Üç vakit

Belki dünya gözüyle yarına çıkıp yeni bir günü göremem, doğru... Ama benim, “yarın” derken aklımda dudağımın uçukladığı başka bir yarın var. Bu, asla unutmak istemediğim ve zaten unuttuğum an her şeyin biteceği bambaşka bir yarın. O gelecek, her şekilde gelecek bir yarın...

“ANI yaşa! Geçmiş nasılsa geçti; yarını görmek bir hayalden ibaret, sen anın tadını çıkar” diyorlar. Ne güzel geliyor kulağıma bu söz. Hele anılar kalbimin içini kor kor yakarken, onlardan kurtulacakmış gibi bir umutla sarılıyorum şu ana. Geleceğin kaygıları hayallerimin  ümüğüne çökmüş nefesimi ciğerimden çağırır gibi dururken önümde, nasıl olur da bu sözü yabana atarım. Sonra inanıp değer veriyorum ve cümle önde, ben arkada yürüyorum.

“Anın tadını çıkarmak mı?” diyerek bakıyorum etrafıma. Öyle bir çıkarıyorlar ki anın tadını? Dalıversem, ben de karışıp gitsem mutluluğun arasına diyorum…

Işıklı bir karanlığa doğru akıp gidiyorum anın, öncesiz ve sonrasızmış gibi yapayalnız bırakılmış bir dünyanın içinde. Nedense huzur bulamıyorum ve anlıyorum ki geçmişi ve geleceği pek de aklına takmayanların ayakları geziyor cadde ve sokaklarda.

Geçmiş derken, beş on yıl değil, yüz değil, bin değil kastettiğim. İlk çamurumuzun karıldığı, ilk şeklimizin verildiği, ilk nefesin üflendiği an… Ruhların ilk divan durduğu, ilk söz verdiğimiz an… Bu anı unuttukça unutacağız insanlığımızı. Üç vaktin dengesini kurmak gerekmez mi? İlk dönüşü dünyanın unutulacak bir şey mi? Ve neden döndüğü?

Güneşe rota çizen kader silinmeli mi hafızadan? An  yaşanır zaten, yaşanmalı da. Ama bırakın aklımın bir köşesinde kalsın geçmişim. Onu yok saymak veya unutmak değil çare. Geçmişi aklıma nasıl yerleştireceğimi, onu hangi makamlara getireceğimi ve kararlarıma nasıl etki edeceğini belirlemem gerek sadece. Çare, amaçsızlaşıp bugünü savrularak geçirmekse, bu anın tadı da yok, tuzu da.

Gelecek derken, yarını, öbür günü kastetmiyorum, on yirmi yıl sonrası yahut gözümün ferinin kaçtığı, belimin büküldüğü, bir yığın hatıranın arasında dolaşan aklımın kavrulduğu günü de. Mutlak anlamda yıldızların parlamaktan vazgeçtikleri, güneşin sönmeye karar kıldığı, Sahibinin hükmüne boyun bükülecek mutlak ve sebebin sonuçta gizlendiği, sonucun sebepte başladığı, o var ediliş sebebinin yargılandığı günü kastediyorum.

Belki dünya gözüyle yarına çıkıp yeni bir günü göremem, doğru. Ama benim, “yarın” derken aklımda dudağımın uçukladığı başka bir yarın var. Bu, asla unutmak istemediğim ve zaten unuttuğum an her şeyin biteceği bambaşka bir yarın. O gelecek; her şekilde gelecek bir yarın. Biz yine başladığımız noktada, toz toprak olduktan sonra gelecek… Öyleyse ben hâlâ başlangıç ve bitiş noktasını unutmaya çalışarak hangi mutluluğun peşinden koşuyorum? “Anı yaşa!” diyorlar, işte bu sözleri duya duya unutmadık mı hem uzak, hem yakın tarihimizi? Ve düşmanın her türlüsüne yenik düşmeye mahkûm etmedi mi bu söz?

“Anı yaşa,  geçmişe gömülme, gelecek endişenden kurtul!” derken, “Kaybol!” demedik mi birbirimize? Anda kaybolmak, anda tutsak olmak daha zor... Üç vaktin köprüsünü yıkınca, anda boğulmak daha zor…

“Hadi bugünü doya doya yaşayalım!” diyenler, doymaya çalışırken kendi hakları dışında herkesin hakkını yemek istiyorlar. Özgürlük ve bencillikle birlikte yaşanınca başkalarının özgürlük alanına giriyorlar. Bu cümle, benim vicdanımda böyle yankı buldu. Ve insanların varoluş amacının uzaklarında, dünyadaki küçücük bir zaman diliminde, tutsakça, pervasızca eğlenceye daldıklarını fark ettim. Zaten sevindiğim nokta da bu: “Fark ettim.”

Anı sorumsuz bir keyifle yaşarken bir ince sızı doladı ruhumu. İşte o zaman fark ettim. Kim bilir defalarca yıkılacak üç zamanın köprüsü içimde… Ama var gücümle yeniden kuracağım bugünü,  yarınlar için yaşamayı ve elbet başaracağım. “Dün”, Âdem’e ruh üflendiği gün… “Dün”, bizim ilahî kudret elinde tasarlandığımız gün... Bugünse dünyada kaç asır geçmişse hepsi ve yarın, hakikat yurdu, kıyamet, mizan, cennet, cehennem ve işte daha ne varsa...

Hep takıldığım yakın geçmişim oldu. Herkes gibi “Şuna kırıldım, buna üzüldüm, şunu aldım, bunu alamadım” deyip durdum. Baktım ki  geçen geçmiş, dünyanın içinde olduktan sonra, böyle geçmişin  geleceği de aynı aslında. Yine murat vermeden kıvrandıracak.

Tanımlar, tanımlar... Yeniden yapılmalı. Cümleler ve cümleler yeniden kurulmalı. İnsan olma şerefine sadık kalarak, gülerken de, ağlarken de o üç zamanın dengesini kurarak…