Tuz-ekmek hakkı ve vefa

Tuz-ekmek hakkı ile ilgili en güzel atasözlerimizden biri, “Tuz ekmek hakkı bilmeyen kör olur” şeklindedir. Bu durumu Ferit Devellioğlu, “Gördüğü iyiliği unutan, tuz ekmek hakkını bilmeyen” anlamına karşılık “nankör” kelimesiyle açıklamaktadır. Devellioğlu’na göre nankör kelimesi, “nân ve kör” kelimelerinden türemiştir ve “yediği ekmeği görmeyen” anlamına gelmektedir.

KÜLTÜREL değerlerimizin en büyük sorunu, konservatif hâle dönüştürülerek gündelik hayatın dışına çıkarılmasıdır. Oysa asırların imbiğinden süzülüp gelen bu değerlerimizin her biri, günümüzün birçok sosyal sorununu ortadan kaldıracak kadar etkilidir. İşte bu değerlerimizden biridir tuz-ekmek hakkı.

Bizim kültürümüzde “tuz, ekmek ve hak” kavramının çok ayrı, çok özel bir yeri vardır. Tuz-ekmek bir yandan gündelik hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alırken, diğer yandan da kutsal sayılmıştır. Hakka riayet etmek de aynı şekilde kutsaldır.

Kültürümüzde tuz, hâlâ en değerli nimetlerin başında yer alır. “Tuz gibi sevmek”, “Tuz kadar sevmek” deyimleri sevginin zirvesinin ancak tuz kadar olacağı ifadesinden başka bir şey değildir. Tuz kavramı bir yandan kıymet, değer olarak kabul edilirken, diğer yandan arkadaşlık, dostluk olarak ifade edilmektedir. Edebiyatımızın her türünde tuz fenomeni ele alınmış ve yazılmıştır. Tasavvufta tuz kavramına farklı anlam ve semboller de yüklenmiştir. Meselâ Bektaşîlikte tuz, ahenk ve dengenin, dengede olmanın sembolü olarak yazılmıştır.[1]

Kültürümüzde ekmek mübârektir ve bu nedenle adı “nân-ı aziz”dir. Kültürümüzde ekmeğe, yeni doğmuş çocukların kötülüklerden korunması için yastığının altına konulmasından yeni gelinin nazardan korunması için başından aşağı kuru ekmek serpiştirilmesine kadar birçok anlam yüklenmiştir. Ekmek, hasbelkader elden yere düşse üç defa öpülüp başa konmadan yerine konmaz. Kısacası doğumdan ölüme, düğünden cenazeye kadar sosyal hayatın her merhalesinde ekmek vardır.

Atasözlerimizde de ekmekle ilgili söz sayısı çok fazladır. “Eli ekmek tutmak”, “kuru ekmek”, “Ekmek aslanın ağzında”, “ekmeğini kazanmak”, “ekmeğinden etmek” bunlardan sadece bazılarıdır. Bizim inancımızda ekmeğin, ekmekçiliğin pîrinin Âdem Peygamber (as) olduğuna inanılmaktadır. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinin “Ekmekçiler Esnafı” kısmında Hazreti Âdem’in Cennet’ten çıkarılıp yeryüzüne gönderildiğinde Cebrail (as) tarafından yeryüzüne buğday getirildiğini ve Hazreti Âdem’in ilk yiyeceğinin buğday çorbası olduğunu, daha sonra Cebrail’in (as) Hazreti Âdem’e buğdayı un, unu da hamur hâline getirmeyi, hamuru pişirip ekmek yapmayı öğrettiğini yazmaktadır.[2]

Hak kavramı da toplum hayatında çok sık karşılaşılan bir kavramdır. Hak kavramı, hukukun esasıdır. İnancımızda bütün haklara saygı göstermek önemli olmakla birlikte, özellikle kul hakkının ayrı bir önemi vardır.

