Üç tip insan

Herkesin günahını kendi aleyhine kazanması, her bir insan kaderinin kendi çabasına bağlı kılınması, insanın ancak çalıştığının karşılığını alması, başarı ve başarısızlıkların insanın kendi sorumluluğunda olduğunu göstermektedir.

İNSAN akıl, irade ve sorumluluk sahibi bir varlıktır. Aynı zamanda özgürdür; ancak bunlar sınırsız ve sonsuz değildir. İnsan, aklıyla değerlendirdiği ve öğür iradesiyle tercih ettiği eylemlerinden sorumludur. Allah kullarına dileyebilme ve seçebilme özelliği takdir etmiştir. Bu özelliği ile dilediğini seçebilir. Bir kimsenin bir dini seçmesi, seçtiği dinin kurallarını yerine getirmesi veya getirmemesi yine kendi tercihine bağlıdır.

Bozulmamış yaratılışa “fıtrat” denir. İnsan, fıtratını bozmadan devam ettirebilme imkân ve kabiliyetine sahip olduğu gibi, onun aslî yapısını bozma imkân ve kabiliyetine de sahiptir. Kötülük ve şer bu fıtratın bozulmasıyla ortaya çıkar. İnsan bu özgürlüğe sahiptir ve kendi tercihine bırakılmıştır. Fakat insanın amacı, bu dünyaya nasıl suçsuz/günahız geldi ise, Rabbinin huzuruna da suçsuz ve günahsız bir şekilde gitmek olmalıdır. Bunu başarabilen olduğu gibi, başaramayanlar da olacaktır.

Herkesin günahını kendi aleyhine kazanması[i], her bir insan kaderinin kendi çabasına bağlı kılınması[ii], insanın ancak çalıştığının karşılığını alması[iii], başarı ve başarısızlıkların insanın kendi sorumluluğunda olduğunu göstermektedir.  Aslında İslam, insanın aklına, mantığına, kapasite ve gücüne ağır gelecek hiçbir yük yüklememiştir[iv]. İnsan sorumlu tutulduğu her şeyin üstesinden gelebilecek donanıma sahiptir. Peki, gerçekten öyle midir?

Müslümanların davranışları Kur’an’da bir ayette üç şekilde değerlendirilir: “Sonra Biz bu İlahî kelamı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras olarak bıraktık. Kur’an’ı onlara emanet ettik. Onlardan bazıları bu emanetin hakkını vermemekle kendilerine zulmederler. Bazıları ortada bir yol takip ederler. Bazıları ise Allah'ın izniyle bu emanetin hakkını verme hususunda önde giderler. İşte gerçek fazilet budur![v]

Bu ayette geçen üç tip davranış şöyle yorumlanabilir: Allah’a iman etmiş olan bütün ümmet-i Muhammed, Allah’ın Kitabına varis sayılır. Bu varisler fert bazında ele alınacak olursa, her iman eden kişinin aynı hassasiyet ve ölçü içinde Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmediği görülür. Bu, onların imandan şüphe ettiklerinden veya iman eksikliğinden değil, tembelliklerinden kaynaklanır. Zira Kur’an’da iman ile amelin ayrı şeyler olduğuna işaret edilir. Örneğin Allah, Asr Suresi’nde asra yemin ederek insanların zararda, fakat iman eden ve salih amel işleyenlerin, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin istisna olduğunu bildirir[vi]. Bu bağlamda kişi imanlıdır, fakat amel noktasında kendi nefsine zulmediyor olabilir. Yani günahkâr olabilir. Böyle kimseler kalben ve zihnen mümin ve Müslümandırlar. Kâfir ve münafık nitelemesi yapılamaz. Ancak günah işlediklerinden dolayı kendilerine yazık ederler. Ayrıca ahirette azaba maruz kalacakları için de kendi kendilerine zulmetmiş olurlar.

Bu tür davranış sergileyen insanlar üşengeç tiplerdir. İtikadî bir problemleri olmasa da dinî konularda eyleme geçmeleri çok ağırdır. Bunların bazıları Allah’ın sonsuz rahmet ve merhametine güvenerek bağışlanma ümidi içinde olabilirler. Bazılarının ise o vurdumduymazlıklarını bir zaman sonra alışkanlık haline getirip hayat tarzına dönüştürmüş olmaları mümkündür. Nitekim toplumumuzda Müslüman olduğunu söylediği halde namaz kılmayan, oruç tutmayan birçok insana rastlamak mümkündür. Bu tiplerde Allah’ın Kitabıyla ilgili okuma-öğrenme noktasında pek çaba da görülmez, fakat Allah’a ve Kur’an’a saygıları vardır. Bu kutsal değerlere bir hakaret veya saldırı olsa kendilerini hemen ortaya atarak savunanlar çıkar. Bunun hakkında “Kalplerindeki imanın bir tezahürüdür” denilebilir. 

