15 Temmuz işgal
girişimi öncesinde Anayasa’da yapılan değişiklikler üzerine tüm kamoyunda, “Ülkemizde bir daha askerî darbe olmaz”
anlayışı hâsıl olmuştu.
Ne
oldu peki?
15
Temmuz 2016 gecesi kanlı bir işgal girişimi yaşadık!
Duruma
tanık olmakla beraber, sahada yaşananlara şaşıranlar çoğaldı…
Fakat
ne olduysa, şaşkınlık bittiği gibi, bu şaşkın kitlede 15 Temmuz’a dair bir
hâfıza da kalmadı!
Evet,
şimdilerde kimilerinde, sanki 15 Temmuz meselesi tamamen bitmiş, hattâ hiç
yaşanmamış gibi bir atmosfer hâkim…
Sadece
4 yıl geçmesine rağmen…
Sadece
4 yıl!
Bu
şaşkın alışkınlar zümresi için eskilerin kullandığı bir tâbir var: “Alışmak,
kudurmaktan beter!”
Kurbağanın
suda yavaş yavaş ısıtılması gibi, konudan ve hâfızdan uzaklaştırılmış zihinler
için tekrar bir darbe ortamı oluşturulmaya çalışılıyor.
Türkiye
üzerine hesap yapan Batı, unutmayınız ki, 100 yıldır içerimizde eleman devşirip
yetiştirdi. Bu hâlen devam ediyor.
Hayatın
her alanında mevcût ve hattâ etkin şekilde bulunuyorlar hâlâ…
Bunlar
Batı’nın, kendi kontrolünde yaşaması gerektirdiğine inandırdığı Türkiye için
varlar, bunun için yaşıyorlar.
Dünden
bugüne, vatanımızın çıkarları karşısında Batı’nın çıkarlarının yanında oldular,
yarın da aynı pozisyonda olacaklar.
Şehit
Başbakanımız Adnan Menderes, Şehit Bakanlarımız Hasan Polatkan ile Fatin Rüştü Zorlu’nun
kalemini, adları ile soyadları Türkçe yazılı olanlar kırmışlardı. Adları ve
soyadları Türkçe idi fakat fonksiyonları Batı adına işliyordu!
Merhum
Erbakan Hocamıza en aşağılık hakaret ve zulümlerle, tuvaletlerde abdest aldırıp
dalga geçenlerin adları ve soyadları da Türkçe idi.
Evet,
onlar da Türkçe okunuyordu fakat işlevleri Batı çarklarıyla dönüyordu.
O
günlerden bugünlere yaşananları unutur da 15 Temmuz’u hiç olmamış gibi anarak
yarına rehavet içinde yürür ve köklü değişiklikler yapılmaz ise, önce sinsi
şekilde kaleyi içeriden teslim alıp hiç kimseyi kıpırdayacak hâlde bırakmaksızın,
12 Eylül 1980’de olduğu gibi, milletimizin gözünde demokrasiye demokrasi dışı
yöntemlerle müdahaleyi meşru kılacak yöntemlere başvurup içeriden bir
operasyonla Erdoğan’sız Türkiye’nin önünü açmaya çalışıyorlar.
Bunun
için, başta Atatürk olmak üzere her türlü değeri birer malzeme olarak
kullanıyorlar.
Bir
anda, “Tarih tekerrürden ibaretmiş”
diyecek noktaya getirebilirler ülkemizi!
1940’lı
yıllardaki Tek Partili Şeflik Dönemi
ile DP döneminin yanlışlarını tekrar tekrar okuyarak, söz konusu iki ardışık
dönemin yanlışlarından uzak durmak zorundayız!
Çünkü
“Hanif kutup Türkiye” yerine uyutulmuş Türkiye’yi istiyor, bunun için
suyu yavaş yavaş ısıtıyorlar.
12
Eylül öncesinde aynı köyün çeşmesinden su içmiş, birbiriyle misket oynamış, bu
toprağın çocukları, 12 Eylül Askerî Darbesi’nin zeminin oluşması için
birbirlerine vurduruldu.
