Türkiye’siz bir Akdeniz

Fransız ve Yunan kışkırtmaları ile her ne kadar AB, ülkemiz aleyhine bazı açıklamalar yapsa da Birliğin âkil kanadı, Türkiye olmadan ne AB’nin enerji güvenliğinin olabileceğini, ne de Orta Doğu’daki kaosun yıkıcı etkisinin Türkiye olmadan kendilerinden uzak tutulabileceğini biliyor. Bu nedenle aleyhte açıklamalar yapsalar da bir orta yol arayışlarını sürdürüyorlar.

AKDENİZ’DE gerilim giderek artıyor. İlk başta bu gerilim, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı nedeniyle çıkmış gibi görünse de aslında mesele daha da derin! Çünkü Doğu Akdeniz ile doğrudan ilgisi olmayan Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler bile meseleye müdâhil olma ihtiyacı hissediyor.

Ülkemiz ile Yunanistan arasındaki dondurulmuş sorunlar, Doğu Akdeniz yüzünden yeniden gün yüzüne çıkarken, Yunanlar tek başlarına tezlerini hayata geçiremeyeceklerini bildikleri için AB’yi arkalarına almaya çalışıyorlar. Bunu kısmen de başarmış görünüyorlar. ABD’nin kısmen sessiz kalması AB’yi cesaretlendirirken, AB desteğini kısmen yanına alan Yunanlılar daha da şımarmış görünüyorlar.

İlk bakışta Yunanlar AB, Mısır ve BAE gibi geniş bir ittifakı kendi tezleri etrafında birleştirmiş gibi görünse de bu ittifak içerisinde yer alan her ülkenin Akdeniz’deki hesabı birbirinden çok farklı. BAE ve Mısır, Libya’daki hesaplarını daha da kolaylaştıracağını düşündüğü için bu ittifakın içerisinde yer alıyor. Fransa, Akdeniz’deki etki alanını genişletmek ve Libya’da istediği siyâs3i yapıyı oluşturmak için ittifak içerisinde bulunuyor. AB ise bir zorunluluk olarak Yunanların yanında duruyor.

Ama AB içerisindeki rekabet, AB’nin yekvücût olmasının önünde bir engel olarak varlığını koruyor. Yunanlar tüm bu hesaplar içerisinde kendi tezlerini hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Akdeniz’deki gerilimin arkasında trilyonlarca metreküp doğalgazın paylaşımında ülkemizin dışlanması yatıyor. AB, Akdeniz’deki gazın Rusya’ya olan bağımlılığı azaltacağını düşündüğü Akdeniz’deki gaz yataklarını fazlasıyla önemsiyor. Yani AB için Akdeniz demek, Rusya’ya olan bağımlılığın ortadan kalkması demek.

Bu kadar çok hesabın yer aldığı Akdeniz’de gazın nasıl değerlendirileceği hususunda 2019’un hemen başında bir forum kuruldu. İsrail, Mısır, Yunanistan, Ürdün ve İtalya bir araya gelerek Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurdular. Yanlarına Rumları almayı da ihmâl etmediler. İşin içerisine Rumlar girince Kıbrıs açıklarındaki gaz yatakları da meseleye dâhil olmuş oldu. Bu noktada ülkemiz vakit kaybetmeden devreye girerek Akdeniz’de bir oldubittiye izin vermeyeceğini açıkladı.

O zamandan bu yana Türkiye, Akdeniz’de aktif bir rol üstlendi. Türkiye’nin üstlendiği bu aktif rol nedeniyle çıkarlarının zedeleneceğini düşünen Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İsrail, AB’yi yanlarına çekebilmek için Akdeniz’deki gazı Yunanistan ve İtalya üzerinden Avrupa’ya bağlamayı hedefleyen ve “Eastmed” adı verilen yaklaşık 2 bin kilometrelik bir denizaltı boru hattının inşâsı için bir anlaşma imzaladı. Fakat bu anlaşma hiç de iyi bir anlaşma değildi. Çünkü Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınması için en uygun ve en güvenilir yol, Kuzey Kıbrıs ve ülkemiz üzerinden Avrupa’ya uzanan yoldu. Bu nedenle anlaşmanın asıl amacının Akdeniz gazını Avrupa’ya taşımak değil, Yunanlar ve Rumların ülkemizi saf dışı bırakma isteği olduğu aşikârdı.

Ülkemizi saf dışı bırakmak için yapılan bu alelacele anlaşmaya ülkemiz “Mavi Vatan” doktrini ile karşılık vererek Libya ile deniz anlaşması yaptı. Bu anlaşma, Türkiye’siz Akdeniz’de hiçbir projenin hayata geçme şansının olmadığının bir ilânıydı.

Mavi Vatan doktrini çerçevesine Libya ile varılan anlaşma sonrası Akdeniz’de üstelendiğimiz rol daha da derinleşerek enerji havzalarındaki sondaj çalışmalarımız sıklaştı. Öncelikle Kuzey Kıbrıs’ın egemenlik alanlarında olası enerji yatakları güvence altına alınarak buralara ülkemiz dışında başkalarının arama faaliyetleri yürütmesi engellendi.

Daha sonra buralarda ve Libya ile yapılan anlaşmanın kapsadığı alanlarda arama çalışmalarına başlandı. Ayrıca Libya ile varılan anlaşma çerçevesinde Libya’da daha aktif rol üstlenen ülkemiz, burada durumu tersine çevirdi.

Ülkemizin bu hamlesi, âdeta arı kovanına çomak sokmak gibiydi. Çünkü Libya’yı Afrika’ya açılan bir koridor gibi gören Fransa’yı fazlasıyla rahatsız etti. Ülkemizin varlığı nedeniyle çıkarlarının fazlasıyla zedelendiğini gören Fransa, Doğu Akdeniz’de Yunan tezlerine destek çıkmaya başladı. Ayrıca Libya konusunda ülkemizin etkisini kırmak için defalarca NATO’yu harekete geçirmeye çalıştılar. Ama bunda muvaffak olamadılar.

Fransızlar NATO kanadıyla ülkemizin etkisini kırmaya çalışırken, Yunanlar da AB’yi ülkemiz aleyhinde yaptırımlar konusunda zorlamaya başladılar.

Fransız ve Yunan kışkırtmaları ile her ne kadar AB, ülkemiz aleyhine bazı açıklamalar yapsa da Birliğin âkil kanadı, Türkiye olmadan ne AB’nin enerji güvenliğinin olabileceğini, ne de Orta Doğu’daki kaosun yıkıcı etkisinin Türkiye olmadan kendilerinden uzak tutulabileceğini biliyor. Bu nedenle aleyhte açıklamalar yapsalar da bir orta yol arayışlarını sürdürüyorlar.

Ülkemiz ise baştan beri diyaloğa ve diplomasiye açık olduğunu ve ülkemiz olmadan bu coğrafyada herhangi bir projenin hayata geçirilemeyeceği tezini ısrarla savunuyor ki bunu sonuna kadar sürdürecektir.