Ucuz düşünce ve ucuz fikirler

Bu ülkede birileri emek sömürüsü yaparak bu düşünen ve fikir üreten beyinler üzerinden alabildiğine nemâlanırlar. Bunun için ustaca kılıflar hazırlanır. Bu kılıflar kimi zaman dînî versiyonlu ve soslu, kimi zaman siyâsî versiyonlu ve soslu, kimi zaman da ideolojik ve hatır gönül versiyonlu ve sosludur. Yâni meselenin temelinde ne ahlâk vardır, ne hak vardır, ne de hukuk ve tabiî ki Allah korkusu!

BU ülkede, bu toplumda düşünce ve fikirden başka ucuz bir şey yoktur. Etrafınıza bakınız, her şey pahalıdır ama tek ucuz olan şey, düşünce ve fikirlerdir.

Diğer İslâm ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleri de (hatta Çin’i de işin içine katacak olursak aslında dördüncü dünya ülkeleri demek lâzımdır) böyledir.

Bizim ülkemize bakacak olursak, müzik konserlerinden festivallere, futbol müsabakalarından eğlence partilerine, sigara, içki, kumardan daha birçok şeye varıncaya kadar her şey alabildiğine pahalı (ama ne hikmetse albenisi fazla) iken ancak ucuz ve hatta bedava olan şey ise sadece ve sadece düşünce ve fikirlerdir.

Onun için bu toplum (son zamanlarda biraz) ile diğer İslâm ülkeleri ve üçüncü veya dördüncü dünya ülkeleri işte bu yüzden doğru dürüst “adam” olamıyorlar.

Benim bu konudaki mukayesemin korelasyonunu (ilişkisini) “ucuzluk-pahalılık” açısından salt maddiyat boyutuna indirgememek lâzımdır ama işin ilginç tarafı keyif, eğlence, konser, spor müsabakaları için seve seve, oluk oluk para akıtan insanların bir fikir ve bilgi edinme sürecinde hiç para harcamamak, masrafa girmemek için kırk dereden su getirmeleri anlaşılır gibi değildir.

İşin daha da acı ve garip tarafı, az çok mürekkep yalamış olanların dahi (bazı istisnâlar dışında hemen hemen tüm üniversite öğrencileri de dâhil olmak üzere tüm eğitilmiş bireyler) bu minvâl üzere olmalarıdır.

Yapılan bu mukayesedeki temel amaç, konunun önemine ve hassasiyetine binâen ironik bir şekilde ve teşbihî olarak meselenin ciddiyetine dikkat çekmek bâbındadır.

Yoksa düşünce ve fikirler maddiyatla ölçülemeyecek kadar değerli ve kutsaldır. Benim anlayışıma göre bunları ve bu değerleri ölçecek bir ölçüm aracı da henüz dünyada keşfedilememiş ve geliştirilememiştir.

Böyle olmasaydı yâni ilim, düşünce ve fikir çok değerli ve çok kıymetli olmasaydı, Allah, Rasûl’üne daha ilk vahyinde ve ilk kelâmında emir sigasıyla gelen ve hitap kelimesi olarak kullanılan “Oku!” emr-i İlâhisiyle hiç başlar mıydı? Yine Kur’ân’ında “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” der miydi?

Mâmâfih, onlarca âyetinde düşünmeye, düşünceye, akletmeye, fikir istihsâl etmeye (üretmeye), ilme değer vermeye ve atıfta bulunmaya yönelik olarak hiç dikkat çekici ve tekid edici (kuvvetlendirici) ifâdeler kullanır mıydı?

Kaldı ki, ünlü filozof Descartes bile “Düşünüyorum, o hâlde varım!” dememiş miydi?

Ancak, bütün bunlara rağmen ne hikmetse bizim ülkemizde ve İslâm ülkelerinde ilmin/bilimin pek kıymet-i harbiyesi yoktur. Dolayısıyla âlim ve bilim insanlarının da pek değeri yoktur. Hâl böyle olunca düşünmenin, düşünce ve fikir üretmenin de hiç değeri olur mu?