Tuz-ekmek hakkı kavramı; kültürümüzde kutsal kabul edilen tuz, ekmek ve hak kavramlarının birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Farsça “nan” ekmek, “nemek” ise tuz demektir. Deyim “nan u nemek” şeklinde yani “tuz-ekmek” olarak kullanılır. Redhouse bu kavramı, “Birisinin misafiri olmak, tuz-ekmeğini yemek” şeklinde yazmaktadır.[3] Şemseddin Sami, bu hususu Kamus-ı Türkî’de, “Tuz-ekmek; nimet, ihsan, nan u nemek, tuz ekmek hakkı; şükran, minnettarlık”[4] şeklinde açıklamıştır.

“Tuz-ekmek hakkı” deyimi, “birinin iyilik edip ekmek yedirdiği kimse üzerindeki hakkı” olarak kullanılır. Deyim köken olarak Orta Asya’ya kadar uzanırken, vefakârlık, dostluk, mertlik ve dürüstlük kavramları ile bütünleşmiştir.

Mengüç Kırbaş’a göre tuz-ekmek hakkı, “Birinin ekmek yedirip iyilik ettiği kimse üzerindeki hakkı ya da söz konusu kişinin ona duyduğu gönül borcu”[5]dur. A. Ömer Aksoy ise, “Sofrasında yemek yediği ve iyiliklerini gördüğü kimsenin kendisi üzerinde bulunduğu kabul edilen hak, duygusal borç”[6] olarak ifade eder, tuz-ekmek hakkını. Şükrü Elçin, “Türklerin tarihine, edebiyatına ve folkloruna giren tuz ekmek hakkı; dostluk, vefa, arkadaşlık, sadakat, insanlık, samimiyet, mertlik, dürüstlük gibi kavramları içine alan zengin bir klişedir”[7] şeklinde tanımlamaktadır.

Tuz-ekmek hakkı, Halk edebiyatımızda da sıklıkla kullanılmıştır. Bu konuda en güzel deyişlerinden biri Pîr Sultan Abdal’a aittir. Pîr Sultan, “Bir kardaşa meyil verip/ Tuz ile ekmeğin yiyip/ Azıcık noksanın görüp/ Tez başına kakma gönül”[8] demek suretiyle tuz-ekmek hakkının önemini ve güzelliğini ortaya koymuştur.

Bir başka halk ozanımız Derdiçok da tuz-ekmek hakkının unutulmaması gerektiğini vurgulayarak, sevdiklerinden tuz-ekmek hakkının helâlliğini ister: “Sağına soluna al yeşil takın/ Unutmazsan yeter tuz ekmek hakkın.”[9]

Edebiyatımızda önemli eserler ortaya çıkaran Kerem ile Aslı hikâyesinde, “Tuz ekmek hakkı bilmeyenin ardına düşüp de ne yapacaksın?”[10] denilmek suretiyle “tuz-ekmek” hakkının önemi ortaya konmuştur.

Tuz-ekmek hakkı aslında bir akit, bir anttır. Safiye Erol, “Ciğerdelen” isimli romanında, “Hepsi de kılıca, Kur’ân’a, tuza, ekmeğe el vurarak ant içmişti: ‘Cümle kırılırız, Ciğerdelen’i vermeyiz!’”[11] şeklinde bir ifade ile Rumeli’de akıncıların kılıç ve Kur’ân-ı Kerim ile birlikte tuz ve ekmeğe el vurduğunu yazmıştır. Bu durumu Şükrü Elçin şu şekilde ifade etmektedir: “Birbirlerini tanımayan iki kişi, bir münasebetle birbirlerinin ekmeklerini, yemeklerini yerler. Aynı sofradan alınan nasiple ikram edilenin minneti, onlara bütün bir ömür unutulmayacak samimiyetin ve dostluğun kapılarını açar. Bu samimiyet ve dostluk onları bir kalp yapar. Artık birbirlerine kötülük edemezler. Karşılıklı itimadın ve civanmertliğin asil bir örneği olan bu ruh ve fikir birliği bir ‘yemin’ hükmünde ve değerindeki hüviyetiyle kutsallaşır.”[12]

