Anayasa Mahkemesi
Başkanı olarak Sezer
7 Ocak
1998 günü Anayasa Mahkemesi’nde Yekta Güngör Özden’den boşalan başkanlık mâkâmına
Necdet Sezer seçilmiş, böylece bu şahsın ismi ilk defa Türkiye’nin gündeminde
yer almaya başlamıştı.
17 Ocak 1998 günü Refah-Yol’u deviren odaklar bir darbe daha vurarak
topyekûn yok etme amacıyla Refah Partisi’nin kapatılmasına, yöneticilerine 5
yıl siyaset yasağı getirilmesine karar vermişlerdi. 6 buçuk milyon seçmenin
partisi kapatılmış, millî irade yok edilmişti. Kapatma dâvâsı sırasında Anayasa
Mahkemesi Başkanı olan Necdet Sezer, dâvâ öncesi yaptıkları ön incelemede, “kapatma
dâvâsıyla suçlanan siyasilere verilecek cezanın, dâvâdan sonra verilmesine
karşı oy yazısı yazmış, siyasilere cezanın hemen verilmesi gerektiğini
savunmuştu” (Heyet, 1998:16).
Cumhurbaşkanı arayışları ve
adaylar
Bülent Ecevit, 1999 Seçimleri’nin ardından Başbakan
olarak 11 Ocak 1999 ile 18 Kasım 2002 tarihleri arasında görevde bulunacak
kabînesini kurmuştu. İşte o günlerde, 28 Şubat Darbesi’nin Türk siyâsî hayatında bıraktığı en
kalıcı izlerden biri olarak Anayasa Mahkemesi Başkanı Necdet Sezer,
Cumhurbaşkanlığına getirilmişti.
Türkiye, 1999 yılının Nisan ayından itibaren Cumhurbaşkanlığı ile ilgili
yeni sürece adım atmıştı. Her dönemde olduğu gibi bu kez de çok sayıda kişinin
adı Cumhurbaşkanlığı için geçiyordu. Bunlardan adaylığını ilk açıklayan, 28
Şubat darbecisi Genelkurmay eski İkinci Başkanı Çevik Bir olmuştu. Daha sonra
bir başka general olan Necip Torumtay’ın ismi de devreye girdi.
Adaylardan biri de
Genelkurmay Eski Başkanı Doğan Güreş’ti. Güreş, son olarak kendisine
Cımhurbaşkanlığı hedefini koymuştu. Ancak siyaseten bir şey elde etmek zordu. Yapılan
seçim sonrası Doğan Güreş’in bütün siyâsî ağırlığının 22 oydan ibaret olduğu
ortaya çıktı.
Mangırcı’ya
göre, “ANAP lideri Mesut Yılmaz da Cumhurbaşkanlığı
için fırsat kolluyordu” (Mangırcı, 1999:266).
MHP Milletvekili Sadi Somuncuoğlu ise, partiye rağmen aday olduğu
gerekçesiyle partili milletvekili arkadaşları tarafından tartaklanmıştı. Bilâhare
eski Başbakanlardan Yıldırım Akbulut da sahne alarak cumhurbaşkanlığı
adaylığını açıklamıştı.
Ardından mevcût Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in tekrar Cumhurbaşkanı
yapılması gündeme geldi. Demirel, 5+5 formülüyle yeniden Köşk’e çıkmak istiyor,
en büyük desteği de Fazilet Partisi’nden almış görünüyordu.
En son olarak sahneye, bir önceki yıl by-pass ameliyatı geçirmiş Anayasa
Mahkemesi Başkanı Necdet Sezer çıktı. Sezer’i görünüşte DSP Afyon Milletvekili
Gaffar Yakın öne sürmüştü.
Garip bir şekilde bir anda Fazilet Partisi de dâhil olmak bütün partiler
bu isim üzerinde ittifak etmişlerdi. Hâlbuki Fazilet Partisi Milletvekili
Nevzat Yalçıntaş, resmen adaylığını açıklamıştı. Dahası Sezer, Refah Partisi’ni
kapatan Anayasa Mahkemesi Başkanı idi. Demokratik sicili pek sevimli görünmüyordu.
Dönemin FP Milletvekili Şeref Malkoç, o günleri şöyle
anlatmaktadır: “Demirel, Cumhurbaşkanlığını
bir süre daha uzatmak için Erbakan’la bir anlaşma yapmış. Fazilet Partisi’nin kapatılmasını
engellemek için bir kanun maddesini parlamentoya kabul ettireceğini vaat etmiş,
‘Siz de benim Cumhurbaşkanlığı süremi uzatın’ demişti.
Bu fikir Erbakan’ın hoşuna gitmiş, bunun üzerine partisinin genel kuruluna
bunu kabul ettirmeye çalışmıştı. Milletvekillerinin yarısı bu teklifi kabul
etmek istememişler ve yapılan oylamada Demirel’in Cumhurbaşkanlığı süresinin
uzatılması uygun görülmemişti.
Bunun üzerine dönemin Başbakanı Ecevit, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet
Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı adaylığını Hüsamettin Özkan aracılığıyla
Fazilet Partisi’ne önermişti.” (Malkoç, 2019)
Bu gelişme üzerine Fazilet Partisi, kendi adayı Nevzat
Yalçıntaş’ı bırakıp, kendi partisini kapatan Necdet Sezer’e destek vererek Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamıştı.
Bu tarihten kısa bir süre önce Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu,
ordunun istediği tip cumhurbaşkanının tarifini yaparak siyaset kurumuna mesaj
vermişti. Bu mesajı fırsat bilen apoletli medya, “Ordu yakın takipte”, “Asker
devrede” gibi manşetler atmıştı.
