Türkiye’nin şansı, 28 Şubat

Bugün, “Bundan sonra Türkiye’de darbe yapılamaz!” algısı oluştuysa, bunun sebebi 28 Şubat’ta zulmedilen kesimin, 27 Nisan’dan başlayıp 15 Temmuz’da biten süreçte kazandığı tecrübedir. Bize bu güveni veren, darbenin gerçek mağdurlarından Erdoğan’dır. İşte bu yüzden diyorum ki, yıllardır isyan ettiğimiz 28 Şubat, gerek gerçek Kemalizm’le yüzleşmemizi sağlaması, gerekse Türk demokrasi kültürüne yaptığı katkı bakımından büyük bir şans olmuştur.

28 Şubat MGK kararları ve sonrasında yaşananlar, Türkiye ve Türk siyaseti adına çok büyük bir şanstır.

Artık gelenek hâlini alan ve her 10 yılda bir beklenen gelmiş, Türkiye bir kez daha darbeyle yakılmıştı. Yıllarca isyan ettik bu kansız darbeye. Mütedeyyin insanların çektiği zulümleri görüp hayıflandık, ilk defa çoğunluk olan muhafazakâr bir partinin yok edilişine üzüldük. O günlerde inançlı insanların her birini bir telâş sarmış, 1950 öncesi günlere dönme korkusu hâkim olmuştu.

Ne yaparsak yapalım, demokrasi bizim için ders kitaplarında anlatılan, anayasaya yazılan bir tariften öteye gidemiyordu. Yaşamak nasip olmuyordu bir türlü. Yapılan tüm darbelerde darbecinin en büyük sığınağı Atatürk oluyordu. Zira söz konusu Atatürk ve ilkeleri olunca, taraftar bulmanın kolay olduğu bir toplumda yaşıyoruz.

28 Şubat’a kadar, tüm darbeler “ortanın sağı” iktidardayken yapılmıştı. Yıllar geçtikten sonra isyan edilse de Kemalizm’in tedrisatından geçmiş olan toplumsal hâfıza, zamanında tepki verme hakkı görmüyordu kendinde.

1997’de ise tek başına olmasa bile Erbakan’ın Refah Partisi iktidardaydı. 28 Şubat’taki uyarılar da bizâtihi Erbakan ve Refah Partisi’ne yapılıyor, ülke irticaya sürüklenmekle suçlanıyor ve daha büyük bir kaosa sebebiyet vermemesi için Erbakan istifaya zorlanıyordu.

Daha önce bir muhafazakâr parti iktidarı yaşamamış olan Türkiye’de, darbeciler için de böyle bir partiye darbe yapma tecrübesi bir ilkti. Ve bu tecrübe, darbeci tayfasına pahalıya mâl olacaktı.

“Lâiklik” kavramını dinsizlik olarak algılayan ve toplumun her kesiminden, hayatın her alanından dini çıkarma gayreti gösteren bu sürecin, yok edilmek istenen dinine bağlı topluluğun saflarını sıklaştıracağı öngörülememişti.

Özellikle muhafazakâr seçmenin, Kemalizm’in gerçek yüzüyle bir kez daha ve bir daha unutmamak üzere yüzleşmesini sağlamıştı 28 Şubat.

Doç. Dr. Ahmet Yıldız’ın, “Kemalist medeniyetçilik, geçmişi ve onun din üzerinden kurumsallaşan her türlü anlayış ve yaklaşımını kendi ‘ötekisi’ olarak tanımlamış, toplumu da bu anlayışın bakiyesi olarak gördüğü için, kendi ‘ulusal insanını’ oluşturmak maksadıyla olabilecek en radikal reform stratejisini belirlemiştir” şeklindeki tespiti MGK kararlarında tam anlamıyla zuhur etmiş ve Millî Görüş tabanını ötekileştirmişti.

1997 Şubat’ından sonra taşlar yerinden oynadı. Refah Partisi’nin kapatılıp Erbakan’ın siyâsî yasaklı olması, “Millî Görüş” siyasetinin yeni bir lider kazanmasına vesîle oldu. 2001’in 14 Ağustos’unda kurulan AK Parti ve lideri Recep Tayyip Erdoğan, gerek Erbakan tabanının, gerekse de ortanın sağındaki tüm seçmenlerin umudu oldu.

TSK sayesinde sürekli demokrasinin önünü tıkayan Kemalizm, siyaset sahnesindeki en büyük yenilgilerinden birini 2002 seçimlerinde aldı. Erdoğan’ın AB kaynaklı reformları da FETÖ’nün sulandırdığı ve içinde birçok kumpas barındıran dâvâlar da TSK’yı kendi gerçek sınırları içinde tutma gayretlerine yön verdi.

Toplumun bir kesimi Erdoğan önderliğinde siyâsî, toplumsal, ekonomik ve demokratik bir devrimi içselleştirirken, Kemalist statükocular bu devrimi de irtica ekseninde değerlendiriyor ve her sıkıştıklarında orduyu göreve çağırmaktan geri durmuyorlardı.

Ancak dedik ya, devran dönmüş, darbeciler “irticacı” diye fişledikleri kesimin saflarını sıklaştırmış, surlarını kuvvetlendirmişlerdi.

27 Nisan E-Muhtırası, her iki tarafı da test etmek için iyi bir fırsattı. Gene lâiklik bahanesiyle TSK sitesinden Hükûmet’e verilmek istenen ayar, Erdoğan’ın beklenmeyen sert tepkisiyle karşılaşıyordu. Toplumun her kesiminden büyük destek bulan bu dik duruş, muhalefetin bile orduya “Otur oturduğun yerde!” demesine sebep olmuştu.

Bu ilk darbe provasını başarıyla geçen AK Parti, 17-25 Aralık yargı ve 7 Şubat Hakan Fidan kumpaslarını da dimdik atlattı. İktidar, yapılan Anayasa’da değişiklik ve kanun güncellemeleri ile askeri kışlada kalmaya ve siyasete alet olmamaya mahkûm etti.

Aslında tamamen demokratik olan bu reformlar yapılırken Hükûmet’in yanında olan FETÖ de zamanında TSK’yı etkisizleştirmek için verdiği desteğin cezasını 15 Temmuz’da gördü. Erdoğan’ın AK Parti’si, muhtıralara bile karşı koyamayan Türk siyâsî kültürünü, sadece 14 senede tankların önüne yatan bir demokrasi aşkına döndürdü.

Bugün, “Bundan sonra Türkiye’de darbe yapılamaz!” algısı oluştuysa, bunun sebebi 28 Şubat’ta zulmedilen kesimin, 27 Nisan’dan başlayıp 15 Temmuz’da biten süreçte kazandığı tecrübedir. Bize bu güveni veren, darbenin gerçek mağdurlarından Erdoğan’dır.

İşte bu yüzden diyorum ki, yıllardır isyan ettiğimiz 28 Şubat, gerek gerçek Kemalizm’le yüzleşmemizi sağlaması, gerekse Türk demokrasi kültürüne yaptığı katkı bakımından büyük bir şans olmuştur.