Üçüncü tür ilişki

Dijital dünyadaki kişi ile artık gerçek hayattaki kişi, “iki farklı insan” olarak birlikte yaşamaya başlar. Hatta bazen hangisi gerçek, karışabilir. Biz buna “çoklu kişilik” diyebiliriz. Kuşkusuz bu ortam sadece insanın sosyal medya ortamında oluşturduğu yeni sanal yüzü değil, aynı zamanda teknoloji desteğiyle çok farklı dijital imkânlara sahip de olabilir. Örneğin sanal ortamda dijital sunumlar yapmak, hologram yöntemle dijital robot asistanlarla sunum yapmak gibi...

İNSAN, değişeni bulamadığında gelecekten kopar ve geleceğin içinde yaşadığını düşünür. Çünkü zaman ve mekân olarak herkesle beraberdir; ancak zihinsel olarak içinde yaşadığı şeyi anlamakta güçlük çeker.

Peki, insan değişeni bulduğunda yaşar mı? Hayır! Çoğu zaman değişimin kölesi olur. Çünkü değişim, tek tek insanla orantılandığında çok güçlüdür ve insanı esir alma kabiliyeti vardır. İnsansa değişim karşısında esir düştüğünde, tekrar özgürlüğüne kavuşmak adına mücadele eder.

Bunun anlamı şudur: “Değişimi bulmak, görmek, tanımak değildir esas olan, değişimi yönetmek gerekir. Çünkü başka türlü özgür kalamıyorsun!”

Dolayısıyla “değişimi” kutsamadan, abartmadan ve de küçümsemeden, bütün gerçekliğiyle yönetmek lâzım!

Kuşkusuz değişim yönetilmeye kalkıldığında, özü itibariyle “direnen/direnç” gösteren bir kuvvete, ivmeye sahiptir. Fakat değişimi yönetmekte ısrar ettiğimiz zaman, değişim, uzlaşmak için size bazı tekliflerde bulunur, örneğin size şu cümleyi kurar: “Uzlaşalım ve birlikte yürüyelim…”

Peki, değişimle uzlaşıp yürümeye başladığımızda, nereye, hangi amaçla, hangi hedefle, kimlerle yürüyeceğiz? Örneğin insanlık değerlerine mi? Dünya hâkimiyetine mi? Varoluş bilincine mi? Tarihin şöhretine mi? Yoksa hedefsiz, amaçsız, değersiz, hatta yolcusuz, sadece yürüyecek miyiz?

Bütün bu sorular ve ihtimâller, bize bir gerçeği haykırır: Bir değişim felsefeniz ve ona ilişkin eyleminiz olmak zorundadır!

Değişim karşısında yapacağınız felsefe, bizzat değişimi tanımanızı sağlar; eyleminizse onu yönetme iradenizi betimler.

Zaten değişime yönelik felsefeniz ve eyleminiz ile değişimin kendisiyle uzlaştığınızda artık birlikte yürümeye başlarsınız.

Nitekim değişimle uzlaşarak yürümeye biz “gelişim” diyoruz.

Bu bağlamda dijital dünyanın beraberinde getirdiği “durumlar” var. İnsan gerçek hayatında, tabir uygunsa, “yarım kalmış hikâyelerini”, “gerçekleştirememiş olduğu hayâllerini”, “bastırılmış duygularını” dijital dünyada tamamlamak ve böylece tatmin etmek peşine düşebilme fırsatı bulmuştur.

Bu fırsatı değerlendirenlerin dijital ortamda meşrulaştırmak istedikleri “cinsiyetsiz toplum”, “yetişkin eğlenceleri” ve “şiddet seansları” oluştu.   

Bir de insan ayrıca, “dikkate alınmak”, “girişimde bulunmak”, “yeteneklerine tanık ettirmek”, faydalı olmak ve takdir edilmek ister. Bu nedenle dijital ortamı bu açıdan değerlendirir. Dolayısıyla dijital dünya, bir çeşit “insan fuarı” etkisi de yapar.

Böylelikle insan, kendisini ve gerçekliğini sanalda yeniden üreterek kendine “yaşarken ikinci hayat” kurar. Dijital dünya, kendisine göç edene kendisinden istediği kadar “dijital ikinci hayat” ve “dijital hâller” diyebileceği ikinci kişilik üretme imkânı verir.

Dijital dünyadaki kişi ile artık gerçek hayattaki kişi, “iki farklı insan” olarak birlikte yaşamaya başlar. Hatta bazen hangisi gerçek, karışabilir. Biz buna “çoklu kişilik” diyebiliriz…

Kuşkusuz bu ortam sadece insanın sosyal medya ortamında oluşturduğu yeni sanal yüzü değil, aynı zamanda teknoloji desteğiyle çok farklı dijital imkânlara sahip de olabilir. Örneğin sanal ortamda dijital sunumlar yapmak, hologram yöntemle dijital robot asistanlarla sunum yapmak gibi...

Bu fırsatlar içinde “sahte hesaplar”, gerçek hayatta yapılamayacak, yapıldığında cezası olacak birçok sözlü ve fiilî davranış da hızla yayıldı. Pornografi, argo, sahte ticaret portalları, bedava küfürleşme portalları ve âdeta “çılgın-sapkın partiler” dünyası da alıp başını gitti.

İletişim uzmanları, eğitimciler, psikologlar ve sosyologlar bu dijital dünya ve çoklu kişilik üzerine araştırmalar yapmakta ve kamuoyu ile paylaşmaktadırlar. Devletlerse kişisel hakları korumak ve toplumsal hakları kollamak üzere yasal düzenlemeler yapma gayretine girmişlerdir.

Dijital dünyada insan, âdeta fıtratına yabancılaşıyor ve kendine yapay-dijital fıtrat üretiyor. Bu dijital fıtrat ise “fıtratını inkâr etmeyi” yüceltiyor. Bu konuda en çarpıcı/ayraç hükmünde bir dijital dünya olgusu var.

Örneğin, eski milenyumda da yaşanan “eşcinsellik/cinsiyetsizlik” durumu geçmişte bir “durum” iken, artık dijital dünyada bir “duruş” olarak sunuluyor. Hatta eşcinsellik yüceltiliyor ve buna her türlü itiraz ise “fıtratı inkâr” olarak sunuluyor.

Ayrıca fıtratta olan cinsellik ve yaşamı yerini “robot fahişeler” diyebileceğimiz seks oyuncakları ve pornografi ile âdeta “dijital dünyanın zevk adalarına” dönüştürülüyor. Bunun arkasında büyük dijital endüstriler oluşuyor.

Önceki milenyumda da var olan fuhuş pazarı ilk defa ikili ilişkiden çıkıp üçüncüsü robotlar olan bir üçüncü tür ilişkiye evriliyor…