Bu durum maalesef toplum nezdinde de böyledir, yüksek yönetim katlarında da böyledir. Bu saydığım mahfillerde toplumun ahlâkını bozan, insanlara ve gençlere kötü örnek olan, üstelik içinde yaşadığı topluma katma değer anlamında hiçbir şey katmayan, sadece kötülük üreten sözüm ona “sanatçı ve sporcu” kimlikli bazı şahsiyetler (üsve-i hasene şeklinde numûne-i imtisâl olanlar hâriç) daha değerlidir. Ve yine bunlar daha üst düzeylerde ve üst katlarda hüsnü kabûl gördükleri gibi, toplum da ne yazıktır ki bunlara sahip çıkmaktadır. Çünkü böyle bir kumaştan ancak böyle bir elbise çıkar.

İşte böyle bir yönetim anlayışına ve toplum yapısına sahip olan İslâm ve üçüncü/dördüncü dünya ülkelerinde bir türlü ilim, düşünce ve fikir doğru dürüst üretilemez, gelişemez; istisnâî olarak üretilse bile üretenlerin başına (birilerinin hoşuna gitmediyse eğer) gelmedik şey kalmaz.

Bundan dolayıdır ki, yüzyıllardan beridir İslâm ülkeleri ve zikrettiğim diğer ülkeler hep geri kalmış ve Batılı ülkelerin sömürgesi ve oyuncağı olmaktan bir türlü kurtulamamışlardır.

Bir zamanlar Batılılar da böyleydiler. Orta Çağ’ın Skolastik yapısını bir hatırlayalım: Ruhbanlık sınıfına mensup olan kilise papazları ve kardinâlleri sayesinde düşünen ve fikir üreten beyinlerin başına neler gelmiyordu ki! Bunlardan birisi de Galileo idi. Galileo’nun başına gelenler bu mânâda pişmiş tavuğun başına gelmemişti.

İşte bu yüzden Orta Çağ Hıristiyan Avrupası o dönemde karanlık bir çağ yaşamıştı. Ama zaman içinde bu karanlıktan kurtulmasını bildiler ve bugünlere geldiler. Ne diyelim, darısı bizim ve İslâm ülkeleri ile üçüncü/dördüncü dünya ülkelerinin başına olsun!

O yüzden bizim ülkemizde düşünce ve fikir üreten âlimlerin, mütefekkirlerin ve bilim insanlarının pek değeri yoktur. Mümtaz ve müstesna olan bu şahsiyetlerin bir ömür boyu zaman harcayarak ve iğneyle kuyu kazarcasına gergef gergef işledikleri ve ürettikleri bu düşünce ve fikirleri, ne yazıktır ki birileri (vefasız yönetimler ve kadr ü kıymet bilmez insanlar) alabildiğine hovardaca ve bedavaca sömürmekte ve kendi siyâsî emellerine ve şahsî menfaatlerine ahlâksızca ve haksızca âlet etmektedirler.

Bu ülkede telif fikirlerin telif hakları kadar, telif haklarının da sadra şifa olacak kadar zerrece kıymet-i harbiyesi yoktur.

Yine bu meyanda, bu ülkede birileri emek sömürüsü yaparak bu düşünen ve fikir üreten beyinler üzerinden alabildiğine nemâlanırlar. Bunun için ustaca kılıflar hazırlanır. Bu kılıflar kimi zaman dînî versiyonlu ve soslu, kimi zaman siyâsî versiyonlu ve soslu, kimi zaman da ideolojik ve hatır gönül versiyonlu ve sosludur. Yâni meselenin temelinde ne ahlâk vardır, ne hak vardır, ne de hukuk ve tabiî ki Allah korkusu!

Zâten İslâm toplumlarının temel sorunu Allah adıyla aldatmak değil midir?