
“15
Temmuz 2016 öncesi Büyükada’yı mesken tutan ve darbeciler başarısız olunca 16
Temmuz 2016’da apar topar ülkeyi terk eden tasfiye timi gibi bir ekip vardı. Etrafta
aramayın, o ekip bir büyükelçilikte çoktan hazırlandı, çalışmalara başladı. Ki
bu aralar yoğunlaşmış durumda! Olaya böyle bakarsanız, durumu daha net anlama
imkânına kavuşursunuz…”
Daha önce böyle bir ifade
kullanmıştık bir yazımızda. Şimdi bu açıklama ile o büyükelçilik binasının
hangisi olduğunu siz de anlamışsınızdır.
On büyükelçinin sözde
bildirisi ve geri adım atmaları hâdisesine farklı bir açıdan bakalım…
Reis’in tepkisi sonrası
geri adım attılarsa da, yıkım ekibi çalışmalarına son sürat devam ediyor. Bu çalışmalar
devam edecek. Olan, sadece denemelerden biriydi. Denemeler devam edecek. Tâ ki
sonuç alıncaya kadar…
Uzun süre önce plân
hazırlanmış, zamanı geldiğinde ileri sürülmesi gereken figüranlar veya olaylarla
ileri sürülecekler. Bu ara faaliyetlerin yoğunlaştığını kabul etmemiz gerekir. O
bildiride büyükelçiler, içerideki yandaşlarına, “Hepimiz anlaştık, birlikte
hareket edeceğiz. Siz de buna göre kendinizi ayarlayın ve ona göre hareket edin”
demenin ilânını gerçekleştirdiler. Bu seda, gitmesi gereken yerlere mesaj
olarak gitti. Hepsi buna göre kendisini ayarlamıştır. Her zaman öyle olur; biri
taşı atar, yumruğu vurur, sonra tepkiye göre yapılması gerekeni yaparlar. Hiçbir
şey, yumruğun vurulduğu veya taşın atıldığı gerçeğini değiştirmez. Ondan sonra
yapılanların pek de kıymet-i harbiyesi yoktur. Zaten yapılan her şey,
yapılmadan önce plânlanır. A plânı olmadı ise B plânını devreye sokarsınız. B
plânı da olmazsa plân mı yok, Z’ye kadar yolu var! Hangisi tutarsa…
Plân yapan her zaman
kazançlı çıkar. Plân yapamayan düşünsün! Özellikle de uzun vadeli plânlar
yapamayanlar…
Seçim çalışması mı?
İçeride de enteresan şeyler
oluyor son dönemlerde. Pazarlarda sebze meyve fiyatları sürekli neden artıyor?
Meselâ bazı illerde muhalefet parti temsilcileri ile meyve toptancı hâllerinde
ne tür toplantılar yapılır acaba? Ya toptan meyve sebze almaya kara vermiş ve
toptan alıp aralarında bölüşerek daha da ucuza getirmeye çalışıyorlar pazar
bütçelerini ya da seçim çalışması... Gerçi bildiğimiz kadarı ile yakında bir
seçim yok. Ancak çok yakında bir seçim varmış gibi, AK Parti hariç, muhalefet
partileri bazı illerde, her akşam bir ilçede olmak üzere, seçimin son
zamanlarındaki yoğunluğa benzer şekilde seçim çalışmaları yapıyorlar.
Bazı partilerin il
binalarına gittiğinizde, içeride neredeyse in cin top oynuyor. Herkes sahada
kendisine verilen görevleri ifa etme peşinde. Takdir etmemek elde değil.
ABD neyin peşinde?
Amerika Birleşik Devletleri,
şu anki Ankara Büyükelçiliğine uzun süreli araştırmalar sonucu en kıdemli
bürokratlarından olan David M. Satterfield’i göndermişti. Şimdi ne oldu ki
Ankara büyükelçisini değiştirme ihtiyacı hissetti ABD?
Yoksa Sayın Satterfield,
istedikleri her şeyi yapmıyor mu? Ona göre daha agresif olan Jeff Flake, Ankara için gün saymaya başladı.
ABD’nin bir şeyleri hayata geçirmek için çok çok acelesi var anlaşılan!
