SON çeyrek yüzyılda her şeyin ama her şeyin arttığı bir dönem yaşıyoruz. Artan şeylere göz gezdirdiğimizde, başta savaşlar olmak üzere küresel saldırılar ve salgınlar ile enflasyon ve ahlâksızlığı görüyoruz. Tüm bunlara bağlı olarak barışa, sıhhate ve normalleşmeye dair umutlarımız ise olabildiğince azalmakta.
Çoğunluğu yakın coğrafyamızda vuku bulan savaşlardan en çok etkilenen ülkelerin başında hâliyle ülkemiz ve Müslümanlar gelmektedir. Üstelik bu durum yeni de değil.
“Devletsiz ve bayraksız” çözümlerin önümüze serildiği Bermuda üçgeninde Kuzey Kıbrıs, Kırım, Bosna-Hersek, Karabağ, Doğu Türkistan, Myanmar, Telafer, Kerkük ve Filistin topraklarında kan, gözyaşı ve dram hiç eksilmiyor.
Saldırmak, savaşmak, bölmek, parçalamak ve idare edip sömürmek üzerine kurgulanan küresel plânlar, bugünlerde soykırım ve yok etmek şeklinde güncellenmiş durumda.
Temmuz ayının sonlarında, adını barıştan alan ve 1960 Garanti Anlaşması’ndan kaynaklanan hak ve yükümlülükleri temelinde icra edilen Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50’inci Yılı kutlandı. Zaferin üzerinden yarım asır geçmesine rağmen, adada kalıcı barış ve çözüm noktasında uluslararası arenada çözüm adına netlik ne yazık ki yok. Benzer durum, saydığımız lokasyonların tamamında var ve Gazze’de 50 bine yaklaşan şehit sayısına rağmen ne savaş sonlandırılıyor, ne de soykırım. Katiller ile sponsorlar el ele vererek birbirlerini alkış tufanına tutuyorlar.
Tam da böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e ikaz mahiyetindeki açıklamaları yeni bir gündemi doğurdu. Hemen akabinde, İsrail’in Beyrut’a saldırması ile “Ortadoğu cehennem topuna mı dönüyor?” endişeleri dillendirilmeye başlandı.
Haftalık yazımı kaleme aldığım sırada, haber ajansları Hamas Siyâsî Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin, yeni İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için gittiği Tahran’da kaldığı konuta İsrail ordusu tarafından düzenlenen hava saldırısında hayatını kaybettiğini anons ettiler. Heniyye’nin adı, Mahmud Abbas’ın TBMM’deki konuşmaya sıcak bakmaması sonrasında gündeme gelmişti.
Başımızdaki çorapların kim ya da kimler tarafından örüldüğünü bilmekle beraber, toplum olarak ana düşmanımızın kim olduğu noktasında gür bir sese sahip olamasak da bizi diri tutan bir inancımız var. O da aramızda iman, gönül ve dâvâ beraberliği bulunan Türk ve Müslüman kardeşlerimiz arasındaki sarsılmaz birlik ve dayanışmamızın tüm dünyada yankı bulduğu bugünlerde, çözümsüzlük ile kaosa sürüklenmekle adı geçen kardeş ülkelerin sonsuza dek kendi göğünde dalgalanan bayraklarının gölgesi altında, tam ve bağımsız birer devlet olarak barış, huzur ve güvenle yaşamaya devam etmeleri adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin koşulsuz desteğinin kesintisiz bir biçimde devam edeceğine olan inanç.