Tutunduklarımız

Öyle ya da böyle, elbet seçiyoruz. Sonra yaşayıp tutunuyoruz hükmüne seçimlerimizin. Velhasıl, sınanıyoruz. Gittiklerimiz ya da kaldıklarımızla...

YOLU bir şekilde dünyaya düşmüş her insan, yaşamı boyunca birçok kez seçime hasım olmuş, onlara tutunmuştur. Birinin diğerinden daha iyi olup olmadığının tam anlamıyla kestirilemediği zamanlarda bu çatışma, bir hayli filizlenip şiddetlenir. Günlük tercihlerden en hayatî mevzulara kadar geniş bir yelpaze içinde insan sıkışır ve kendini imhaya meyleder. Bazen öyle sislidir ki yollarımız, kendi adımlarımızla kapanır güneşe açılan kapılarımız.

“Hayat” dediğimiz, yarınının bilinmezliğiyle kaimdir. Beyhûde bir garanti çabasıdır bazen adına “çıkmaz” dediğimiz. Koca bir muammanın sigortalanma çabası niyedir? Neden bir bilinmezliğe bağlanmak ister insan? Gittiğimizde göreceklerimizden korkup kaldığımızda başımıza geleceklerle hayata tutunmak arasında en güvenlisi olduğunu umduğumuz tarafın seçiminin bir gerekçesi var mıdır?

Eylemsizliğin damarları bir jilet edâsıyla kestiği zamanları doğurur bazen hayat. Kalmak intiharsa, gitmenin adı, “yaşamak” olur. Seçenek barındırır, umut yaşatır içinde. Ki “umut, ekmeğidir fakirin”. Gücün ispatını gerektirir hareket çoğu kez. Eylem varsa itiraz vardır. Öyle ki, bazen taşlanmak için yalnızca yürümek yeterlidir.

Heyben kolundaysa azığındır, sırtındaysa yükün. Arpalar dizildikçe ardın sıra geçtiğin yol üstüne, çiy damlası nezâketiyle akıtır zehrini acıların. Yolun biriktikçe azalır yükün, dikleşir boynun. Adının değdiği her şehirde yabancılığınla bir aklanır alnın. Artık suç da yoktur, suçlu da. Günahın bir tek adı vardır.

Gitmek birçok şeyi mümkün kılar. Artık inanılır buna; evet, başka bir dünya var! Hayâl kurmanın ekmek kadar mübarek, su kadar aziz olduğu bir dünya… İmkânın insanla kavileştiği, devânın gökle kavuştuğu bir dünya…

Artık kalmanın yalnız adı kalır. Bir intihar mektubunu ıslatır imzası. Seçeneğin olmadığı, imkânın yandığı, umudun kabul görmediği sefil odada alelade bir zarfın içinde bırakılmış infial mektubunu…

Tüketebileceği hiçbir şey bırakmadığında hayat, kemireceği tek şey rûhu olur insanın. Kendi canıdır artık acıtabildiği yegâne can. Seçenekleri yitmiş, kendini yitirmiş insan tutunacak bir dal bulamayınca hayata, yaşadığının adı yalnız “keder”dir.

Her şeye rağmen, insan inanç üzere yaratılmıştır. Vazgeçmek yoktur fıtratta. Öyle ki, onu unutmayan Âdem’e sırtını dönmeyen Cennet, bir gün yine açacaktır kapısını ondan vazgeçmeyen oğluna da. Onun göçüp geldiği dünyada bir çift mahzun göz konar pencerenin kenarına. Sardunyaların yanına öyle kusursuz ilişir ki adı, “vefâ” olur. Günle beraber başlar yollar gözlenmeye. Her şeye rağmen, vazgeçmeyi bir seçenek olarak görmeyip kalmanın asâletine sığınanın adı, serçelerin yanına yakışmaya yazgılıdır. Sokağın başını dönecek bir gölge bekler çiçekler, kuşlar ve kalanlar güneş de vazgeçene dek günden. Aydınlık gittiğinde, camiler yavaş yavaş boşaldığında, kediler yavrularıyla sarıldığında, köpekler kapı önlerine çekilip sokaklar devraldığında sessizlik nöbetini, o bir çift göz yine oradadır. Kalmaya olduğu gibi, sardunyaya, serçeye ve pencereye de sâdıktır. Sadâkat, yaşamın kendisidir onda; Âdem gibi, İbrâhim gibi, İsmâil gibi…

Öyle ya da böyle, elbet seçiyoruz. Sonra yaşayıp tutunuyoruz hükmüne seçimlerimizin. Velhasıl, sınanıyoruz. Gittiklerimiz ya da kaldıklarımızla...