Evliya Çelebi, tuz-ekmek hakkını korumayı (o meşhur rüyasında) okçular pîri Sa’d bin Ebû Vakkas’tan, “Tarîk-i hakkı elden koma, gıll u gışdan berî ol, nân u nemek hakkın gözle, yâr-ı sâdık ol, yaramazlarla yâr olma, iyilerden iyilik öğren”[13] şeklinde öğüt olarak aldığını yazmaktadır. Tuz ekmek hakkının dinî olarak ifade ettiği anlamı Kaygusuz Abdal şöyle dile getirir: “Tuz ekmek hakkını sakla iy Safâ/ Tâ ki hoşnut ola senden Mustafâ.” [14]

A. Atilla Şentürk, Şair Ahi’nin, “İtlerünle âsitânunda tuz ekmek kadrini/ Anıcak nân u nemek hakkına yârân ağlasun” (“Dergâhında köpeklerinle tuz ekmek hakkını anınca, tuz ekmek hakkı için dostlar ağlasınlar”) beytini açıklarken şu ifadeyi kullanır: “Tuz ve ekmek, her ikisinin de insanın muhtaç olduğu temel gıdalar olmasından kaynaklanmalı. ‘Nân u nemek’ (tuz ve ekmek) Türkler ve İranlılar arasında aziz kabul edilir, bir insanın biraz tuz ve bir parça ekmek kadar küçük bir iyilik görmüş olsa dahi o iyiliğin yüceliğini ve değerini vurgulamak için kullanılırdı. İbarede tuz ve ekmek kelimelerinin hem Türkçesi, hem de Farsçasına yer verilmiş olup ‘nân u nemek hakkına’ (tuz ve ekmek hakkı için) ifadesi, ‘Allah hakkı için’ gibi bir ant verme şekli olarak kullanılmıştır.”[15]

Tuz-ekmek hakkı ile ilgili en güzel atasözlerimizden biri, “Tuz ekmek hakkı bilmeyen kör olur” şeklindedir. Bu durumu Ferit Devellioğlu, “Gördüğü iyiliği unutan, tuz ekmek hakkını bilmeyen”[*] anlamına karşılık “nankör” kelimesiyle açıklamaktadır. Devellioğlu’na göre nankör kelimesi, “nân ve kör” kelimelerinden türemiştir ve “yediği ekmeği görmeyen” anlamına gelmektedir.[16]

Tuz-ekmek hakkı deyiminin zıddı “tuz-ekmek haini”dir. Vefasızlık olarak da ifade edilen bu deyim, “Ekmeğini yediği, iyiliğini gördüğü kişiye ihanet ve kötülük eden kimse”[17] anlamında kullanılmaktadır. Bu hususta Karacaoğlan, “Ararsan var kalbin ara/ İller sana ne der göre/ Tuz ekmek yediğin yere/ Hıyanetlik etmek olmaz” diye yazmaktadır.[18]

Bir bütün olarak ele alındığında tuz ekmek hakkını bilmek vefa, bilmemekse nankörlüktür, tuz ekmek hainliğidir, vefasızlıktır. Peki, vefa nedir?

“Vefa nedir, bilir misin?”

Bir gönlün bir gönle en asil borcudur vefa. Vefa; sadık, samimi, içten, sağlam bir kalp bağlılığıdır; sadakattir dostluğa, sevgiye, merhamete, kardeşliğe. Vefa, insana ait duyguların en güzeli, en eşsiz olanıdır. Ve belki de hüzünden sonra en çok yakışanı…

Genel olarak, “bir şeyi yerine getirmek, sözünde durmak ve bağlılık" gibi anlamları olan vefa, aynı zamanda görülen iyilikleri unutmamak, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha fazlasıyla karşılık vermek anlamını da taşımaktadır. Vefanın tasavvufta, “ezelde, bezm-i elestte, Allah’a verilen söze, mîsaka bağlı kalmak” şeklinde tanımlanması elbette sebepsiz değildir. Çünkü vefa, yapılan en küçük bir iyiliği dahi unutmamaktır. Ahiret yolculuğuna çıkarken, ardında bıraktıklarına gülümseyebilmektir vefa.

