkçe su kelimesiyle birlikte düşünülürse bir yaratılış nazariyesi ile bir yaratılış miti içermektedir. Tasavvufî boyuttaki yaratılış nazariyesine göre bütün cihan sularla kaplıyken Tanrı’nın tecellisi bu suyun üzerine düşer ve o tecelli ile bu suyun izdivacından varlıklar oluşur. Yaratılış mitine göreyse bütün cihan sular altındayken Umay Ana cümle âlemi kaplayan bu suların üstünde kanat açarak o sulara kut verir ve dünyadaki her şey o kuttan hâsıl olur.

Beytin yaratılış miti içeren durumundan çıkan anlam, Umay’ın yaratılışla ilgili olarak iki yönlü bir işlev üstlendiğini akla getirmektedir. Umay bu manada Kayra Han’ın gökteki ve Ak Ana’nın da yerdeki rollerini üstleniyor gibidir. Türk yaratılış mitinde Tanrı Kayra Han suların üzerinde uçarken Ak Ana sudan çıkar ve “Yarat” deyip sularda kaybolur. Umay su ile de ilişkili olduğu için, beyit onun, hem cihanı kut verici gölgesiyle kuşatan hem de o kutun üzerine düştüğü sudan dünyadaki varlıkları peyda eden bir mit olduğunu kavratır.   


Tarihî süreç içerisinde Türklerin muhtelif topluluklara ayrılarak ana merkezden uzaklaşmalarından dolayı, Umay’ın pek çok temel işlevinin yeni mitsel figürlere yüklendiği görülür. Ocak iyeliği Od Ana, Çoban Yıldızlığı ve ona bağlı olarak çocuk, kadın ve hayvanların koruyuculuğu Ayzıt, bereket tanrıçalığı Ötüken Ana ile temsil edilir. Ancak bunların hiç birisi Umay Ana’nın temsil gücüne ulaşamamıştır.  

“Pervâz-ı hemcenâh-ı hümâyız kim eyleriz/ Şâh-ı dıraht-ı âlem-i kudsîde lânemiz”

Saîd Girây, irfanî anlamlar yüklü olan beytinde, “Biz, hümâ ile kanat kanada vererek uçan özge bir hümâyız, bizim yuvamız kutsî âlemdeki ağacın dalındadır” der. Ancak buradaki hümâ ve ağaç ilişkisi mitsel bir bütünün parçalarıdır. Umay’ın gökten yere inerken iki elinde birer kayın ağacı taşıması mitsel bir bilgidir. Muhtemelen yere dikilen bu ağaçlardan biri dünya ağacı, diğeri de hayat ağacı telakkisinin kökenidir. Hayat ağacı yerle gök ve yerle yeraltı arasında bir köprü işlevi görür. Bu ağacın dalları gök katında Ülgen’e, kökleri ise yer altında Erlik’e ulaşır. Hayat ağacı ise hayatın yenilenmesi bolluk ve bereket ile ilgilidir.  

Beyit bize Umay miti ile ilgili yeni bilgiler sunar. Bu durumda hayat ağacı ve dünya ağacını dünyaya indiren Umay Ana’dır. Hayat ağacı onun bereket ve bolluk ilâhesi olmasına delildir. Dünya ağacı ise onun yedi kat kozmik âlem ile yer ve yer ile yedi kat yeraltı âlemi arasında irtibat kurmasına delildir. Demek ki Umay Ana kuş kılığına girdiğinde gökteki yuvası, Ülgen’e ulaşan bu ağacın dalları üzerindedir. Umay’ın aynı zamanda ölüm ilahesi olması, onun yedi kat yeraltı dünyası ile münasebetini zorunlu hale getirir. Bu dünya ile irtibat kurduğunda ise yeraltındaki yuvasını, kökleri Erlik Han’a ulaşan bu ağacın kökleri arasında aramalıdır. 

“Bin haşmet-i Süleymân bir mûra vere Yezdân/ Ger himmetin hümâsı üstüne bıraka zıl”

