ÜLKENİN birinde cennet gibi bir ilçe varmış. Sırtını yeşil mi
yeşil, verimli mi verimli fındık bahçelerine yaslayan bu şirin ilçenin ayakları,
masmavi denizde serinliyormuş her gün. Kışları yirmi beş bin mutlu insanın
yaşadığı bu güzel kasabanın nüfusu, yazları yüz bin kişiyi buluyormuş.
Ankara’nın kuru sıcağından, İstanbul’un gürültü
patırtısından bunalan binlerce insan, kendisini huzur ve sükûnun, denizle kumun
kucağına bırakıyor, yeşille mavinin izdivacını seyrediyormuş üç dört ay boyunca.
Sadece kendileri değil, gözleri kadar damakları da bayram ediyormuş bu
insanların kâh yöresel mancarlı pideyle,
kâh dartılı yoğurt çorbası veya etli yaprak sarmasıyla.
Bayramın esası, denize nazır çeşit çeşit mevsim
balıklarıymış. Ben diyeyim barbun
yahut mezgit, siz deyin istavrit veya hamsi... Hemen hepsi birbirinden leziz, birbirinden taze,
birbirinden şahaneymiş…
Cennetten bir köşeymiş bu ilçe. Hiç abartısız ama! Âdeta
yeryüzü cennetiymiş.
Zaten orayı fetheden de, devletimizin kurucusu Osman
Gazi’nin en güzide komutanlarından, oğlu Orhan Gazi’nin yoldaşı, ayaktaşı,
arkadaşı Akçakoca’ymış. Aklıyla civanmertliğini birleştirip cihana nam salan,
yiğitler yiğidi Akçakoca… Ta Şile’den Ağva’ya, Kandıra’dan Kaynarca’ya, Karasu’dan,
Kocaali’den Alaplı’ya iki yüz elli kilometre uzunluğunda bir coğrafyayı
Müslümanlaştıran, Türkleştiren, Türkçeleştiren; ardına Orhan Camiler
serpiştiren, Türkmen kocası, Türkmen hocası, Türkmen bilgesi Akçakoca… Bu masal
diyarı ilçenin adı da, fethedeninden hatıra, “Akçakoca” imiş zaten.
Birçok belediye başkanı gelip geçmiş bu ilçeden. Her başkan, kendi ufkuyla ve beldenin imkânları ölçüsünde hizmet etmeye çalışmış halkına. Gün günü, ay ayı, yıl yılı takip etmiş. Tâ ki 2014 Belediye Seçimlerine gelinmiş… İki aday, okkalı bir seçim yarışına tutuşmuş. Bu adaylardan büyüğünün adı Fikret’miş, küçüğünün adı Cüneyt. (Siz iki başrollü bir Türk filmi düşünün, başrolü üstlenen aktörlerden büyüğünün adı Fikret Hakan olsun, küçüğünün Cüneyt Arkın. Öyle varsayın lütfen. Zaten ikisinin yakışıklılığı da birbirinden geri değilmiş.)
Fikret Albayrak, başarılı bir inşaat mühendisiymiş;
Cüneyt Yemenici, sevilen bir eczacı. Fikret Albayrak, son beş yılın mevcut
belediye başkanıymış. CHP’den… Cüneyt Arkın ise… Pardon, Cüneyt Yemenici ise AK
Parti’den adaymış. Kıyasıya bir mücadeleye girişmiş iki aday. 45 gün gece
gündüz demeden, o kahve senin bu kahve benim, o haneye sen gir, bu haneye ben… Proje
proje, tasarı tasarı, hayâl hayâl anlatmışlar seçilirlerse yapacaklarını. Sıkça
görüldüğünün aksine, belden aşağıya vurmadan yarışmışlar. Mertçe, yiğitçe,
erkekçe… Ne de olsa yiğitler yiğidi Akçakoca’nın ruh akrabalarıymış ikisi de.
Seçim günü gelmiş çatmış. Er meydanı iki yiğide çok.
İki yiğitten biri yenilecek, iki testiden biri kırılacakmış maalesef. Öyle de
olmuş. Genç olanı yani Yeşilçam’ın Cüneyt Arkın’ı kazanmış. “Ben kazandım
üleynnn” demeden. Böbürlenmeden, hava atmadan, şımarmadan…
Yeni başkan, mâkâmına oturmuş. Gelen giden, tebrik
eden, şu bu... Ortalık biraz tenhalaşınca, koltuğunun altında bir dosya ile (o
pehlivanvari fiziğiyle Yeşilçam’ın Fikret Hakan’ını düşleyin lütfen)
merdivenlerden bir yiğit çıkmış. Her gün gelip gittiği aşina koridorlardan
geçip eski mâkâmına yönelmiş. Saygıyla içeriye girmiş Fikret Albayrak. Durumu
fark eden Cüneyt Başkan da koltuğundan fırlayıp karşılamış rakibini.
Kucaklaşmış halef-selef başkanlar. Üç kez sarılmışlar. Eski ile yeni
kucaklaşmasıymış bu. Örnek kucaklaşma… Seçime saygı, seçmene saygı, tercihe
saygı kucaklaşması…
Eskisi, yenisini tebrik etmiş. Kahveler içilmiş, hâl hatır
edilmiş çevredekilerin şaşkın ama takdirkâr bakışları altında. Sözü Fikret
Başkan almış:
-Bak Cüneyt Başkan, beni yendin. Seni ve başkanlığını
tebrik ediyorum…
-Çok teşekkür ediyorum Fikret Başkanım, çok centilmensiniz. Sağ olun, var
olun.
-Seçim yarışı Pazar günü bitti. Önümüzdeki beş sene,
rakibin ve muhalifin değilim artık. Bu güzel ilçemiz için yapacağın her iyi
işte, atacağın her hayırlı adımda yanında olacağıma söz veriyorum.
