Üç acil ihtiyaç: Samîmiyet, sahicilik ve derinlemesine bilgi

Samîmiyet çok açığı kapatır. “Her açığı kapatır” diyeceğim de günaha girerim diye korkuyorum. Çünkü Allah tarafından affı mümkün olmayan büyük günahlar ve cürümler de vardır şüphesiz ve işte o cürümler hâriç, samîmiyetin kapayamayacağı hiçbir açık yoktur. Çünkü tövbe kapısı sürekli açıktır, tövbenin geçerliliği ve gerçekliği de samîmiyetine bağlıdır.

BAŞLIKTA yer alan üçlüye benzer, hazır hap misâli kurtuluş reçetelerine pek de itibar etmem aslında. Ama son zamanlarda yaşadığımız tüm sorunların ortak çözümünün bu üçlüye sahip olmaktan geçtiğine sahiden ve samîmi olarak inanıyorum. Sizi de inandırabilmem için, gelin, bu üç kavrama biraz daha yakından bakalım.

Samîmiyet

Dinî inancımızdaki karşılığı, “ihlâs”… O kadar ki, adına tahsisli özel bir sûre var ve biz onu çokça okuruz. Tevhîdin sembolü olan bu sûreye “İhlâs” adı verilmesi ne kadar anlamlı! Allah’ın varlığına bu sûredeki sıfatlarıyla inanan bir insanın ihlâstan hiçbir zaman ayrılamayacağını ya da ihlâs olmadan Allah’ı birlemenin, O’na gerçekten inanmanın mümkün olmayacağını ihtar ediyor diye düşünüyorum.

Bir işi ihlâsla yapmak demek, başka hiçbir şey için değil, sırf Allah’ın rızâsı için yapmak anlamına geliyor. Aynı şekilde, sevdiğini başka hiçbir sebeple değil, sırf Allah rızâsı için sevmektir ihlâs. Aslolan Allah’tır ve O’nun rızasıdır; O râzı olduktan sonra bütün dünya karşı olmuş, bunun bir önemi yoktur. O yüzden kolay bir duruş değildir ihlâslı olmak. Çünkü gerektiğinde Allah rızâsı için Allah dışındaki her şeyi ve herkesi karşınıza almanız gerekir. Tabir caizse, Kulhü’yü yeniden okuma zamanıdır. Allah’ın bizden istediği anlamda ihlâs üzere yaşamak neymiş, nasıl olurmuş, üzerinde ciddî şekilde düşünmek gerekir.

Bu anlamıyla düşünüldüğünde, tam ihlâsa erişmek, hayatını tam bir ihlâs üzere yaşamak mümkün değil. Ancak yine de tam ihlâsa erişmek için elimizden gelen gayreti gösterebilir, tabir caizse tam bir ihlâsla gerçek ihlâsın peşinde koşabiliriz.

“İhlâs” kelimesi gündelik konuşmamızda fazlaca kullanılmaz, daha ziyâde “samîmiyet”i tercih ederiz. Kim bilir, bu tercih de ihlâsın azametinden ve erişilmezliğindendir. Samîmiyet, ismiyle müsemma, bize daha yakın ve erişilebilirdir; hemen yanı başımızdadır, peşinden koşmamıza gerek yoktur. Duruşumuzu koruyabilsek yeter, gelir, o bizi bulur nasıl olsa. Düşünüldüğünde, samîmiyet için özel bir çabaya gerek yoktur; tersine samîmiyetsizlik özel bir çaba gerektirir. Öyle ya, hem samîmiyetsiz olacaksın, hem de samîmi görüneceksin, zor iş! Büyük oyunculuk performansı gerektirir. Samîmiyet, insanın doğasında ve orijinal boyasında mevcuttur. Hiç samîmiyetsizce rol yapan bir bebek ya da çocuk gördünüz mü? Ağlıyorsa, gerçekten ağlıyordur; gülüyorsa, içtenlikle gülüyordur.

“İçtenlik” demişken, bir iki cümle de onun üzerine kuralım. Samîmiyet kelimesinin eşanlamlısı olarak kullanılmaya aday bir kelimedir “içtenlik”. Ama henüz aynı sıcaklığı ve yakınlığından çok uzaktır bize. Daha epey zaman yedekçilik yapacak gibi görünüyor ama olsun, ihlâs ve samîmiyet kelimelerinin yedeğine soyunmak da bir şereftir ve her kelimeye nasip olmaz.

Samîmiyet çok açığı kapatır. “Her açığı kapatır” diyeceğim de günaha girerim diye korkuyorum. Çünkü Allah tarafından affı mümkün olmayan büyük günahlar ve cürümler de vardır şüphesiz ve işte o cürümler hâriç, samîmiyetin kapayamayacağı hiçbir açık yoktur. Çünkü tövbe kapısı sürekli açıktır, tövbenin geçerliliği ve gerçekliği de samîmiyetine bağlıdır.

Sahicilik 

Sahicilik de samîmiyetin en yakın akrabası, büyük ihlâs ailesinin bir ferdidir. Aralarındaki fark şudur ki, samîmiyet bir duruş, bir durum bildirirken, sahicilikse bir kimlik bildirir. Meselâ şöyle bir cümle kurarsak, meramımızı daha iyi anlatabiliriz sanırım: Sahici bir insan samîmi olmalıdır. Sahicilik bir kişilikse, samîmiyet o şerefli kişiliğe çok yakışan güzel bir özelliktir. Sahicilik ve samîmiyet birbirine öyle bağlıdır ki samîmiyetsiz bir sahicilik yok hükmündedir. Tersine, samîmiyet de bünyesinde barınacağı bir güzel âdem ister her daim.

Sahicilik her zaman müspet hâller ima etmez. Meselâ bir insan gerçekten ve sahiden öfkeli, kızgın olabilir, suç işlerken, hattâ en çok suç işlerken sahicidir. Yalan yere suç işlemek hemen hemen mümkün değildir ama burada durup biraz düşünmek gerekir. Dedik ya, sahicilik kimlik bildirir; şimdi sormanın da tam zamanıdır: Olmadık günahları, büyük cürümleri işlerken insan şeklen insansa da sahiden insan mı, yoksa insanımsı şeytan mıdır? İşte sahicilik, şeytanın tüm dürtü ve ayartılarından kaçma ve sahiden insan olma cehdidir!

Derinlemesine bilgi

Samîmi bir gayretle sahici bir insan olma çabası içine girmiş olan insanın, geriye tek bir eksiği kalmıştır: Bilgi… Ama sıradan, yüzeysel bir bilgi değil, derinlemesine bilgi!

Öyle ya, niçin ve nasıl sahici ve samîmi bir insan olmalıdır?

Bu iki büyük soruyu sıradan bilgiler karşılayamaz; derinlemesine bir bilgi gerekir. Derinlemesine bilgi edinmek her babayiğidin harcı değildir; her insan aynı fıtrat ve kapasitede yaratılmamıştır çünkü. Nihayetinde her sokağa bir âlim düşmez bu âlemde; bilgi kıymetli, hele hele derinlemesine bilgi çok çok kıymetlidir.

Nereden, nasıl ve en önemlisi de niçin edinmeliyiz bu derinlemesine bilgiyi? Bu konu etraflıca, derin derin konuşulmalı. Ama hem yerimiz, hem de ferimiz bitti. Şimdilik şu kadarını söylemekle, daha doğrusu bir hadîsi hatırlatmakla yetinelim: Bildiklerinizle amel ederseniz, bilmediklerinizi Allah size öğretir.”