Bir
tek dünya devleti hülyâsı ile millî devletleri yok etmek isteyen küreselci
aklın emrindeki Carter’ın çocukları, bunun için tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de meşru bir yol aradılar.
Ve
aynı merkezlerden ellerine verilmiş silahlarla birbirlerine yönelen bu toprağın
çocukları, birbirlerini yok ettirdiler.
O
gün de, tıpkı bugünkü gibi, dövizi ekonomiyi çökertmek için kullanılabilecek
bir saldırı aracı hâline getirmişlerdi.
Bir
sabah kalktık ki, Carter’ın çocukları, ekranda Meclis’i kapattıklarını ve güya
Türkiye’yi irticanın elinden kurtardıklarını ilân ettiler. Şaştı cümle âlem;
zira anarşi bir anda dinmişti!
Ne
tuhaftır ki, bir gün öncesinde binlerce vatan evlâdının sağ-sol çatışmasına
kurban edildiği Türkiye’de, 12 Eylül 1980 sabahı, âdeta hiçbir şey olmamış
gibiydi.
Oysa
oyun büyüktü ve hedef, Türkiye’yi Batı’nın çizgisinde hizâya getirmekti.
Maalesef
o günlerde de siyaset bu fotoğrafı okumakta ihmâlkâr davranmıştı. O ihmâllerin
bedelini darağacında can veren vatan evlâtları, cezaevlerine mahpus edilen o
dönemin genç nesli ödemişti. Elbette Türkiye, bir kez daha ABD’nin kontrolüne
teslim edilmişti.
Bugün
aynı senaryoyu sahaya sürebilmek için aklınıza gelmiş ve gelebilecek bütün
kurguları plânlayıp sahneye sürmeyi deniyorlar.
Bu
çerçevede birçok tuzak kuracak ve sonra bir kurtarıcı çıkarıp, “İşte sizin için!”
diyerek gözlerinizin içine baka baka Türkiye’yi bir kez daha 100 yıllık uykuya
yatırmak isteyecekler…
Biliyorum,
az sonra okuyacakları, birçok insanda hayret uyandıracak…
Ne
mi demek istiyorum?
Eğer
siyaset ve sivil toplum kuruluşları, önümüzdeki süreci tarihteki yaşanmışlıklardan
ders çıkarmayarak, aynı hatâlarda ısrar ederek yönetmeye kalkarsa, tarih
tekerrür eder ve aynı hatâlar yapıldığında yine aynı sonuçlar ortaya çıkar.
MİT
Krizi’nden bu yana, Gezi Kalkışması ile açık hâle düşen ve 15 Temmuz’da zirveye
çıkan, şimdi ise tekrar renkli devrimlerdeki gibi her fırsatı denemekten
kaçınmayan bir modelle karşı karşıyayız.
Elbette
sıkıntılarımız var; zira küresel sistemin denge merkezi olan topraklarımızda hiç
sıkıntısız yaşamadık. Ancak bütün bu sıkıntıları aşacak, işleyen ve güçlü bir
demokrasiye sahibiz.
Bu
problemlerin aşılmasında sandığın ne kadar güçlü olduğunu yakın tarihimiz bize
öğretmektedir. O hâlde çözümün adresi anarşi değil, sokak değil, şiddet
değildir.
Farklılıklarımız
üzerine kurulu zenginliğimizin yansıdığı bu ülkenin daha iyi olması için,
mücadelemizi bugüne kadar olduğu gibi, yine sandık üzerinden başarmak
zorundayız.
Salgın
aşamasında Hükûmetimizin toplumun reflekslerini cevapsız bırakmadığını, nasıl
çok başarılı bir tempo yakaladığını, ülkemize yönelik operasyonların nasıl boşa
çıkarıldığını fark etmeliyiz.
Milletimizin
beklentilerini siyâsî ve sosyal anlamda önceleyecek Hükûmetimizin, yürütme-millet
ilişkisini çok daha güçlü hâle getireceğine inanıyoruz. Böylece emperyalizmin
içerideki beklentileri boşa düşürülecektir.