Varislerden orta yol takip edenlere gelince, onlar kendilerine zulmeden gruptakilerden daha iyi durumdadırlar. Ancak bu grupta bulunanlar da ne iyi, ne de kötü yolda mesafe kat edebilirler. Amel açısından nötr durumdadırlar. Yani iyi-kötü sınırında orta bir yerdedirler. Sürekli git-gel yaşarlar. Bu kişilerin amelî hayatı fulüdür. Örneğin sigara içen birinin sigarayı bırakarak birkaç hafta hiç içmemesi ve kendine verdiği zarardan dolayı pişmanlık yaşaması güzel bir başlangıçtır. Ancak nikotin bağımlılığı veya çözemediği bir problemin sıkıntısının onu tekrar sigara içmeye sevk etmesi kötü bir dönüştür. Bu, temizlediği alanı kirleten temizlikçiye benzer. Yine aynı şekilde, alkol alan birinin onu terk edip namaza başlaması, fakat bir müddet sonra tekrar alkol almaya dönmesi de bir ileri, bir geri giden yolcu gibidir.

Bazı Müslümanlar yaptıkları kötü davranıştan pişmanlık duyar ve tövbe ederler. Allah’ın emrini yerine getirme ve yasaklarından uzak durma hususunda gayret göstermelerine rağmen gevşekliğinden veya irade zayıflığından bir türlü istikrarı yakalayamazlar. Hâlbuki “amellerin en bereketlisi ve güzeli, az da olsa devamlı olanıdır”[vii]. Davranışında istikrarsız olan kimselere ciddi bir eğitim verilerek olumsuzlukları olumlu yöne çevrilebilir.

Davranışlarında git-gel yaşayan kimseler, kısmen suçluluk psikolojisi yaşarlar. Çünkü işlenen günah, onlara suçluluk duygusu yaşatır. İnanç ile davranışın çelişmesi, içsel bir gerginliğe sebep olur. Dolayısıyla bu insanlar, mutsuz insanlardır.

Emanetin hakkını vererek önde gidenler ise kullukta ve iyilikte yarış halindedirler. Bu grupta yer alan Müslümanlar, Allah’ın emirlerini titizlikle yerine getirmeye çalışan ve yasaklarından da dikkatle kaçınan öncü kimselerdir. Yani nefislerini kötü duygulardan, kalplerini kötü düşüncelerden arındırmayı dert edinmiş kimselerdir. Bunlar daima faydalı işler yapan örnek kimselerdir. Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket ederler. Nefislerini cimrilikten koruma[viii], paylaşma[ix] ve insanlara karşı nezaketli davranma[x] gibi güzel hasletleri yaşamlarının bir parçası haline getirmiş kimselerdir.

Bu gruptaki Müslüman mutluluk psikolojisi içindedir. Hayatında inanç ve davranış çelişkisi yaşamaz. İnandığı gibi yaşadığı için inancını yerine getirmenin içsel huzurunu yaşar. Diğer taraftan başkalarını düşünmek, onların hak ve hukukunu korumak, özverili olmak, bu hususta fedakâr ve feragat sâhibi, yani “diğerkâm” olmak bu gruptaki Müslümanların temel gıda kaynağıdır. Bu tür kaynaklardan beslenen insan, birini mutlu etmenin mutluluğunu yaşar.

Sonuç olarak, “Biz her insanın sorumluluğunu kendi omuzlarına yükledik. (Özgür iradesiyle yaptığı iyi-kötü bütün işleri adeta bir halka gibi boynuna geçirdik). Nitekim kıyamet ve hesap günü insanın önüne hesap defterini koyacağız ve o da bütün yaptıklarının amel defterinde kayıtlı olduğunu görecektir. Sonra ona ‘Şimdi oku bakalım amel defterini! Bugün (başka hiçbir şeye gerek olmaksızın) kendi hesabını kendin görmeye yetersin’ denecektir.”[xi]



[i] En’am suresi, 164. ayet.

[ii] İsra suresi 13. ayet.

[iii] Necm suresi, 39. ayet.

[iv] Bakara suresi, 286. ayet.

[v] Fatır, suresi, 32. ayet.

[vi] Asr suresi, 1-3. ayetler.

[vii] Buhârî, libas 43.

[viii] Haşr suresi, 9. Ayet.

[ix] Ali İmran suresi, 134. ayet.

[x] Ali İmran suresi, 159. ayet.

[xi] İsra suresi, 13-14. ayetler.