-Beni çok mutlu ettin Fikret Abi. Senin gibi zarif ve beyefendi birine
yaraşır bir davranış içindesin…
-Şu elimde tuttuğum dosyada, yeniden seçilseydim,
önümüzdeki beş yılda uygulayacağım on üç projenin detayları var. Proje dosyamı
sana getirdim. Alıcı gözle bir inceleyiver. Akçakoca’mız için uygun gördüklerin
olursa, kendi projen gibi yürürlüğe koyabilirsin. Ben komplekse kapılmam.
Gerçekleştirmen için de var gücümle arkanda dururum Cüneyt kardeşim…
-Sana neler söyleyeceğimi bilemiyorum Abi. Senin gibi bir selefim olduğu
için de gurur duyuyorum. Rabbim, her ilçeye senin gibi centilmen eski başkanlar
nasip etsin!
Kucaklaşırlar. Fikret Başkan’ı belediyenin dış
kapısına kadar uğurlar Cüneyt Başkan.
Bir gün, iki gün… Bir hafta, iki hafta... Bir ay, iki ay... Günler, sahildeki balıkçı tekneleri gibi bir o yana bir bu yana geçer gider. Beş sene göz açıp kapayıncaya kadar geçiverir. O beş senede neler mi olur? (Filmin sonunu merak ettiniz, değil mi? Ben de ettim sizin gibi. Sabırlı olun, onu da anlatacağım sevgili okur.)
Yeni başkan (Cüneyt Arkın), eski başkanın (Fikret
Hakan’ın) kendisine emanet ettiği on üç projenin sekizini hayata geçirir.
Açılış törenlerine eski Başkan Fikret Albayrak’ı da davet eder. Hattâ kurdeleyi
birlikte keserler. Her şey kardeşçe, vefayla, saygı ve sevgiyle cereyan eder. Türkiye’ye,
dokuz yüz altmış iki ilçemizdeki, koca koca şehirlerdeki belediye başkanlarına
örnek olacak destansı bir uygulamadır bu. Destansı bir kardeşlik…
2020 yılının son baharında bir sabah, üç dönem
başarıyla Taraklı Belediye Başkanlığı yapan, belediyeciliğin Nasrettin Hoca’sı,
üç bin nüfuslu ilçesini Sakarya’nın üç yüz bin nüfuslu merkezi Adapazarı’ndan
daha çok tanıtan ve sevdiren, iki dünya kardeşim Tacettin Özkaraman ile
birlikte Sakarya Karasu’dan Düzce’ye geçerken, “Fahri Bey, kahvaltıyı
Akçakoca’da, benim gibi AK Partili ve benim gibi ‘koltuktan düşmüş’ eski
belediye başkanı Cüneyt Bey’in misafiri olarak yapabilir miyiz?” diye sordu.
Ben de, “Estağfurullah, sormaya ne hacet! Hattâ memnun olurum” dedim. O devam
etti: “Peki, kahvaltıda ondan bir önceki Akçakoca Belediye Başkanı Fikret Bey
de olabilir mi? Fikret Bey CHP’den yalnız, rahatsız olur musun? Onlar ilçeye
gelen misafirleri birlikte ağırlamayı seviyorlarmış da…”
Bu soru karşısında, “Yahu Tacettin Hoca, bu nasıl
soru? Yıllarca görmeyi hayâl ettiğim bir sahne bu. Aksine, çok mutlu olurum”
diye cevap verdim.
Öyle de oldu. Sabık Taraklı Belediye Başkanı Tacettin
Özkaraman’la sabık bir yazar (ben de artık otuz beş yıllık bir yazarım zira)
olarak ikimizi, Akçakoca’nın sabık iki belediye başkanı, inşaat mühendisi
Fikret Albayrak ile eczacı Cüneyt Yemenici karşıladı. Şansımıza, billur gibi
mavi, çarşaf gibi sakin, dupduru bir deniz vardı o gün bize eşlik eden.
Bir saat ayırdığımız kahvaltıdan iki buçuk saatte zor
ayrıldık. O kadar nefis, o kadar leziz, o kadar unutulmaz bir kahvaltıydı ki
anlatamam! O kahvaltıyı nefis yapan, ahşap ağırlıklı güzelim mekânın sahibi, balık profesörü Ali Çubukçu’nun
soframıza getirdiği birbirinden leziz peynirler, zeytinler, tereyağları, ballar,
mıhlamalar, sahanda köy yumurtaları, kızartılmış nefis köy ekmeği miydi, yoksa
halef-selef olan iki eski başkanın birbirine ve bize karşı olan içtenlikleri,
güler yüzleri, şakalaşmaları, karşılıklı saygı, sevgi, kardeşlik ve dostlukları
mıydı? Belki de hepsiydi. Evet, evet! Bu sorunun cevabı, “D” şıkkı, “Hepsi”!
Onların bu ülkeye örnek kardeşliğinde/birlikteliğinde
Fikret Bey’in zarif eşi Hemşire Emine Hanım ile Cüneyt Bey’in akademisyen ve
endüstri mühendisi eşi Nilay Hanım’ın da payı büyük elbette.
Fikret Albayrak ve Cüneyt Yemenici, güzel insanlar,
örnek belediye başkanları…
Belki farkında bile değilsiniz ama siz, hem beşer yıllık görev sürenizde yaptıklarınızla, hem de başkanlık sonrası yan yana durarak - gösterdiğiniz “birliktelik ve kardeşlik” ile ülkemizin en güzel örneğisiniz! Demokrasi kahramanısınız siz. Alınlarınızdan ve kalplerinizden öpüyoruz sizin. Uzatın lütfen alınlarınızı…