Ülkü mü değişti, Ülkücüler mi?

Ülkü Ocakları ve MHP, Sinan Ateş’in şehadetine dair taziye verilecek makamdır. Bu anlamda MHP ve Ülkü Ocakları bizzat taziye beklemelidir. Ancak, bağrında yetiştirdiği kimse, daha sonra kendisiyle kanlı bıçaklı bile olsa, cenazesine katılmayı hak eden bir vefa borcuna lâyıktır.

ESKİ Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in şehit edilmesinin ardından Ülkücüler arasında yeni bir tartışma daha çıktı: Taziye vermek…

Bu tartışmayı izlerken aklıma gelenler, toplumsal anlayışımızı sorgulatacak türden.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun (Allah ikramını yükseltsin) şehadetinin üzerine, kendisiyle siyâsî plânda teşrik-i mesai yapmasından ötürü babama, mahalleden ve iş yerinden taziyeye gelenler olmuştu.

Öyle ya, kuvvetle muhtemel cenazesine de gitmişler, kabrini de ziyaret etmişlerdi ancak onu yakından tanıyan olarak bildikleri kişinin hüznünü paylaşmak adına ilk bildikleri o kimseyle beraber olmayı kendilerine vazife bilmişlerdi.

Babamlarsa, rahmetli Turan Güven Hocamlarla (mekânı Cennet olsun) birlikte toplanarak Şehit Muhsin Başkan’ın evine, Gülefer Yazıcıoğlu ile çocuklarına taziye sunmak üzere ziyarette bulunmuşlardı.

“Her evden çıkan kahraman” konusu… Anlatabildim mi?

Bu taziyenin taziyesi örneği, birinci bakış olsun…

İkincisi de şöyle: Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaydık. Muharrem ayında yaşanan Kerbelâ faciasına dair konuşulduğu sırada yanımdaki ağabeyim, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Muharrem ayında nasıl bir etkinlik takvimi yürüttüğünü sordu. Bu soru üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olan bir zat, “Alevî dernekleri ile cem evlerine taziye ziyaretinde bulunuyoruz” dedi.

Bu cevap üzerine acayip bir dumura uğramıştık. Zira buna göre Diyanet İşleri Başkanlığı, Hazreti İmam Hüseyin ve Kerbelâ’da şehit olan yârenlerini Alevîlerin -af buyurunuz- malı etmişlerdi. Öyle ya, yukarıdaki Muhsin Başkan’a taziye örneğinde herkesin onun cenazesini kendi cenazesi bellediğini fakat hürmeten bir yakınlık ifadesiyle başkasına taziye sunduğunu görüyoruz. Ancak burada Diyanet İşleri Başkanlığı taziye bekleyeceğine taziyeye gidiyor…

Sinan Ateş’in şehadetinin ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve MHP ileri gelenleri ile Ülkü Ocakları’nın neden taziye vermeye gitmediği, Ateş’in cenazesinde neden bulunmadığı konuşuldu. Hâlâ konuşuluyor.

Bence Ülkü Ocakları ve MHP, Sinan Ateş’in şehadetine dair taziye verilecek makamdır. Bu anlamda MHP ve Ülkü Ocakları bizzat taziye beklemelidir.

Ancak, bağrında yetiştirdiği kimse, daha sonra kendisiyle kanlı bıçaklı bile olsa, cenazesine katılmayı hak eden bir vefa borcuna lâyıktır. Yani Şehit Sinan Ateş’in cenazesinde bulunmamak, ailesine, çocuklarına taziye arz etmemek, “Siz bizim için emanetsiniz” dememek bir üslupsuzluktur, fütursuzluktur. Hele kürsülerden “şöyle de böyle” diye ahkâm kesmek arsızlıktır.

Ülkücüler ne idi, ne oldular?

Biz Ülkücüleri Dursun Önkuzu’nun şehadetinin ardından yapılan cenaze yürüyüşüyle biliriz.

Biz Ülkücüleri Mustafa Erol’un karlar altında tabutsuz hâldeki naaşını taşırlarken biliriz.

Biz Ülkücüleri Alparslan Türkeş’in cenazesinde karla abdest alırlarken biliriz.

Biz Ülkücüleri, MÇP-BBP bölünmesine rağmen, cenazede kimi hâddini bilmezlerin küfürlerinin altında Türkeş’in cenazesine katılan Muhsin Başkan ile biliriz.

MÇP-BBP bölünmesine, yaşanan gerilimlere, tehditlere ve küfürlere rağmen, Türkeş’in vefat haberini gördüğünde saatlerce ağlayan babamızdan biliriz Ülkücüleri.

Vefa budur. Dâvâ budur. Sadakat budur.

Bütün tartışmalara ve gerilimlere rağmen, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadet haberi geldikten sonra taziye sunmaya gelen MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Ateş’ten de bunu esirgememesi lâzımdı. Zira böyle durumlarda Ülkücüleri bölmeye, birbirlerine kırdırmaya hazır alçaklar var.

Ülkücüler evvelâ delikanlılardı. Vefa onlarda, sadakat onlarda, kara gün dostluğu onlardaydı. Emanet onların elinde daha sağlamdı. Peki, ne oldu?

Ne zaman makam ve mevki için birbirlerini ezer oldular? Ne zaman bir çıkıntı fırsatı bulduklarında kendilerini ve dâvâlarını derhâl tefe koyar oldular?

Vaktiyle “başkan” dediğimiz, “reis” dediğimiz, “ağabey” dediğimiz adamların adamcık olduklarını da gördü ya bu gözler…

Sinan Ateş’in şehadeti, bana sadece bir taziye konusu düşündürmedi, bu konuda cidden çok yaralıyım. Bu yüzden sitemlerim…

Meselâ vaktiyle “başkan” dediğimiz, hatta ocağa “genel başkan” olmuş bir adamın, biyografisine bizimle yaptığı yani ocağa ait olan bir projeyi kendi malıymış gibi yazdığını gördük. Ocağımızın ismi çıkarılmış.

Biyografisinde bir sürü sivil toplum kuruluşunun ismi var ama ocağımızın ismi yok.

Partide MKYK üyeliği yaptı ama partinin ismi yok. Bugün bir yerlerde siyaset yapıyor, ticaret yapıyor, çevre edinmiş hâlde geziniyorsa bunların hepsi Şehit Muhsin Yazıcıoğlu sayesinde ama Muhsin’in “M”si yokmuş gibi yazılı özgeçmişi.

Peki, ne var?

Bir Rotary kulübünden aldığı ödül var.

Ulan size başkan diyen dilimizi eşek arıları soksaymış be!

Siz hâlâ Ülkücülerden cumhurbaşkanı çıkarmak için CHP’li Mansur Yavaş’a çalışıp diğer taraftan para kaybetmemek için Emine Erdoğan Hanımefendi’ye yakın olan kimselerin sığınağı altında durmaya devam edin bakalım, biz o yağmasını beklediğiniz kemiklere Allah için engel olacağız!

Sözde eski tüfek Ülkücülerle poz vermeleriniz sizi kurtarmayacak. Onlar bu haltlarınızı biliyor da sizinle poz veriyorlarsa onlara da yazıklar olsun! Yok, bilmiyorlarsa, sizin gibileri öğrenemeyenlerin basiretlerine yazıklar olsun!

Yemin ediyorum, ant içiyorum: Ülkücülüğün sizin kirli kursaklarınızda kusmuk olmasına müsaade etmeyeceğim!