Roma’daki
G-20 Zirvesi’nde Sayın Biden, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmesinde, Türkiye ile ilişkileri
rayına oturtma sözü verdikten sonra, “Ben
eğer şu geride kalan 7 yıl boyunca Başkanlık koltuğunda oturuyor olmuş olsaydım,
bu sorunların hiçbiri olmazdı” demişti. Bu cümle, çok enteresan bir cümle!
Ancak kendisinin seçilmeden önce yaptığı konuşmalar incelendiğinde, tescilli
bir Erdoğan düşmanı olduğunu sağır sultan bile duymuştu. Ne oldu da böyle 180
derece zıt açıklamalar yapma ihtiyacı hissetti?
Yine Biden’in F-16’lar için
de Erdoğan’a, “Çok kısa zamanda
netice alamayabiliriz. Biliyorsunuz, iki farklı bölümden, Temsilciler Meclisi
ve Senato’dan geçiyor. Malûm, durum 50-50 ama ben elimden geleni yapacağım”
demesi de büyük ihtimâlle ABD’nin sürekli yaptığı gibi
kandırma/aldatma/oyalama politikalarının bir sonucu olsa gerek.
Burnumuzun dibinde Dedeağaç
limanına ve Suriye’de PYD terör örgütünün işgal ettiği alanlara tarihin görüp
görebileceği en büyük yığınaklarını yapan bir devletin başkanının böyle bir
açıklama yapmaması gerekir. Ancak her şeyi yalan üzerine kurulan bir düzende
olacağı budur! Bu, işin ABD tarafı…
Suriye’de
ABD, Rusya, İran ve diğer bütün Batılı ülkeler… Yunanistan tarafında ABD,
Fransa, İsrail ve yine diğer Avrupa ülkeleri… Diğer tarafta Ermenistan ve yine
Rusya ile İran… Anlayacağınız, hiçbir şekilde hayra alâmet olmayan ve belli ki
her taraftan, zamanında Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olması ile sonuçlanan
ve Osmanlı donanmasına yapılan kalleş Navarin Baskını’na (o baskında dönemin en
büyük güçleri olan İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı donanmasının karşısına
çıkmadılar ama kalleşçe saldırmayı tercih ettiler; Osmanlı donanma
komutanlarının affedilemez gafletini de unutmamak lâzım) benzer, ancak daha
kapsamlı ve bu kez bütün vatan toprağını kapsayan bir plân üzerindeler!
Bu
güçlerle birlikte hareket etmek üzere içeride bulunan ve “muhalefet” adı
altında yer alan her türlü cepheninse hazır kıta beklediğini unutmamak lâzım.
Yani her şey hazırlanmış gibi duruyor. İşleri bir bahaneye kalmış! O bahaneyi
ise ilk hedef olarak NATO’da bizi zor duruma düşürecek, Yunanistan’a karşı
içimizdeki FETÖ veya benzeri cephelerden biriyle, Suriye’de Rus savaş uçağının
vurulmasına benzer bir senaryo ile yaparlarsa, aradıkları fırsatı da bulmuş olurlar.
NATO’da
Türkiye’nin zor durumda kalmasını böylece sağlamış olarak bizi haklı iken
haksız duruma düşürmek üzerine kilitli bir hamle programı kurgulanmış olabilir.
Benim
görüşüm, Türkiye, en azından savunma sanayiinde hedeflediği noktaya ulaşmadan, başladığı
bütün savunma sanayii projelerini bitirip seri üretime geçerek ülke
ihtiyaçlarını tamamen yerli üretimle sağlamadan, Millî Muharip Uçağı bitirip
ülkemizin ihtiyacı olan sayıda uçağı envanterine katmadan, hava gücünü tamamen
millîleştirmeden, hava savunma sistemini tamamen yerli olarak üretip ülkemizde
ihtiyaç duyulan her noktaya yerleştirmeden NATO’dan çıkmayı dahi
dillendirmemeli. Zira ülkemizin zararına olur. NATO, belki de tarihinde hiç
olmadığı kadar bu dönemde işimize yarayabilir.