Vefa nedir, bilir misin? Vefa, arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa, dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayâllere ihanet katmamandır. Vefa, ötelerin sonsuz mükâfatı karşısında Cehennem’i hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır” diye yazar Mevlâna. 

“Vefa nedir, bilir misin?/ Bir tebessüme bin gözyaşı feda etmektir vefa./ Dostu posta değişmemek, dostun hakkına ilişmemektir vefa./ Sevgidir; şartsız, hesapsız sonu olmayan bir sevgidir vefa./ Sevdiğinin hatasına dahi sahip çıkmaktır./ Vefa nedir, bilir misin? Cefadır aslında vefa./ Hayâllerindeki zenginliğe koşmana izin vermeyen/ Ayağındaki zincirdir vefa” diye seslenir Uğur Aslan bir şiirinde.

Vefa nedir, bilir misin? Vefa derin bir haykırış, yaralı bir çığlıktır. Vefa, konuşurken dil ile susup sadece kalple, kalbin suadıyla konuşmaktır. 

Sahi, sen vefa nedir, bilir misin?

 


[1] Temren, B. (1995). Bektaşîliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

[2] Kahraman, S.A., Dağlı, Y. (2003). Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi. C. I (2. Kitap). İstanbul: YKY.

[3] Redhouse, (1969). Yeni Redhouse Lügati, (İngilizce-Türkçe), (Revised Redhouse Dictionary English-Turkish), İstanbul:

  Amerikan Bord Neşriyat Dairesi.

[4] Şemseddin Sami (1317). Kamus-ı Türkî, s. 898, İstanbul: Dersaadet Yayınları.

[5] Kırbaş, M. (1991).  Deyimler Sözlüğü, Koza Yayınları, Ankara:1991.

[6] Aksoy, A.Ö. (1983). Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1, (1. Baskı 1965), Ankara: TDK.

[7] Elçin, Ş. (1966). Tuz-Ekmek Hakkı Deyimi Üzerine, Reşit Rahmeti Arat İçin, (Seri: 1, Sayı: A 2), Ankara: TKAE Yay.

[8] Bezirci, A. (1995).  Pir Sultan Abdal Yaşamı, Etkileri ve Şiirleri, İstanbul: Evrensel Yayınları.

[9] Demir, S. (1993). Afşinli Derdiçok (Ömer Lütfi Pişkin), Ankara: Alıç Okul Yayınları.

[10] Güney, E.C. (1968). Kerem ile Aslı Hikayesi, İstanbul: Varlık Yayınevi.

[11] Erol, S. (2004). Ciğerdelen, 5. Basım, İstanbul: Kubbealtı Neşr.

[12] Elçin, Ş. (1966).Tuz-Ekmek Hakkı Deyimi Üzerine, Reşit Rahmeti Arat İçin, (Seri: 1, Sayı: A 2), Ankara: TKAE Yay.

[13] Kahraman, S.A., Dağlı, Y. (2003). Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi. C. I (2. Kitap). İstanbul: YKY.

[14] Güzel, A. (1989). Tekke Şiiri, Türk Dili (Halk Şiiri Özel Sayısı ),  57, Ocak.

[15] Şentürk, A. A: (1999). Osmanlı Şiiri Antolojisi, İstanbul: Yapı Kredi Yay.

[16] Devellioğlu, F. (1999). Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi.

[17] Kırbaş, M. (1991).  Deyimler Sözlüğü, Koza Yayınları, Ankara:1991.

[18] Cumbur, M. (1973). Karacaoğlan (Haz. Müjgân Cunbur) Birinci Baskı, Ankara: MEB.