
MUHALEFETTE bulunan tuzu
kurular, ekonomik buhranı da fırsat bilerek fakirlik edebiyatı yapmakta işi
iyice zıvanadan çıkardılar. Şu yalılarda, turizm beldelerindeki villalarda
oturup da fakirlik edebiyatı yapanlar var ya, işte onlar insanı çıldırtıyor!
Fakirlik
nedir, yoksulluk nedir, günübirlik yaşamak nedir bilmeyen tuzu kuru Beyaz
Türklerin cenaze ağıtçıları gibi ağlamaklı bir yüz ifadesi ile dövünerek “Ah
gariban halkım, vah ekmek alamayan işsizlerim!” diye feryad-u figan etmeleri,
insanı hayretler içinde bırakıyor. Münafıklığın böylesi, istismarcılığın bu
kadar hayâsızcası başka bir yerde görülmemiştir diye düşünmekten kendinizi
alamıyorsunuz.
Bunlara
desen ki, “Şurada bir fakir var” ya da “Şurada işsiz kalmış bir baba ve ailesi
var” yahut da “İleride, yatalak olmuş bir kadın ve beş evlâdı var, hadi biraz
yiyecek alalım da götürelim”, aslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi hemen bir bahane
ile senden uzaklaşırlar.
Yine
bunlardan birine desen ki, “Şurada fakirlere yardım eden bir vakıf var, gel de oraya
üç beş kuruş bağışlayalım”, hemen sana sosyal devlet nutukları atmaya başlar ve
“Devletin doyurması gerekenleri biz mi doyuracağız?” diyerek zeytinyağı gibi
üste çıkar.
Geçenlerde
bunlardan bir tanesi televizyona çıkmış vaaz ediyor, diyor ki, “Efendim şu
vakıf ve dernekler ile yardım işine bir son vermek gerek. Bunlar çağ dışıdır.
Artık sosyal devlet diye bir şey var dünyada. Fakir fukaraya bakmak devletin
görevi, devlet herkesi doyurmak ile mükelleftir”.
Komünizmden
kalma devletçi kafaya bakar mısınız, nasıl da sorumluluktan kaçıyor!
Adamı
dinleyince yine babamın bir hikâyesi geldi aklıma…
***
Hey
gidi Basri Usta hey! Sen ne irfan sahibi adammışsın, her hâdiseye ilişkin bize
ders niteliğinde bir mesel anlatmışsın da biz anlamamışız. Senin kıymetini
ancak sen dar-ı bekaya gittikten sonra anlamışız. Mekânın Cennet olsun...
***
Adamın
biri, gençliğinde bir kıza tutkunmuş ama onunla evlenmek nasip olmamış. O da,
sevdiği kız da başkasıyla evlenmiş. Hayat akıp gitmiş, her ikisinin de çoluğu
çocuğu olmuş. Derken kadının kocası vefat etmiş, cenaze namazını kılıp
defnetmişler. Herkes gittikten sonra kadın, kocasının mezarı başında ağlayıp
ağıt yakmaya başlamış. Eski âşığı da uzaktan, sindiği bir mezar taşının
ardından onu gizli gizli izlemeye koyulmuş.
Kadın,
“Yiğidim! Yiğidim! Genç yaşta öldün gittin, geriye bağlar bahçeler bıraktın,
şimdi onların mahsulünü kim derecek, kim yiyecek?” deyince, kadını uzaktan
izleyen adam, “Ben” diye mırıldanmış…
Kadın,
“Yiğidim! Geriye yağız Arap atları bıraktın, şimdi onlara kim binecek, kim şaha
kaldıracak?” deyince, adam yine “Ben” demiş…
Kadın,
“Yiğidim! Geriye genç yaşta dul kalmış bir kadın bıraktın, şimdi onu kim
sevecek, kim saracak?” deyince, adam yine “Ben” diye mırıldanmış. Ve kadın, “Yiğidim!
Geriye üç yetim çocuk bıraktın, şimdi onlara kim bakacak, karınlarını kim
doyuracak?” deyince, adam, “Öyle zor işe karışmam beeen” diye mırıldanmış ve
oradan uzaklaşmış.
***
Şu bizim tuzu kurular, yıllardır iktidarın nimetlerini devşiremiyorlar. Bu yüzden şiştiler; eskisi gibi kolayca servet üstüne servet yığmakta zorlanıyorlar. Bir Anadolu tâbiri ile söyleyecek olursak, “kârdan zarar ediyorlar”. İktidar yine kendi ellerine geçerse, tıpkı eski günlerdeki gibi daha çok ve daha kolay palazlanmaya devam edeceklerini hayâl ediyorlar. Yoksa onların fakir fukara ile işi olmaz. “Göbeğini kaşıyan adam” ve karnını doyuramayacak kadar “aciz adamlar” ile sömürmekten ve istismar etmekten başka ne işleri olabilir ki?