Ne
edip edip, ülkemizi NATO’dan çıkarıp, ondan sonra istedikleri şeyleri hayata
geçirmek isteyeceklerdir. NATO’da ellerine arayıp da bulamayacakları bir koz
vermemek lâzım.
Sadece internet ağı mı?
Bu dönemde yeni bir kavram
ortaya atıyorum (en azından ben, bugüne kadar kimseden duymadım ancak yanılmış olabilirim):
“İnternet hava savunma sistemi”…
Amerika Birleşik Devletleri,
Elon Musk’un StarLink adlı şirketi marifeti ile tepemize 42 bin adet, değişik irtifalara sahip
şekilde yerleştirdiği uydularla “uydu internet ağı” kurdu. Ancak bu uydularla
daha neler yapabileceklerini biz henüz bilmiyoruz. Bildiğimiz, ABD’nin bir de HAARP
sisteminin var olduğu. Bu sistemle tabiat olaylarını saldırı olarak kullanmak da
var. Ki örneklerini çokça yaşadığımızı düşünüyorum. Son olarak Akdeniz’de, daha
ziyade Manavgat civarında yaşadığımız bitmek tükenmek bilmeyen yangınları bu
babda değerlendiriyorum. Bu yangınların birçoğunu PKK’lıların yaptığını
biliyoruz; ancak tamamını onların yaptığı yönünde bir bilgimiz yok. Bu
yangınlar uydular marifeti ile çok rahat bir şekilde çıkarılabilir. Bu uyduların
her an saldırı aracı olarak kullanılmayacağına dair elimizde bir veri yok. ABD’nin
en 42 bin olmak üzere, diğer uydularla birlikte tepemizde 70 bin civarında
uyduyla pozisyon aldığı söyleniyor. “İnternet ağı” diye lânse edilen bu kadar
uydunun sadece internet için olmadığını azıcık mantık yürüten herkes
anlayabilir.
“İnternet ağı” demişken, ABD’nin birde “uzaktan zihin
kontrolü” diye bir çalışması var yıllardır. Bizim bu çalışmalara karşı bir
tedbirimiz var mı, bilemiyorum. İnternet üzerinden gelebilecek her türlü
saldırıda bizim en büyük düşmanımız, maalesef elimizden hiç düşürmediğimiz cep
telefonları. Bu kadar akıllı ve bu kadar kapsamlı cep telefonlarının ne kadarı
bizim ihtiyaçlarımız için tasarlamıştır, ne kadarının hâlen uygulanan ve ileride
daha kapsamlı olarak uygulanacak olan değişik saldırılar için olduğunu biliyor
muyuz? Tabiî ki bilmiyoruz.
Yine kendi kanaatimi söyleyeyim; bu kadar kapasiteli akıllı
cep telefonlarının fonksiyonlarının olsa olsa yüzde 10’u bizim ihtiyaçlarımız
için tasarlanmıştır. Gerisini siz tasavvur ediniz!
Bu uydular internet açısından, olur da tehlikeleri fark edilip
bazı alanlarda ülkelerin yetkilileri tarafından kesilirse, anında uydudan
dünyanın her tarafına kesintisiz internet sağlayacak kapasiteye sahipler. Bizim
için ne kadar canhıraş çalışıyorlar, değil mi? Bunu dünyanın değişik
ülkelerinde, özellikle de Afrika’nın bazı bölgelerinde hâlen uyguluyorlar.
Bizim ülkemiz ve diğer bölgelerse sıralarını bekliyor.
Bu akıllı cep telefonları hayatımıza girdiğinden beri hiç
kimse çocuğuna söz geçiremiyor. Çocuklarımızın oyun diye oynadığı programlar
çocuklarımızı istedikleri gibi dizayn ettikleri plâtformlardan başka bir şey değil.
Ne hikmetse bunların hepsi de bedava! Oyna oynayabildiğin kadar! Bu
plâtformlardaki yapay zekâ ile çocuğunuza özel bir çalışma yapıldığını bilin
isterim. Kimimiz bunu erken fark edebilir, kimimiz geç. Kimimiz ise hiç fark
etmeyebilir. Ancak olan bu ne yazık ki! Benden
hatırlatması...
Allah’a emanet…