Türklerde “ay” niye çok?

Anne, baba, kardeşler tarlada, bahçede çalışmaya gideceğinde hem kendine ve etrafa zarar vermesin hem de ortalığı batırmasın diye engelli bir tanecik yavrularını ahıra bağlıyorlardı. Bu konuda Devlet hiçbir sorumluluğu üstüne almıyordu. Eğitim imkânları o kadar sınırlıydı ki bir engelliyi okula göndermek istediğinizde yıllarca sıra beklerdiniz. Birçok okula engellinin gitmesi yasaktı.

YUKARIDAKİ soruyu bir sohbet ortamında bir arkadaşımız sordu ve orada bulunan arkadaşlarımızın da dikkatlerini fazlaca celbetti. “Sahi ya, niye bu kadar ‘ay’ ismi almış STK var? Kızılay, Yeşilay, Beyazay, Maviay ve diğerleri…” Beyazay’ın kuruluşunun her aşamasında bulunmuş birisi olarak tecrübelerimden ve bildiklerimden yola çıkarak açıklamaya çalıştım. Bizim mensubu olduğumuz medeniyetin derinlerindeki bu nezaket, hassasiyet ve doğruculuğunu her birimizin bilmesi ve duruşunu ona göre belirlemesini teklif ediyorum.

Bu kuruluşların varlık sebepleri ve gayeleri itibarıyla anlam ilişkisi olan “ay”ın Türkçede hâlen yoğun olarak kullanılan iki anlamı var. Biri takvimdeki seneyi meydana getiren 12 adet, uzunluğu 28-31 gün arası değişen zaman dilimi; diğeri de dünyanın uydusu olan ay. Buradaki kullanışı gök cismi ve dünyanın uydusu olan ay. Çünkü, sembol olarak ay’ın belli zamanlarda dünyadan görünen belli bir şekli, yani “hilâl” görüntüsü alınıyor. Bu yönden bakınca aslında zaman dilimi olan “ay” da kastedilmiş oluyor. 

Peki, bir soru: Ay ne zaman ortaya çıkar ve bu kuruluşlar hangi şartlarda ve hangi şartları değiştirmek üzere kurulmuştur? 

Ay elbette geceleyin doğar ve karanlıkları aydınlatır. Güneş kadar olmasa da insanların zifirî karanlıkta kalmadan işlerini görmesine vesile olur. Bu “ay” kuruluşlar da hep öyle olmuştur. Kızılay afetlerde, savaşlarda ortaya çıkmıştır ve çıkmaya devam eder. Yeşilay’ın şu anki misyonuna “Gereksiz, bunun için de çalışmaya değer mi?” diyecek bir Allah’ın kulu var mıdır? Bence yoktur. Olursa da derim ki, “Bu uyuşturucu ile sigara ve alkol bağımlılığıyla kim uğraşacak peki? Bu insanlarımızı kendi kaderlerine mi terk edeceğiz? İnsanlık bu olmasa gerek”. 33 sene önce Mart ayının 7’sinde kurulan Beyazay’ın kuruluş ve misyon hikâyesine geçmeden önce şu düşüncemi de arz etmek isterim:

Bizim medeniyetimize göre yapılan bir iyiliği, güzelliği veya başarıyı kendinden bilmek iyi değildir, esasen gerçekçi de değildir. Ayların durumu da öyle. Tamam zifirî karanlıkları ay aydınlatır lakin ay kendisi aydınlık, ışık üretmez, sadece güneşten aldığını yansıtır. Kızılay, Yeşilay, Beyazay da öyle. İnsanların verdiği parayı, eşyayı, gıdayı, ve maddî manevî her türlü değeri, çalıştığı alanda ihtiyacı olan kişilere ve kuruluşlara aktarır. Bir başka ifadeyle tıpkı ayın güneşten ışığı alıp dünyaya aktarması gibi senden, benden, ondan aldığını hedef kitlesine aktarır.

Gelelim Beyazay’a… Beyazay’ın doğduğu yıllarda insanlar, ister doğuştan olsun isterse sonradan olsun bedensel farklılıkları olan insanları dışlıyor, çoğu yerde onlara karşı ayrımcılık yapıyorlardı. Bırakın eğitim görmeyi, işe girmeyi, yuva kurmayı, toplumsal hayata katılmayı, yaşamayı bile zaman zaman çok gördükleri oluyordu. Bir siyasetçi, oğlunun sebep olduğu kazada ölen engelli için “O zaten engelliymiş” diyebiliyordu. STK’lar bir çıkmaz içindeydiler. Sorunlar hep aynı olsa da her ne hikmetse hiçbiri çözülmüyordu. Bırakın çözülmeyi, çözüm için bir ümit ışığı bile görünmüyordu. Anne, baba, kardeşler tarlada, bahçede çalışmaya gideceğinde hem kendine ve etrafa zarar vermesin hem de ortalığı batırmasın diye engelli bir tanecik yavrularını ahıra bağlıyorlardı. Bu konuda Devlet hiçbir sorumluluğu üstüne almıyordu. Eğitim imkânları o kadar sınırlıydı ki bir engelliyi okula göndermek istediğinizde yıllarca sıra beklerdiniz. Birçok okula engellinin gitmesi yasaktı. Hatta bu okullar arasında Âşık Veysel, Kani Karaca gibi şahsiyetlerin yetişmiş olmasına, Stevie Wonder, Ray Charles, Rodrigo, Beethoven’ların olmasına rağmen konservatuvarlar, Abese suresine rağmen İmam Hatip okulları vardı. Peki, bu şartlar karanlık değildir de nedir? 

O yıllar öyle bir karanlık ki insanlık hakikatinden uzak bir cehalet, insan davranışlarından oluşan sıkıntılar, insanın farklılığını dikkate almadan kurulmuş fiziksel ve sosyal sistemler ve bunların sonucu kendi gözünde bile iyice büzülmüş, âcizleşmiş, değersizleşmiş engelliler, farklılığı olan insanlar. İşte bu zifirî karanlıkta bir yol bulmak isteyen, hilâle ihtiyaç duyan bir grup engelli genç. İşte tam da bu hâlde “Cehaletin sıkıntılarından meydana gelen karanlıklara doğan bir hilâl” oldu Beyazay. Hem de sadece engelliler değil, onların aileleri, bu alanda çalışanlar, akademisyenler için de bir ışık veren oldu. Artık bütün gezegene bu ışıklarını gösterme vaktidir. Gelin hep beraber Beyazay’ın güneşi olalım, katkı yapalım, Beyazay da bizden aldığını bütün dünyaya yansıtsın...