Üç yokuş

“Aşk olsun” diyenlere “Aşk olacaksa, böyle olur!” diyen, nefsi dize getiren başka yerde aranmaz, aransa da bulunmaz. Mutmainnede safa başkadır, başka türlü olamaz. “Mutmain kalp öyle bir aşkla doludur ki incitmeye yer yok; daha da ötesi, incinmeye yer yok” diye yorumlarken kendimce, “Kemalde noksan imiş incinen incitenden” dizelerine hayran olmaktan alamadım kendimi.

İRADEYLE nefsin meydan savaşında  kâh o yana, kâh bu yana savrulanlar, iki ayağın birini bir ata bağlayıp birini diğerine ve atları da başka yönlere salıvererek zorlananlar, iki kararın tam ortasında “Kırk katır mı, kırk satır mı?” kararını veremeyip kavrulanlar, günah ve sevap aynı tutkuyla davet edince dünya ile ahiret arasında kalanlar, şeytan olmakta ne var, melek olmakta ne var? Sen gör, ne haldeler ikisinin ortasında olanlar? Başka kimsenin tatmadığı zevki tadar kaderi insan olarak yazılanlar…

Onun sevdiği şeylerin peşine düşsem, emrine amade köle olsam ne fayda! Zehri bal şerbeti diyerek yudumlasam ne fayda! Benim içimde bana kasteden bir düşmana bıraksam meydanı, bana ne fayda!

Bazen öyle güzel, ahu dilber edası ve nazıyla duruyor karşımda. Büyülenmiş gibi takılıp gidiyorum peşinden. Götürdüğü yere varsam ne fayda! Hakikaten düşmansa, çıksa karşıma, mertçe savaşsa... Bazen bir doyumsuz lezzet soframda, bazen boylu boyunca uzanmış bir güzel karşımda. Kimin kalbi inanır ki düşman olduğuna? Nasıl vazgeçilir öyle güzelden, o tatlı dilden, o ahu gözden? Nasıl vazgeçilir nefsin söylediğinden?

Koyun postundaki yalancı güveni ve sükûneti görür de nasıl göremez göz postun altındaki kurdu? Ama görmüyor işte! Yüzüne mi, özüne mi bakmalı dünyanın? Şifa olduğunu bilse de acı ilacı tatmaya korkar derde dönüşecek zehri tatmak için can atarken dil. Dili kandıran, zehri tatlandıran bir gizli düşman var, adı şeytan ve restini çekmiş en başından; şeytan olmanın bütün gereklerini yapacağına söz vermiş. Koyun postuyla dost da görünür, tatlı diline, güleryüzüne tutsak da eder insanı. Bugün bir kılığa, yarın başka bir kılığa da bürünür. Bakmak yetmez onu tanımak için, bakmayı bilen görür.

Nefs-i emmarede başlar yolculuğumuz, nefs-i levvamede yoklar insan  kendini, nefs-i mutmainneyle dolar boşluğumuz…

Umutsuzu, arsızı, hırsızı, nankörü, şükürsüzü, zalimi, tembeli ve daha neleri emmarede yorulur. Dünyanın ilk tuzağı, ilk girdabı çeker onları. “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler” der onlar için Yaratan. Onların umduğu ne varsa, hepsi buradadır. Vermekten korkar elleri. Kötülüğü emreden nefsin biçarelerinin kalpleri uçurumlarda gezer. Akıl şeytanın sofrasına oturur ve sefillerden daha sefil, çirkinlerden daha çirkin olur.

Henüz hayat varken, mümkünü sunan dünyada ne zaman inanırsa  insan Allah’a, kurtulur emmarenin tuzaklarından. “Hiç düşünmezler mi?” diye sorulanlar, biraz kafa yormakla levvameye varırlar. Bir tanısa insan kendini, bilse niceliğini, ayıplar kendini ve anlar kendine neler ettiğini. Levvame, günah sonrası kalbin ezikliğidir ve insanlığa doğru yükselerek uçan bir kartal  gibidir. Ahlar, eyvahlar, tövbeler, merhametler hep levvamededir. Levvame kurtuluş  eşiği, cehennemin kalbe dünyada değen ilk ateşi… Levvame, insanın  hamlıktan olgunluğa adım adım gelişi ve bazen de şeytana kulak verip emmareye gidişi, sonra tekrar bir ümitle rahmet-i Rahman’ın kapısına dönüşü… İnsan levvamede sorgular günahını, levvamede anlar ahiret için ne hazırladığını.

Mutmainneden söz açıldı vesselam… Aşkın damarda kan olduğu makam… Eşref-i mahlukatın kemale erdiği an… O ballardan tatlı,  yakutlardan değerli rıza makamı ki insana en çok yakışan, meleklerin secdesini boşa çıkarmayan, takdire boynu kıldan ince olanların ve “Yaratan’dan hediye” diye derde gülenlerin makamı o makam…

O, kalbi mutmain olanların teslimiyet makamıdır. Kaderine razı olan, Kaderi Yazan’dan razı olandır. Razı olduğu için razı olunandır. Allah onlardan, onlar da Allah’tan razı olarak “Girin cennete!” denilenler ve kahrından değil, lütfundan isteyenler…

“Aşk olsun” diyenlere “Aşk olacaksa, böyle olur!” diyen, nefsi dize getiren başka yerde aranmaz, aransa da bulunmaz. Mutmainnede safa başkadır, başka türlü olamaz. “Mutmain kalp öyle bir aşkla doludur ki incitmeye yer yok; daha da ötesi, incinmeye yer yok” diye yorumlarken kendimce, “Kemalde noksan imiş incinen incitenden”  dizelerine hayran olmaktan alamadım kendimi.

İçi dışı arınmış, ne şeytana, ne de nefsine kanmış, öfkelenince öfkelerini yutmuş, alnında secde izleriyle kitabı sağdan verilenlerin yüzleri apaydın olacakmış o gün. Onlar, kalpleri ta dünyadan  beri mutmain olanlar…