APANSIZ, ıpıssız
kalakalmıştı oracıkta. Diz dermansız, akıl ispatsız, kalp boşlukta asılı
kalmıştı. Burası biraz tanıdıktı sanki. Bu bahçeler, bu dereler, bu bağlar… Ama
bir yönüyle de ürkütücü bir yalnızlık vardı. Çok uzaklara gittiğini anladı
adam. Peki, kim onu buralara getirmişti? İşlediği suçun cezası buydu demek ki...
Böyle
uçsuz bucaksız olamazdı etraf. Bedenine yetecek kadar küçülmeliydi her şey. Bu
yalnızlığa çare arayıp, sonra da bir yuva kurmalıydı hemen. Ama yıllar
geçecekti pişmanlığının üzerinden. Demek ki az uz bir hata değildi onun
yaptığı. Serendip dağından Mekke’ye giden adımlarında gözyaşları eşlik etti ona.
Ve Arafat’ta başladı hayat. Medeniyetler kurulacaktı çeşit çeşit. Rengârenk
tenli torunlar belirdi ufukta.
Kuşlara
benzer şeylerin içine doluşup uçacaklardı gökyüzünde. Zamana hükümranlık
artacaktı sonunda. Bir tuşla görüntüler, yazılar yol alacaktı bir an
içerisinde. Ufukta kalabalıklar belirdi. Vızır vızır caddeler… Işıklı geceler
göründü. Samanyolu sanki yere inmişti. Ama gökyüzünün unutulduğu dar sokaklara
sıkışmıştı çocuklar. Arabaların altına kaçan topların peşinde hayatlarından
olan çocuklar vardı ufukta.
Rüyası
görülmüştü geceden bu üç günün. Adam ufka baktıkça bunları görüyordu. Burası
neresiydi böyle? Uzaktı, evet, ama alışmıştı. Sanki izlenildiğini fark etti.
Hep izlenecekti aslında…
Bu
yabancı yerin kendisi için hazırlandığını anladı ama bir kısmı geldiği yeri
andırıyordu. Böylece gönül bağladı. Ya diğer yarısının anlamı neydi? Açlığın,
susuzluğun, hasretin, kinin, yorgunluğun, acının?
Taşların
oyulduğu ihtişamlı medeniyetleri görmüştü adam rüyasında. Yemyeşil bereketli
tarlaları… Ama bir çığlık koptu, yok olup gittiler. Bir rüzgâr alıp götürdü
kimilerini. Ya da bir tufanla boğulup gittiler. İtiraz kabul etmeyen biri vardı
besbelli. Taşkınlığın yerine sükûnet bekleyen, kabul bekleyen biriydi o.
Bazıları kaldılar, gidenlerden ayıklandılar.
Filistin’de,
Urfa’da, Mekke’de İbrahim’i, vaat edilmiş topraklarda Mûsâ’yı ve çarmıha
kadarki çileli yolda Îsâ’yı gördü adam. Kendisi ilkti ve sonuncusu Mekke’ye
gelecekti. Bundan sonra Muhammedî olanlar yahut olmayanlar kalacaktı. Kitap her
şeyi içinde sakladı. Ve Son Resûl de görevini tamamladı.
Develer
sadece ipek ya da baharat taşımıyordu çöllerde. Medeniyeti, yeniliği, görgüyü,
bilgiyi de taşıdı kervanlar. Yeni ülkeler keşfedildi, başka hayatlar görüldü.
Baktılar ki hak bu değil, haklarını aradılar. Tevbelerini para vererek
yapıyordu insanlar. Günahlar ve tevbeler papazlara yaradı. Ama gelişememek ve
çaresizlik cana tak etti.
Akınlar,
akıncılar, çadırlar, evler, çarşılar… Devamlı şekil ve kimlik değiştiriyordu mekân
ve zaman. Evler çoğaldı ama at arabaları henüz azdı Paris’te. Asiller ve
köylüler arasındaki büyük kinin sonunda baltalar, taşlar uçuştu havada. Fransa
sokaklarında ihtilâl kanları döküldü. Haksızlık sonrası bu cinnet birçoğuna
cesaret verdi. Soylular can çekişirken, köylüler adaletin terazisine kendi
ağırlıklarını koydular.
İmparatorluklar
kurulduğunu gördü adam rüyasında. Sürüyü bekleyen çobana rağmen kurtlar hep
etraftaydı. Ve kılıçlar çekildi ovalarda. İtalya’da heykeltıraşlar, ressamlar
eserlerini imzalarken, İngiltere’de fabrikalar kuruldu. Sömürge pazarları
arandı. Özgürlüğüne bu kadar düşkünken ruhlar, bedenler köle pazarlarında yeni
efendilerini beklediler.
Elektrikten
sonra neler olacaktı neler. Buz kesecekti savaşlar. Yüzde dost, kalpte hain,
birbirleriyle tokalaşacaklardı liderler. Market raflarında düşmanların ürettiği
şeyler poşetlere dolacaktı. Bütün bunların nedenini anlamadı adam. Bu rüyayı
yorumlayamadı. Kendisi neyin başlangıcıydı, bilemedi. Ve bin yıl yaşadı adam…
Elektrik
geldi, akşam ve sabah birbirine karıştı. Yaz ile kış birbirine karıştı. Kadın ve
erkek birbirine karıştı. Kültürler ve şehirler birbirine karıştı. İnternet
geldi. Bir ekrana sığdı zaman ve zemin. Adamın gördüğü rüya üç günü anlatıyordu.
Üçüncü günün sonunda akıllar karışmıştı, kalplerse bulanık…
Adam
anlamıştı uzakta olma nedenini. Elmayı ısırmıştı bir kere; tadı damağına
değmişti, yutmuştu da üstelik… Bu bir yeniliş ve isyandı. Nankörlüktü. Ama
yazgıydı bu her şeyden önce. İnsanla dolacaktı gittiği dünya. Gerçeğe dönüşmüştü
gördüğü rüya.