Ülkemizi bekleyen büyük tehlike!

İşleri bir bahaneye kalmış! O bahaneyi ise ilk hedef olarak NATO’da bizi zor duruma düşürecek, Yunanistan’a karşı içimizdeki FETÖ veya benzeri cephelerden biriyle, Suriye’de Rus savaş uçağının vurulmasına benzer bir senaryo ile yaparlarsa, aradıkları fırsatı da bulmuş olurlar. NATO’da Türkiye’nin zor durumda kalmasını böylece sağlamış olarak bizi haklı iken haksız duruma düşürmek üzerine kilitli bir hamle programı kurgulanmış olabilir…

15 Temmuz 2016 öncesi Büyükada’yı mesken tutan ve darbeciler başarısız olunca 16 Temmuz 2016’da apar topar ülkeyi terk eden tasfiye timi gibi bir ekip vardı. Etrafta aramayın, o ekip bir büyükelçilikte çoktan hazırlandı, çalışmalara başladı. Ki bu aralar yoğunlaşmış durumda! Olaya böyle bakarsanız, durumu daha net anlama imkânına kavuşursunuz…”

Daha önce böyle bir ifade kullanmıştık bir yazımızda. Şimdi bu açıklama ile o büyükelçilik binasının hangisi olduğunu siz de anlamışsınızdır.

On büyükelçinin sözde bildirisi ve geri adım atmaları hâdisesine farklı bir açıdan bakalım…

Reis’in tepkisi sonrası geri adım attılarsa da, yıkım ekibi çalışmalarına son sürat devam ediyor. Bu çalışmalar devam edecek. Olan, sadece denemelerden biriydi. Denemeler devam edecek. Tâ ki sonuç alıncaya kadar… 

Uzun süre önce plân hazırlanmış, zamanı geldiğinde ileri sürülmesi gereken figüranlar veya olaylarla ileri sürülecekler. Bu ara faaliyetlerin yoğunlaştığını kabul etmemiz gerekir. O bildiride büyükelçiler, içerideki yandaşlarına, “Hepimiz anlaştık, birlikte hareket edeceğiz. Siz de buna göre kendinizi ayarlayın ve ona göre hareket edin” demenin ilânını gerçekleştirdiler. Bu seda, gitmesi gereken yerlere mesaj olarak gitti. Hepsi buna göre kendisini ayarlamıştır. Her zaman öyle olur; biri taşı atar, yumruğu vurur, sonra tepkiye göre yapılması gerekeni yaparlar. Hiçbir şey, yumruğun vurulduğu veya taşın atıldığı gerçeğini değiştirmez. Ondan sonra yapılanların pek de kıymet-i harbiyesi yoktur. Zaten yapılan her şey, yapılmadan önce plânlanır. A plânı olmadı ise B plânını devreye sokarsınız. B plânı da olmazsa plân mı yok, Z’ye kadar yolu var! Hangisi tutarsa…

Plân yapan her zaman kazançlı çıkar. Plân yapamayan düşünsün! Özellikle de uzun vadeli plânlar yapamayanlar…

Seçim çalışması mı?

İçeride de enteresan şeyler oluyor son dönemlerde. Pazarlarda sebze meyve fiyatları sürekli neden artıyor? Meselâ bazı illerde muhalefet parti temsilcileri ile meyve toptancı hâllerinde ne tür toplantılar yapılır acaba? Ya toptan meyve sebze almaya kara vermiş ve toptan alıp aralarında bölüşerek daha da ucuza getirmeye çalışıyorlar pazar bütçelerini ya da seçim çalışması... Gerçi bildiğimiz kadarı ile yakında bir seçim yok. Ancak çok yakında bir seçim varmış gibi, AK Parti hariç, muhalefet partileri bazı illerde, her akşam bir ilçede olmak üzere, seçimin son zamanlarındaki yoğunluğa benzer şekilde seçim çalışmaları yapıyorlar.

Bazı partilerin il binalarına gittiğinizde, içeride neredeyse in cin top oynuyor. Herkes sahada kendisine verilen görevleri ifa etme peşinde. Takdir etmemek elde değil.

ABD neyin peşinde?