Ve
asıl mesele, siyasetin bağırsaklarındaki emperyalizmin sızıntı unsurlarının
cesurca temizlenmesidir!
15
Temmuz sonrasında milletimiz ısrarla ve de ısrarla FETÖ unsurlarının siyasetten
temizlenmesi yönünde bir kararlı duruş sergilemiştir.
Hattâ
milletimiz, Hükûmetimize âdeta, “Evet, seni duyuyor ve okuyorum! Gereğini
yapman hususunda yanındayım” mesajını vermiştir.
Ve
milletimiz, hâlâ beklemektedir!
Milletimiz,
güvendiği duygu bağını kaybetmemek için mücadele ettiğini bildiği Sayın
Cumhurbaşkanımızdan yapacağı hamleyi beklemektedir.
Sayın
Cumhurbaşkanımız Erdoğan, milletle omuz omuza yürüyerek bugünlere gelmiştir ve
daima milletiyle yan yana durmuştur ve milletinden kopmaya asla niyeti yoktur.
Bu
mânâda artık, “Bu meseleleri neden açık
bilgi olarak paylaşıyorsunuz” demenin bir hükmü kalmamıştır.
Çünkü
burada yazılanları sokak, “sosyal medya” dediği kitle iletişim sohbetlerinden
ev ve işyeri sohbetlerine değin karşılıklı olarak konuşur hâle gelmiştir.
Demokrasi
dışı bütün seçenekler masalarında; aklınıza gelebilecek her ihtimâl… Ateşin
çocukları, Türkiye’yi yakmak istiyorlar. Ama başaramayacaklar!
Yazdıklarım,
Şehit Muhsin Yazıcıoğlu gibi, tarihe not düşmek ve de evvelâ bir fakir kul
olarak Rabbimden, tehlikeyi arz ettiğime dair Şâhitliğini almak içindir.
İttihat-Terakki’den
bu yana askerî darbeler ve siyasal iktidar ilişkilerini yakînen okumak ve
bilmek durumundayız. Şayet yakın tarihi iyi okumaz ve yapılan hatâları tekrar
edersek, bilelim ki aynı sonuçlarla karşılaşırız.
Bu
nedenle rehavete kapılmadan, Devletimizin tüm kurumları ile son derece güçlü
işleyişi, milletin siyasetten beklentilerini ve özellikle FETÖ-siyaset
ilişkisinin çözümlenişini, kamu bürokrasisinde millî anlayışın daha da güçlü bir
zemine oturmasını ve gerekli arınmayı süratle sağlamak mecburiyetindeyiz.
Şunu
unutmayalım: AK Parti iktidarları döneminde Anayasa’da yapılan değişikliklerle,
“Türkiye’de bir daha askerî darbe olmaz”
şeklinde bir ümit hâsıl oldu. Fakat bu anlayış bir rehaveti de getirdi...
Bunun
üzerine Obama ile Clinton’ın çocukları işgal girişiminde bulundular. Milletimiz
bu işgal girişimini püskürttü.
Fakat
bilinmeli ki, Türkiye’nin tamamen Batı eksenli politikalara teslim olmasını
isteyen devşirilmişler, siyaset dâhil, hayatın bütün alanlarından henüz tamamen
arındırılmış değiller.
Türkiye’nin
Sayın Erdoğan liderliğinde, “Anadolu” merkezli ve “Devlet-i ebed müddet” esaslı
evrensel politikalarından rahatsız olan içerimizdeki unsurlar, hayatın bütün
alanlarında dışarıdaki güçlerle ittifak hâlinde ve fırsat kollamaktadırlar.
Yeniden
dikkat, her an dikkat!
Bir
duyum olarak, pandemi öncesinde ciddî bir hazırlık yapıldığını öğrenmiştik.
Ancak
pandemi ile beraber, hareketlilik, yerini psikolojik harp kurallarına terk
etti.
