
İRADEYLE nefsin meydan
savaşında kâh o yana, kâh bu yana
savrulanlar, iki ayağın birini bir ata bağlayıp birini diğerine ve atları da başka
yönlere salıvererek zorlananlar, iki kararın tam ortasında “Kırk katır mı, kırk
satır mı?” kararını veremeyip kavrulanlar, günah ve sevap aynı tutkuyla davet
edince dünya ile ahiret arasında kalanlar, şeytan olmakta ne var, melek olmakta
ne var? Sen gör, ne haldeler ikisinin ortasında olanlar? Başka kimsenin
tatmadığı zevki tadar kaderi insan olarak yazılanlar…
Onun
sevdiği şeylerin peşine düşsem, emrine amade köle olsam ne fayda! Zehri bal
şerbeti diyerek yudumlasam ne fayda! Benim içimde bana kasteden bir düşmana
bıraksam meydanı, bana ne fayda!
Bazen
öyle güzel, ahu dilber edası ve nazıyla duruyor karşımda. Büyülenmiş gibi
takılıp gidiyorum peşinden. Götürdüğü yere varsam ne fayda! Hakikaten düşmansa,
çıksa karşıma, mertçe savaşsa... Bazen bir doyumsuz lezzet soframda, bazen boylu
boyunca uzanmış bir güzel karşımda. Kimin kalbi inanır ki düşman olduğuna? Nasıl
vazgeçilir öyle güzelden, o tatlı dilden, o ahu gözden? Nasıl vazgeçilir nefsin
söylediğinden?
Koyun
postundaki yalancı güveni ve sükûneti görür de nasıl göremez göz postun
altındaki kurdu? Ama görmüyor işte! Yüzüne mi, özüne mi bakmalı dünyanın? Şifa
olduğunu bilse de acı ilacı tatmaya korkar derde dönüşecek zehri tatmak için
can atarken dil. Dili kandıran, zehri tatlandıran bir gizli düşman var, adı
şeytan ve restini çekmiş en başından; şeytan olmanın bütün gereklerini yapacağına
söz vermiş. Koyun postuyla dost da görünür, tatlı diline, güleryüzüne tutsak da
eder insanı. Bugün bir kılığa, yarın başka bir kılığa da bürünür. Bakmak yetmez
onu tanımak için, bakmayı bilen görür.
Nefs-i
emmarede başlar yolculuğumuz, nefs-i levvamede yoklar insan kendini, nefs-i mutmainneyle dolar boşluğumuz…
Umutsuzu,
arsızı, hırsızı, nankörü, şükürsüzü, zalimi, tembeli ve daha neleri emmarede
yorulur. Dünyanın ilk tuzağı, ilk girdabı çeker onları. “Sağırdırlar, dilsizdirler,
kördürler” der onlar için Yaratan. Onların umduğu ne varsa, hepsi buradadır. Vermekten
korkar elleri. Kötülüğü emreden nefsin biçarelerinin kalpleri uçurumlarda
gezer. Akıl şeytanın sofrasına oturur ve sefillerden daha sefil, çirkinlerden
daha çirkin olur.
Henüz
hayat varken, mümkünü sunan dünyada ne zaman inanırsa insan Allah’a, kurtulur emmarenin tuzaklarından.
“Hiç düşünmezler mi?” diye sorulanlar, biraz kafa yormakla levvameye varırlar. Bir
tanısa insan kendini, bilse niceliğini, ayıplar kendini ve anlar kendine neler
ettiğini. Levvame, günah sonrası kalbin ezikliğidir ve insanlığa doğru yükselerek
uçan bir kartal gibidir. Ahlar,
eyvahlar, tövbeler, merhametler hep levvamededir. Levvame kurtuluş eşiği, cehennemin kalbe dünyada değen ilk
ateşi… Levvame, insanın hamlıktan olgunluğa
adım adım gelişi ve bazen de şeytana kulak verip emmareye gidişi, sonra tekrar
bir ümitle rahmet-i Rahman’ın kapısına dönüşü… İnsan levvamede sorgular
günahını, levvamede anlar ahiret için ne hazırladığını.
Mutmainneden
söz açıldı vesselam… Aşkın damarda kan olduğu makam… Eşref-i mahlukatın kemale
erdiği an… O ballardan tatlı, yakutlardan değerli rıza makamı ki insana en
çok yakışan, meleklerin secdesini boşa çıkarmayan, takdire boynu kıldan ince
olanların ve “Yaratan’dan hediye” diye derde gülenlerin makamı o makam…
O,
kalbi mutmain olanların teslimiyet makamıdır. Kaderine razı olan, Kaderi Yazan’dan
razı olandır. Razı olduğu için razı olunandır. Allah onlardan, onlar da
Allah’tan razı olarak “Girin cennete!” denilenler ve kahrından değil, lütfundan
isteyenler…
“Aşk
olsun” diyenlere “Aşk olacaksa, böyle olur!” diyen, nefsi dize getiren başka
yerde aranmaz, aransa da bulunmaz. Mutmainnede safa başkadır, başka türlü
olamaz. “Mutmain kalp öyle bir aşkla doludur ki incitmeye yer yok; daha da
ötesi, incinmeye yer yok” diye yorumlarken kendimce, “Kemalde noksan imiş
incinen incitenden” dizelerine hayran
olmaktan alamadım kendimi.
İçi dışı arınmış, ne şeytana, ne de nefsine kanmış, öfkelenince öfkelerini yutmuş, alnında secde izleriyle kitabı sağdan verilenlerin yüzleri apaydın olacakmış o gün. Onlar, kalpleri ta dünyadan beri mutmain olanlar…