Üç günün rüyası

Elektrik geldi, akşam ve sabah birbirine karıştı. Yaz ile kış birbirine karıştı. Kadın ve erkek birbirine karıştı. Kültürler ve şehirler birbirine karıştı. İnternet geldi. Bir ekrana sığdı zaman ve zemin. Adamın gördüğü rüya üç günü anlatıyordu. Üçüncü günün sonunda akıllar karışmıştı, kalplerse bulanık…

APANSIZ, ıpıssız kalakalmıştı oracıkta. Diz dermansız, akıl ispatsız, kalp boşlukta asılı kalmıştı. Burası biraz tanıdıktı sanki. Bu bahçeler, bu dereler, bu bağlar… Ama bir yönüyle de ürkütücü bir yalnızlık vardı. Çok uzaklara gittiğini anladı adam. Peki, kim onu buralara getirmişti? İşlediği suçun cezası buydu demek ki...

Böyle uçsuz bucaksız olamazdı etraf. Bedenine yetecek kadar küçülmeliydi her şey. Bu yalnızlığa çare arayıp, sonra da bir yuva kurmalıydı hemen. Ama yıllar geçecekti pişmanlığının üzerinden. Demek ki az uz bir hata değildi onun yaptığı. Serendip dağından Mekke’ye giden adımlarında gözyaşları eşlik etti ona. Ve Arafat’ta başladı hayat. Medeniyetler kurulacaktı çeşit çeşit. Rengârenk tenli torunlar belirdi ufukta.

Kuşlara benzer şeylerin içine doluşup uçacaklardı gökyüzünde. Zamana hükümranlık artacaktı sonunda. Bir tuşla görüntüler, yazılar yol alacaktı bir an içerisinde. Ufukta kalabalıklar belirdi. Vızır vızır caddeler… Işıklı geceler göründü. Samanyolu sanki yere inmişti. Ama gökyüzünün unutulduğu dar sokaklara sıkışmıştı çocuklar. Arabaların altına kaçan topların peşinde hayatlarından olan çocuklar vardı ufukta.

Rüyası görülmüştü geceden bu üç günün. Adam ufka baktıkça bunları görüyordu. Burası neresiydi böyle? Uzaktı, evet, ama alışmıştı. Sanki izlenildiğini fark etti. Hep izlenecekti aslında…

Bu yabancı yerin kendisi için hazırlandığını anladı ama bir kısmı geldiği yeri andırıyordu. Böylece gönül bağladı. Ya diğer yarısının anlamı neydi? Açlığın, susuzluğun, hasretin, kinin, yorgunluğun, acının?

Taşların oyulduğu ihtişamlı medeniyetleri görmüştü adam rüyasında. Yemyeşil bereketli tarlaları… Ama bir çığlık koptu, yok olup gittiler. Bir rüzgâr alıp götürdü kimilerini. Ya da bir tufanla boğulup gittiler. İtiraz kabul etmeyen biri vardı besbelli. Taşkınlığın yerine sükûnet bekleyen, kabul bekleyen biriydi o. Bazıları kaldılar, gidenlerden ayıklandılar.

Filistin’de, Urfa’da, Mekke’de İbrahim’i, vaat edilmiş topraklarda Mûsâ’yı ve çarmıha kadarki çileli yolda Îsâ’yı gördü adam. Kendisi ilkti ve sonuncusu Mekke’ye gelecekti. Bundan sonra Muhammedî olanlar yahut olmayanlar kalacaktı. Kitap her şeyi içinde sakladı. Ve Son Resûl de görevini tamamladı.

Develer sadece ipek ya da baharat taşımıyordu çöllerde. Medeniyeti, yeniliği, görgüyü, bilgiyi de taşıdı kervanlar. Yeni ülkeler keşfedildi, başka hayatlar görüldü. Baktılar ki hak bu değil, haklarını aradılar. Tevbelerini para vererek yapıyordu insanlar. Günahlar ve tevbeler papazlara yaradı. Ama gelişememek ve çaresizlik cana tak etti.

Akınlar, akıncılar, çadırlar, evler, çarşılar… Devamlı şekil ve kimlik değiştiriyordu mekân ve zaman. Evler çoğaldı ama at arabaları henüz azdı Paris’te. Asiller ve köylüler arasındaki büyük kinin sonunda baltalar, taşlar uçuştu havada. Fransa sokaklarında ihtilâl kanları döküldü. Haksızlık sonrası bu cinnet birçoğuna cesaret verdi. Soylular can çekişirken, köylüler adaletin terazisine kendi ağırlıklarını koydular.

İmparatorluklar kurulduğunu gördü adam rüyasında. Sürüyü bekleyen çobana rağmen kurtlar hep etraftaydı. Ve kılıçlar çekildi ovalarda. İtalya’da heykeltıraşlar, ressamlar eserlerini imzalarken, İngiltere’de fabrikalar kuruldu. Sömürge pazarları arandı. Özgürlüğüne bu kadar düşkünken ruhlar, bedenler köle pazarlarında yeni efendilerini beklediler.

Elektrikten sonra neler olacaktı neler. Buz kesecekti savaşlar. Yüzde dost, kalpte hain, birbirleriyle tokalaşacaklardı liderler. Market raflarında düşmanların ürettiği şeyler poşetlere dolacaktı. Bütün bunların nedenini anlamadı adam. Bu rüyayı yorumlayamadı. Kendisi neyin başlangıcıydı, bilemedi. Ve bin yıl yaşadı adam…

Elektrik geldi, akşam ve sabah birbirine karıştı. Yaz ile kış birbirine karıştı. Kadın ve erkek birbirine karıştı. Kültürler ve şehirler birbirine karıştı. İnternet geldi. Bir ekrana sığdı zaman ve zemin. Adamın gördüğü rüya üç günü anlatıyordu. Üçüncü günün sonunda akıllar karışmıştı, kalplerse bulanık…

Adam anlamıştı uzakta olma nedenini. Elmayı ısırmıştı bir kere; tadı damağına değmişti, yutmuştu da üstelik… Bu bir yeniliş ve isyandı. Nankörlüktü. Ama yazgıydı bu her şeyden önce. İnsanla dolacaktı gittiği dünya. Gerçeğe dönüşmüştü gördüğü rüya.