Amerika Birleşik Devletleri, şu anki Ankara Büyükelçiliğine uzun süreli araştırmalar sonucu en kıdemli bürokratlarından olan David M. Satterfield’i göndermişti. Şimdi ne oldu ki Ankara büyükelçisini değiştirme ihtiyacı hissetti ABD?

Yoksa Sayın Satterfield, istedikleri her şeyi yapmıyor mu? Ona göre daha agresif olan Jeff Flake, Ankara için gün saymaya başladı. ABD’nin bir şeyleri hayata geçirmek için çok çok acelesi var anlaşılan!

Roma’daki G-20 Zirvesi’nde Sayın Biden, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmesinde, Türkiye ile ilişkileri rayına oturtma sözü verdikten sonra, “Ben eğer şu geride kalan 7 yıl boyunca Başkanlık koltuğunda oturuyor olmuş olsaydım, bu sorunların hiçbiri olmazdı” demişti. Bu cümle, çok enteresan bir cümle! Ancak kendisinin seçilmeden önce yaptığı konuşmalar incelendiğinde, tescilli bir Erdoğan düşmanı olduğunu sağır sultan bile duymuştu. Ne oldu da böyle 180 derece zıt açıklamalar yapma ihtiyacı hissetti?

Yine Biden’in F-16’lar için de Erdoğan’a, “Çok kısa zamanda netice alamayabiliriz. Biliyorsunuz, iki farklı bölümden, Temsilciler Meclisi ve Senato’dan geçiyor. Malûm, durum 50-50 ama ben elimden geleni yapacağım” demesi de büyük ihtimâlle ABD’nin sürekli yaptığı gibi kandırma/aldatma/oyalama politikalarının bir sonucu olsa gerek.

Burnumuzun dibinde Dedeağaç limanına ve Suriye’de PYD terör örgütünün işgal ettiği alanlara tarihin görüp görebileceği en büyük yığınaklarını yapan bir devletin başkanının böyle bir açıklama yapmaması gerekir. Ancak her şeyi yalan üzerine kurulan bir düzende olacağı budur! Bu, işin ABD tarafı…

Suriye’de ABD, Rusya, İran ve diğer bütün Batılı ülkeler… Yunanistan tarafında ABD, Fransa, İsrail ve yine diğer Avrupa ülkeleri… Diğer tarafta Ermenistan ve yine Rusya ile İran… Anlayacağınız, hiçbir şekilde hayra alâmet olmayan ve belli ki her taraftan, zamanında Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olması ile sonuçlanan ve Osmanlı donanmasına yapılan kalleş Navarin Baskını’na (o baskında dönemin en büyük güçleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı donanmasının karşısına çıkmadılar ama kalleşçe saldırmayı tercih ettiler; Osmanlı donanma komutanlarının affedilemez gafletini de unutmamak lâzım) benzer, ancak daha kapsamlı ve bu kez bütün vatan toprağını kapsayan bir plân üzerindeler!

Bu güçlerle birlikte hareket etmek üzere içeride bulunan ve “muhalefet” adı altında yer alan her türlü cepheninse hazır kıta beklediğini unutmamak lâzım. Yani her şey hazırlanmış gibi duruyor. İşleri bir bahaneye kalmış! O bahaneyi ise ilk hedef olarak NATO’da bizi zor duruma düşürecek, Yunanistan’a karşı içimizdeki FETÖ veya benzeri cephelerden biriyle, Suriye’de Rus savaş uçağının vurulmasına benzer bir senaryo ile yaparlarsa, aradıkları fırsatı da bulmuş olurlar.

NATO’da Türkiye’nin zor durumda kalmasını böylece sağlamış olarak bizi haklı iken haksız duruma düşürmek üzerine kilitli bir hamle programı kurgulanmış olabilir.

Benim görüşüm, Türkiye, en azından savunma sanayiinde hedeflediği noktaya ulaşmadan, başladığı bütün savunma sanayii projelerini bitirip seri üretime geçerek ülke ihtiyaçlarını tamamen yerli üretimle sağlamadan, Millî Muharip Uçağı bitirip ülkemizin ihtiyacı olan sayıda uçağı envanterine katmadan, hava gücünü tamamen millîleştirmeden, hava savunma sistemini tamamen yerli olarak üretip ülkemizde ihtiyaç duyulan her noktaya yerleştirmeden NATO’dan çıkmayı dahi dillendirmemeli. Zira ülkemizin zararına olur. NATO, belki de tarihinde hiç olmadığı kadar bu dönemde işimize yarayabilir.

