ÜLKE bir vücuttur. Tek vücut olarak varlığını
sürdürür. Ülkeyi meydana getiren insan, hayvan, toprak ve ne kadar mevcudiyet
varsa hepsi o vücudun değerli bir elemanı…
Devlet başsa, ona
yön veren eller-ayaklar da millettir. Vücudun sarsılmaz bütünlüğüne katkı veren
ne kadar özverili insan varsa onlar da kalbi ve bilumum hayatî organları temsil
eder.
Milleti meydana
getiren tüm organizmalar vücudun direncini belirleyen hücreler bütünüdür. Bu
birbirine bağlı sistemsel bütünlük, bizi birbirimize muhtaç ve birbirimizle
uyum içinde hareket etmeye tâbi kılan bir varoluş öyküsü.
Bütün varlığımız
ülkemizin ayakta ve sıhhatli duruşuna bağlıyken, bütün aksamalar da her bir
organa ve hücreye ters etki yapacak kadar dinamo tesirine sahiptir. Meselâ
vücudun elemanları dile gelecek olsa, hiçbir organın diğer organı
değersizleştirdiğini işitemezsiniz. Yani kalp çıkıp da “Bana ne akciğerden!”
derse, başına büyük bir iş almış olur. İroni ve teşbih, bazı yüksek perdeli
öfkelerin dile gelişinde en kestirme yol olsa gerek. Çünkü bugün vücudumuzda
kötücül hücre çoğalması durumuyla karşı karşıyayız. Ve vücudumuzdan bu kanseri
temizlemede başın, el ve ayakların ve diğer tüm organ ve iyi hücrelerin
vazifesi büyük.
Gelelim kötücül
hücrelerin vücudumuzda yaptığı bu kanserimsi tahribata…
Zincir marketler
ve döviz alım-satımıyla cep dolduran tüccarlar, vücudumuzdaki kötü hücreler
olarak hızlı bir metastaz hâlindeler. Fütursuz bir şekilde tüm iç ve dış
organlarımızı hasara uğratma niyetindeler. Ne zaman ki bu hücreler bütün
vücudumuza yayılacak, o zaman da yekten yıkılacağız. Yani işin en garip tarafı
şu ki, kanserli hücreler, yok ettikleri vücutla birlikte ölecekler. Kendi
sonunu hazırlama gerçekliğine rağmen böylesi bir düşmanlık, insana şeytanın
cehennem kabulünü getiriyor.
Zincir marketler her
gün etiketleri yeniliyor, her şeye zam yapıyorlar. Bunun hiçbir gerekçesi
olamayacağı hâlde, döviz artışını bahane ediyorlar. Yaptıkları, en hafif dille “sömürgecilik”,
ama en realist zaviyede “hainlik”!
İşte bunlar,
vücudumuzu saran kanser hücreleri! Ve kendileriyle birlikte bizi de yıkıma
götürme gayretindeler. Haksız kazancın insana yaramayacağı gerçeğine
değinmiyorum bile… Düşünsenize, talan ettikleri mekânın kendi yaşam alanlarını
da kapsadığının idrakine bile varamamış bir güruh, “Kazanıyorum” zannettikleri
bu çirkin ticaretin evvelâ kendi organlarında ve bilhassa da ruhlarında yanık
izleri bırakacağını nasıl anlarlar ki?
Bu kendi
içimizdeki kötücül hücreleri temizlememiz gerek. Daha fazla iyi hücreye ihtiyacımız
var. Daha fazla dürüst esnafa, daha fazla vatan sevgisine ve daha fazla imana
muhtacız.
İşin bir diğer
vahim tarafıysa, yüzyıllara uzanan Türk-Müslüman varlığının şerefini
lekeleyecek kadar çirkin bir karakter sergiliyor oluşları. Anadolu insanının
açlığa gem vurup da helâlin peşinden gidişindeki o sebatkâr ve kıymettar tutumu,
bugün üzeri balçıkla kapatılmaya ve maziye hapsedilmiş bir efsane olmaya doğru
yol almış durumda.
Bunu ancak biz değiştirebiliriz. Kanserin henüz kesin bir çözümü bulunmamış olabilir, ama muhakkak her bedenî hastalıkta iyi beslenme, dua ve niyet büyük önem taşır. O hâlde vatanın şerefli tüccarları, imanlı esnafları ve Müslüman millet olarak topyekûn doğruyu ve hak olanı yapmaya gayret etmeliyiz. Zorlu ve sonuçsuz gibi görünen bu doğruluk hareketi, muhakkak ki “ülke” dediğimiz vücudun birkaç organını değil, her bir hücresini feraha eriştirecektir.