Karamanlı Nizâmî, “Tanrı’nın himmet hümâsı bir karıncanın üstüne düştüğü zaman ona binlerce Süleyman saltanatının ihtişamını ihsan eder” derken, hümâ - gölge ilişkisi üzerinden Umay Ana ve onun kut verici gölgesiyle ilişkili mite gönderme yapar.  Mitlerden destan ve masallara geçerek gölgesinin düştüğü yahut başına konduğu kişiyi hükümdar veya muradına ermiş biri yapacağına inanılan devlet ya da talih kuşu Umay ile ilgilidir. Umay güneş ile de ilişkili olduğu için Türk mitolojisinde tan vakti ufuktan doğarak dünyayı ısıtıp aydınlatan güneş, altın kartal (altın hümâ) sembolüyle Umay’a bağlanır. Umay’ın bolluk ve bereket ilahesi oluşuyla semada uçarak kavminin üzerine kutlu gölgesini salışı arasında bir bağlantı vardır. Bolluk ve bereket bahar mevsimi yani 21 Mart (Nevruz) gündönümüyle başlar. Uzun ve soğuk kış mevsiminde bulutlar ardında kalarak kavmini sıcak gölgesine hasret bırakan Umay, muhtemelen bugün semada uçarak kavminin üzerine sıcak, kutlu gölgesini salar ve baharın geldiğini müjdeler. Umay’ın kavmi bu kutlu gün anısına bayram yapar ve soğuklarla donmuş olan tabiat Umay ateşiyle çözülerek bolluk ve bereket saçmaya başlar. Bu izahtan anlaşılır ki Umay, devlet ve talih kuşu (hümâ) kılığına girerek kavmi üstünde yılda bir kere uçmaktadır. Türkler, Umay’ın bu kut verici uçuşu 21 Mart ekinoksunda yaptığına inandıkları için, bugünü, yeni gün (nevruz) adıyla bayram olarak kutlamaya başlamışlardır.      

“Hümâ gibi edip pervâz-ı âlî/ Salarlar âfitâb üstüne sâye” 

Cemâlî Çelebi, “Hüma gibi çok yüksek uçup güneş üstüne saye salarlar” derken, hümâ, güneş ve gölge delaletleri üzerinden yine Umay mitine atıf yapmaktadır. Burada güneşin, hümâ kılığına giren Umay’ın yuvası veya yumurtası olduğunu düşünmek, isabetten uzak düşmez. Zira güneş üstünde kanat açarak ona saye salan hümâ ya yuvası ya da yumurtasını gözetip kollamaktadır. Bu mitin kozmik boyutunda ise güneşin Umay takımyıldızı burcuna girdiği bir zaman dilimine işaret vardır. Böyle bir durumda güneş, Umay takımyıldızının altına girmiş görünmekte, Umay takımyıldızı da kanat açıp onun üzerine gölge salmaktadır.

“Eğer zülfün gibi düşse ruhun şevki havâsına/ Semendervâr olur idi hümâya âşiyân âteş”

Mesîhî, bu beyitte gönlünü hümâya, sevgilinin zülfünü ateşte yaşadığına inanılan semendere, yanağını da ateşe benzetmektedir. Buradaki hümâ ve ateş ilişkisinin Umay miti ile bağlantısı açıktır. Umay’ın ocak iyesi oluşu mitsel anlamda bir indirgemedir. Muhtemeldir ki Umay, mitsel sürecin başlarında bir yerde ateşin sahibi olan bir ilahe idi. Bu dönemde Umay, ateşte yaşayan ve yuvasını ateş içine yapan kuş görünümlü bir tanrıçaydı. Bu durumda bazı mitolojilerde küllerinden yeniden doğuşu simgeleyen kaknüs, anka, simurg ve feniksin karşılığı, Türk mitolojisinde Umay’ın göstereni olan hümâdır. Süreç içinde Umay’ın ateş ilâhesi oluş yönü aşınarak ilâhelikten iyelik derekesine inmiş olmalıdır. 

Tanık beyitleri daha fazla uzatmak bu yazının sınırlarını aşacağı için örnekleri burada sonlandırmak gerekiyor. Ancak bu kadarlık bir beyit seçkisi bile Divan şiirindeki hümânın Türk mitolojisindeki Umay Ana’nın kuş biçimli bir göstereni olduğunu belgelemeye kâfidir. Yazının başından beri söylediğimiz gibi, bir millet hangi inanç ve kültür dairesine girerse girsin, kendi irsî kodlarını bir şekilde yeni inanç ve kültür dairesinin unsurlarıyla harmanlayarak onu yaşatmaya devam etmektedir. Türkler Umay mitini üreten inanç ve kültür sistemini terk ederek Maniheist ve Budist oldular. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi semavî dinlere girdiler. Çin, Hint, İran, Arap kültür dairelerinin tesiri altında yaşadılar. Ancak bu metinler gösteriyor ki millî hafıza ve sosyal genetik kod kendisini yenileyerek hayatiyetini sürdürmektedir. Tanzimat’tan beri yoğun şekilde etkisi altına girdiğimiz Batı kültür ve medeniyeti içinde başata Grek mitleri olmak üzere Batı’nın mitleri ilköğretimden beri nesillerin belleklerine adeta kazındı. Ancak süreç içinde Batı mitlerinin rüzgârı biraz dinince görüldü ki kendi kökleriyle bağını tümüyle kopardığını sandığımız Z kuşağı, kendi mitsel kökenlerine yönelmeye ve kendi kimlik inşasını o kökenler üzerinden kurmaya başladı. Bahse konu olan Umay da bu bağlamda yeni nesiller ile milli hafıza ve sosyal genetik üzerinde yeniden temas kurmaktadır.