Ne edip edip, ülkemizi NATO’dan çıkarıp, ondan sonra istedikleri şeyleri hayata geçirmek isteyeceklerdir. NATO’da ellerine arayıp da bulamayacakları bir koz vermemek lâzım.

Sadece internet ağı mı?

Bu dönemde yeni bir kavram ortaya atıyorum (en azından ben, bugüne kadar kimseden duymadım ancak yanılmış olabilirim): “İnternet hava savunma sistemi”…

Amerika Birleşik Devletleri, Elon Musk’un StarLink adlı şirketi marifeti ile tepemize 42 bin adet, değişik irtifalara sahip şekilde yerleştirdiği uydularla “uydu internet ağı” kurdu. Ancak bu uydularla daha neler yapabileceklerini biz henüz bilmiyoruz. Bildiğimiz, ABD’nin bir de HAARP sisteminin var olduğu. Bu sistemle tabiat olaylarını saldırı olarak kullanmak da var. Ki örneklerini çokça yaşadığımızı düşünüyorum. Son olarak Akdeniz’de, daha ziyade Manavgat civarında yaşadığımız bitmek tükenmek bilmeyen yangınları bu babda değerlendiriyorum. Bu yangınların birçoğunu PKK’lıların yaptığını biliyoruz; ancak tamamını onların yaptığı yönünde bir bilgimiz yok. Bu yangınlar uydular marifeti ile çok rahat bir şekilde çıkarılabilir. Bu uyduların her an saldırı aracı olarak kullanılmayacağına dair elimizde bir veri yok. ABD’nin en 42 bin olmak üzere, diğer uydularla birlikte tepemizde 70 bin civarında uyduyla pozisyon aldığı söyleniyor. “İnternet ağı” diye lânse edilen bu kadar uydunun sadece internet için olmadığını azıcık mantık yürüten herkes anlayabilir.

“İnternet ağı” demişken, ABD’nin birde “uzaktan zihin kontrolü” diye bir çalışması var yıllardır. Bizim bu çalışmalara karşı bir tedbirimiz var mı, bilemiyorum. İnternet üzerinden gelebilecek her türlü saldırıda bizim en büyük düşmanımız, maalesef elimizden hiç düşürmediğimiz cep telefonları. Bu kadar akıllı ve bu kadar kapsamlı cep telefonlarının ne kadarı bizim ihtiyaçlarımız için tasarlamıştır, ne kadarının hâlen uygulanan ve ileride daha kapsamlı olarak uygulanacak olan değişik saldırılar için olduğunu biliyor muyuz? Tabiî ki bilmiyoruz.

Yine kendi kanaatimi söyleyeyim; bu kadar kapasiteli akıllı cep telefonlarının fonksiyonlarının olsa olsa yüzde 10’u bizim ihtiyaçlarımız için tasarlanmıştır. Gerisini siz tasavvur ediniz!

Bu uydular internet açısından, olur da tehlikeleri fark edilip bazı alanlarda ülkelerin yetkilileri tarafından kesilirse, anında uydudan dünyanın her tarafına kesintisiz internet sağlayacak kapasiteye sahipler. Bizim için ne kadar canhıraş çalışıyorlar, değil mi? Bunu dünyanın değişik ülkelerinde, özellikle de Afrika’nın bazı bölgelerinde hâlen uyguluyorlar. Bizim ülkemiz ve diğer bölgelerse sıralarını bekliyor.

Bu akıllı cep telefonları hayatımıza girdiğinden beri hiç kimse çocuğuna söz geçiremiyor. Çocuklarımızın oyun diye oynadığı programlar çocuklarımızı istedikleri gibi dizayn ettikleri plâtformlardan başka bir şey değil. Ne hikmetse bunların hepsi de bedava! Oyna oynayabildiğin kadar! Bu plâtformlardaki yapay zekâ ile çocuğunuza özel bir çalışma yapıldığını bilin isterim. Kimimiz bunu erken fark edebilir, kimimiz geç. Kimimiz ise hiç fark etmeyebilir. Ancak olan bu ne yazık ki! Benden hatırlatması...

Allah’a emanet…