Ülke tek vücuttur!

Zincir marketler ve döviz alım-satımıyla cep dolduran tüccarlar, vücudumuzdaki kötü hücreler olarak hızlı bir metastaz hâlindeler. Fütursuz bir şekilde tüm iç ve dış organlarımızı hasara uğratma niyetindeler. Ne zaman ki bu hücreler bütün vücudumuza yayılacak, o zaman da yekten yıkılacağız. Yani işin en garip tarafı şu ki, kanserli hücreler, yok ettikleri vücutla birlikte ölecekler. Kendi sonunu hazırlama gerçekliğine rağmen böylesi bir düşmanlık, insana şeytanın cehennem kabulünü getiriyor.

ÜLKE bir vücuttur. Tek vücut olarak varlığını sürdürür. Ülkeyi meydana getiren insan, hayvan, toprak ve ne kadar mevcudiyet varsa hepsi o vücudun değerli bir elemanı…

Devlet başsa, ona yön veren eller-ayaklar da millettir. Vücudun sarsılmaz bütünlüğüne katkı veren ne kadar özverili insan varsa onlar da kalbi ve bilumum hayatî organları temsil eder.

Milleti meydana getiren tüm organizmalar vücudun direncini belirleyen hücreler bütünüdür. Bu birbirine bağlı sistemsel bütünlük, bizi birbirimize muhtaç ve birbirimizle uyum içinde hareket etmeye tâbi kılan bir varoluş öyküsü.

Bütün varlığımız ülkemizin ayakta ve sıhhatli duruşuna bağlıyken, bütün aksamalar da her bir organa ve hücreye ters etki yapacak kadar dinamo tesirine sahiptir. Meselâ vücudun elemanları dile gelecek olsa, hiçbir organın diğer organı değersizleştirdiğini işitemezsiniz. Yani kalp çıkıp da “Bana ne akciğerden!” derse, başına büyük bir iş almış olur. İroni ve teşbih, bazı yüksek perdeli öfkelerin dile gelişinde en kestirme yol olsa gerek. Çünkü bugün vücudumuzda kötücül hücre çoğalması durumuyla karşı karşıyayız. Ve vücudumuzdan bu kanseri temizlemede başın, el ve ayakların ve diğer tüm organ ve iyi hücrelerin vazifesi büyük.

Gelelim kötücül hücrelerin vücudumuzda yaptığı bu kanserimsi tahribata…

Zincir marketler ve döviz alım-satımıyla cep dolduran tüccarlar, vücudumuzdaki kötü hücreler olarak hızlı bir metastaz hâlindeler. Fütursuz bir şekilde tüm iç ve dış organlarımızı hasara uğratma niyetindeler. Ne zaman ki bu hücreler bütün vücudumuza yayılacak, o zaman da yekten yıkılacağız. Yani işin en garip tarafı şu ki, kanserli hücreler, yok ettikleri vücutla birlikte ölecekler. Kendi sonunu hazırlama gerçekliğine rağmen böylesi bir düşmanlık, insana şeytanın cehennem kabulünü getiriyor.

Zincir marketler her gün etiketleri yeniliyor, her şeye zam yapıyorlar. Bunun hiçbir gerekçesi olamayacağı hâlde, döviz artışını bahane ediyorlar. Yaptıkları, en hafif dille “sömürgecilik”, ama en realist zaviyede “hainlik”!

İşte bunlar, vücudumuzu saran kanser hücreleri! Ve kendileriyle birlikte bizi de yıkıma götürme gayretindeler. Haksız kazancın insana yaramayacağı gerçeğine değinmiyorum bile… Düşünsenize, talan ettikleri mekânın kendi yaşam alanlarını da kapsadığının idrakine bile varamamış bir güruh, “Kazanıyorum” zannettikleri bu çirkin ticaretin evvelâ kendi organlarında ve bilhassa da ruhlarında yanık izleri bırakacağını nasıl anlarlar ki?

Bu kendi içimizdeki kötücül hücreleri temizlememiz gerek. Daha fazla iyi hücreye ihtiyacımız var. Daha fazla dürüst esnafa, daha fazla vatan sevgisine ve daha fazla imana muhtacız.

İşin bir diğer vahim tarafıysa, yüzyıllara uzanan Türk-Müslüman varlığının şerefini lekeleyecek kadar çirkin bir karakter sergiliyor oluşları. Anadolu insanının açlığa gem vurup da helâlin peşinden gidişindeki o sebatkâr ve kıymettar tutumu, bugün üzeri balçıkla kapatılmaya ve maziye hapsedilmiş bir efsane olmaya doğru yol almış durumda.

Bunu ancak biz değiştirebiliriz. Kanserin henüz kesin bir çözümü bulunmamış olabilir, ama muhakkak her bedenî hastalıkta iyi beslenme, dua ve niyet büyük önem taşır. O hâlde vatanın şerefli tüccarları, imanlı esnafları ve Müslüman millet olarak topyekûn doğruyu ve hak olanı yapmaya gayret etmeliyiz. Zorlu ve sonuçsuz gibi görünen bu doğruluk hareketi, muhakkak ki “ülke” dediğimiz vücudun birkaç organını değil, her bir hücresini feraha eriştirecektir.