Dikkat
ederseniz, farklı kalem ve görevlerde bulunan bazı isimlerin ağızlarından bir
anda işgalci örgüte dair af cümleleri dökülmeye başladı. Milletimizin inançlı,
kararlı ve sert tepkisi karşısında ise sahte özürlerle söz konusu demeçleri
geçiştirmeye çalıştılar.
Aslında
işgalci örgütün arkasındaki güç, ısrarla Sayın Cumhurbaşkanımızı bu örgütle
değişik kanallardan farklı biçimlerde uzlaşmaya zorluyor.
Bu
temelde de toplumu işgalci örgütün çok küçük bir kısmı hâriç, büyük bir infiâl
ortaya çıkmaması için, “Bunlar silaha bulaşmadılar, terörist değiller”
cümlelerinin zemini hazırlanmak isteniyor.
Ülkemizdeki
siyaset damarlarının içerisinde hâlâ dolaşan sızıntı ve Türkiye’nin salt
çıkarlarının Batı’dan ve hattâ Atlantik ötesinden geçtiğini düşünen çapsızlar
güruhu, kendisinin sokakta hiçbir karşılığı olmadığı için, sığınılacak liman
olarak işgalci FETÖ terör örgütünün affedilmesi ve 16 Aralık 2013 tarihine geri
dönülerek FETÖ’nün şehir elebaşlarından aldıkları güçle Ankara’da siyasal güç
elde etmeye devam etmenin peşindeler…
Ve
sanki 15 Temmuz unutulmuş gibi…
Milletimizin
hâfızası dondurulmuş gibi…
252
şehit verilmemiş gibi…
Bu
ülkenin bilgileri uluslararası istihbarat örgütlerine teslim edilmemiş gibi…
Bu
ülkede vatanseverlere kumpaslar kurulmamış ve tehditler savrulmamış gibi…
Onlarca
insan faili meçhullere kurban edilmemiş gibi…
Sayın
Erdoğan’a suikastlar yapılmamış ve dahi nice plân kurulmamış gibi…
Devlet
topyekûn çökertilmek istenmemiş gibi…
Devletimiz
devlet dışı bir güce teslim edilmek istenmemiş gibi, sadece Atlantik ötesinin
çıkarlarına hizmet edecek bir Türkiye ortaya çıksın diye Siyonizm’in kirli plânlarını
hiç itiraz etmeden kabul edilmesi için hareket hâlindeler!
Çok
uyanık ve dikkatli olmak zorundayız!
Bu
topraklarda milletimize kurşun sıkan, Devletimizi çökertmek isteyen, millete ve
inancımıza, devlet geleneğimize ve de medeniyet iddiamıza ihanet ederek kan
dökmüş hiçbir örgütle millet ve devlet olarak bugüne kadar el sıkışmadık, sıkışmayız!
Her
kim milletimizin uyuduğunu zannederek ikna olacağını zannediyorsa, bu işgalci
örgütle hangi gerekçe altında olursa olsun uzlaşmayı, bu örgütü affederek
tekrar devleti bu örgüte teslim etmenin önünü açacağını düşünüyorsa, açıkça
ifade ediyoruz ki, bedeli ne olursa olsun, buna bu millet eyvallah etmeyecektir!
Son
dönemde farklı isimler altında PKK’yla ve ana muhalefet partisinin tepe
yönetimi ile işbirliği içerisinde gerçekleştirilen ekonomik saldırılar
ortadayken, sokak tekrar hareketlendirilmek istenirken, milletimizi moral
olarak etkisiz hâle getirip Sayın Erdoğan’a onu yalnızlaştırıp çevresini
kuşatarak diz çöktürmek ve onun şahsında Devlet’i teslim almak istendiğinin
farkındayız.
Büyük mücadelenin lideri Sayın Erdoğan’ın toplumdaki güvenini azaltmak, milletimizle duygu bağını eritmek ve tekrar edelim ki onu yalnızlaştırarak teslim almak için sokağın 15 Temmuz’daki bakış açısını örselemek için kimlerin neler yaptığının bu millet farkındadır!