İNSAN, değişeni
bulamadığında gelecekten kopar ve geleceğin içinde yaşadığını düşünür. Çünkü
zaman ve mekân olarak herkesle beraberdir; ancak zihinsel olarak içinde
yaşadığı şeyi anlamakta güçlük çeker.
Peki,
insan değişeni bulduğunda yaşar mı? Hayır! Çoğu zaman değişimin kölesi olur.
Çünkü değişim, tek tek insanla orantılandığında çok güçlüdür ve insanı esir
alma kabiliyeti vardır. İnsansa değişim karşısında esir düştüğünde, tekrar
özgürlüğüne kavuşmak adına mücadele eder.
Bunun
anlamı şudur: “Değişimi bulmak, görmek, tanımak değildir esas olan, değişimi
yönetmek gerekir. Çünkü başka türlü özgür kalamıyorsun!”
Dolayısıyla
“değişimi” kutsamadan, abartmadan ve de küçümsemeden, bütün gerçekliğiyle
yönetmek lâzım!
Kuşkusuz
değişim yönetilmeye kalkıldığında, özü itibariyle “direnen/direnç” gösteren bir
kuvvete, ivmeye sahiptir. Fakat değişimi yönetmekte ısrar ettiğimiz zaman,
değişim, uzlaşmak için size bazı tekliflerde bulunur, örneğin size şu cümleyi
kurar: “Uzlaşalım ve birlikte yürüyelim…”
Peki,
değişimle uzlaşıp yürümeye başladığımızda, nereye, hangi amaçla, hangi hedefle,
kimlerle yürüyeceğiz? Örneğin insanlık değerlerine mi? Dünya hâkimiyetine mi?
Varoluş bilincine mi? Tarihin şöhretine mi? Yoksa hedefsiz, amaçsız, değersiz,
hatta yolcusuz, sadece yürüyecek miyiz?
Bütün
bu sorular ve ihtimâller, bize bir gerçeği haykırır: Bir değişim felsefeniz ve
ona ilişkin eyleminiz olmak zorundadır!
Değişim
karşısında yapacağınız felsefe, bizzat değişimi tanımanızı sağlar; eyleminizse
onu yönetme iradenizi betimler.
Zaten
değişime yönelik felsefeniz ve eyleminiz ile değişimin kendisiyle
uzlaştığınızda artık birlikte yürümeye başlarsınız.
Nitekim
değişimle uzlaşarak yürümeye biz “gelişim” diyoruz.
Bu
bağlamda dijital dünyanın beraberinde getirdiği “durumlar” var. İnsan gerçek
hayatında, tabir uygunsa, “yarım kalmış hikâyelerini”, “gerçekleştirememiş olduğu
hayâllerini”, “bastırılmış duygularını” dijital dünyada tamamlamak ve böylece
tatmin etmek peşine düşebilme fırsatı bulmuştur.
Bu
fırsatı değerlendirenlerin dijital ortamda meşrulaştırmak istedikleri
“cinsiyetsiz toplum”, “yetişkin eğlenceleri” ve “şiddet seansları” oluştu.
Bir
de insan ayrıca, “dikkate alınmak”, “girişimde bulunmak”, “yeteneklerine tanık
ettirmek”, faydalı olmak ve takdir edilmek ister. Bu nedenle dijital ortamı bu
açıdan değerlendirir. Dolayısıyla dijital dünya, bir çeşit “insan fuarı” etkisi
de yapar.
Böylelikle
insan, kendisini ve gerçekliğini sanalda yeniden üreterek kendine “yaşarken
ikinci hayat” kurar. Dijital dünya, kendisine göç edene kendisinden istediği
kadar “dijital ikinci hayat” ve “dijital hâller” diyebileceği ikinci kişilik
üretme imkânı verir.
Dijital
dünyadaki kişi ile artık gerçek hayattaki kişi, “iki farklı insan” olarak
birlikte yaşamaya başlar. Hatta bazen hangisi gerçek, karışabilir. Biz buna “çoklu
kişilik” diyebiliriz…
Kuşkusuz
bu ortam sadece insanın sosyal medya ortamında oluşturduğu yeni sanal yüzü
değil, aynı zamanda teknoloji desteğiyle çok farklı dijital imkânlara sahip de
olabilir. Örneğin sanal ortamda dijital sunumlar yapmak, hologram yöntemle
dijital robot asistanlarla sunum yapmak gibi...
Bu
fırsatlar içinde “sahte hesaplar”, gerçek hayatta yapılamayacak, yapıldığında
cezası olacak birçok sözlü ve fiilî davranış da hızla yayıldı. Pornografi,
argo, sahte ticaret portalları, bedava küfürleşme portalları ve âdeta
“çılgın-sapkın partiler” dünyası da alıp başını gitti.
İletişim
uzmanları, eğitimciler, psikologlar ve sosyologlar bu dijital dünya ve çoklu
kişilik üzerine araştırmalar yapmakta ve kamuoyu ile paylaşmaktadırlar.
Devletlerse kişisel hakları korumak ve toplumsal hakları kollamak üzere yasal
düzenlemeler yapma gayretine girmişlerdir.
Dijital
dünyada insan, âdeta fıtratına yabancılaşıyor ve kendine yapay-dijital fıtrat
üretiyor. Bu dijital fıtrat ise “fıtratını inkâr etmeyi” yüceltiyor. Bu konuda
en çarpıcı/ayraç hükmünde bir dijital dünya olgusu var.
Örneğin,
eski milenyumda da yaşanan “eşcinsellik/cinsiyetsizlik” durumu geçmişte bir
“durum” iken, artık dijital dünyada bir “duruş” olarak sunuluyor. Hatta
eşcinsellik yüceltiliyor ve buna her türlü itiraz ise “fıtratı inkâr” olarak
sunuluyor.
Ayrıca
fıtratta olan cinsellik ve yaşamı yerini “robot fahişeler” diyebileceğimiz seks
oyuncakları ve pornografi ile âdeta “dijital dünyanın zevk adalarına”
dönüştürülüyor. Bunun arkasında büyük dijital endüstriler oluşuyor.
Önceki milenyumda da var olan fuhuş pazarı ilk defa ikili ilişkiden çıkıp üçüncüsü robotlar olan bir üçüncü tür ilişkiye evriliyor…