Sonraki yıllarda Necdet Sezer’in etrafında bunca milletvekili ve
partinin nasıl kolayca buluştuğuna dair şifreler ortaya çıkmaya başlamıştı. Dönemin
önemli simalarından İçişleri eski Bakanı Meral Akşener, “Oylarını Sezer’e
vermek için ikna odalarına alındıklarını, hattâ bununla da yetinilmeyip eşi ve
ağabeyi ile de görüşüldüğünü açıklamıştı” (Akşener, 2009).
Bu ikna çabaları sonucunu verdi. O sırada iktidarda bulunan Anasol-D iktidarının ortaklarının 8 buçuk saat süren bir toplantısının ardından Sezer, partilerin ortak adayı olarak açıklandı.
Sezer’li kayıp yıllar
Kâmran İnan, o günlerden şöyle bahsediyor: “Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday furyasının baş göstermesi karşısında ve
özellikle Yılmaz’ın yolunu kesmek düşüncesiyle Ecevit, Anayasa Mahkemesi
Başkanı Sezer’i öne çıkardı. Bir araya gelen 5 parti lideri, antidemokratik bir
kararla Sezer’i aday ilân etti. Sonunda üçüncü turda Sezer 330, Yalçıntaş 113,
Somuncuoğlu 43 oy aldı.” (İnan, 2003:272-273)
5 Mayıs 2000 tarihinde gerçekleşen son oylamada 330 oy alan Sezer,
Türkiye’nin 10’uncu Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkmıştı. Böylece 28 Şubat
Darbesi, siyasete yapılmış bu zirve müdahaleyle taçlanmış oldu.
Bir ara dönemde gizli bir elin
devreye girmesiyle altın tepsi içinde devletin zirvesine oturan Sezer, bütün
ülkeyi “kamusal alan” adı altında açık cezaevine çevirme niyetindeydi.
Dönemin Diyanet İşleri
Başkanı Tayyar Altıkulaç, bu anlamda bir hatırasını şöyle nakleder: Altıkulaç; kendisinin
Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ayrıldığı dönemde, bir ara Cumhurbaşkanı Kenan
Evren’in, konuşmalarından birinde başörtüsüyle ilgili sözleri halkta tepki
toplayınca, MGK üyesi Sedat Celasun ile görüşür ve konuyu Cumhurbaşkanı’na
iletmesini rica eder. Kısa süre sonra Köşk’ten çağrılır. Altıkulaç’ı dinleyen
Evren ikna olur ve üniversitelerdeki başörtüsü yasakları yumuşar. Cezalar
silinir. Yıllar sonra aynı sıkıntılar tekrar edince yine Köşk’e çıkar
Altıkulaç. Bu sefer muhatabı Necdet Sezer’dir. Ancak 10’uncu Cumhurbaşkanı,
meseleye Evren gibi yaklaşmaz ve yasakçı tutumundan geri adım atmaz (Altıkulaç,
2011).
Sezer, iş adamı İshak
Alaton’un gözünde de sorunlu bir kişilik olarak dikkat çeker: “Hiçbir zaman ne tanışıklığımız oldu, ne bir
araya geldik. Zaten yedi yıl boyunca hep fildişi bir kulede yaşadı. Arada bir
dışarıya çıktı. Sezer deyince aklıma başka bir şey gelmiyor. Türkiye’nin kayıp
yıllarıdır o yıllar.” (Alaton, 2012:180)
Sezer-Ecevit Krizi
Sezer, kendisine altın tepsi içinde iktidarın
sunulmasından sadece 9 ay sonra, ülke tarihine geçecek bir kaosa imza attı. 19
Şubat 2001 tarihli MGK toplantısında Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer, bürokratların
önünde hükûmeti, yolsuzluklarla mücadeleyi engellemekle itham etmiştir.
Devreye giren Hüsamettin Özkan, Sezer’e, “Seni halk
seçmedi, koalisyon ortakları buraya getirdi. Başbakan’la bu üslûpla
konuşamazsın, nankör!” deyip Anayasa kitapçığını Cumhurbaşkanı Sezer’e doğru
atmıştı.
Ecevit,
10 dakika süren MGK toplantısından sonra kameraların karşısına geçip öfkeden
titreyerek, “Bugün son derece üzücü bir
olay oldu. MGK toplantısının açılışında gündeme geçilmeden önce kamu
görevlilerinin önünde Cumhurbaşkanı söz alarak, son derece terbiye dışı şekilde
ağır ithamlarda bulundu”demişti. Başbakan Ecevit, müteakiben
bir açıklama yaparak, “Cumhurbaşkanı’nın
MGK’yı bir arenaya çevirdiğini” açıklamıştı (belgenet.com).
19 Şubat 2001 günü, yaşanan skandal, esasen zorda olan ekonomiyi
tamamen dinamitlemişti. Borsa yüzde 15 düştü, Merkez Bankası’ndan 7 milyar
dolar kaçtı, repo faizleri yüzde 3000’i aştı. Memlekette panik ve heyecan vardı
ve bir bu eksikti!
20 Şubat günlü medya, dünkü skandalı renklerle
donatmıştı. Ecevit, mâliyetini düşünmeden, konuşmaya devam ediyordu. Hazîne
ihalesi yüzde 60 faiz yerine yüzde 146 faizle oldu. Açıklamayla
birlikte piyasalar altüst oldu, borsa çöktü, faizler yüzde 760’a fırladı.
7,6 milyar dolar yabancı yatırım ülkeyi terk
etti. Enflasyon yüzde 150’yi buldu. 1 milyona yakın çalışan işsiz kaldı. Dış
borç bir anda 42 katrilyon arttı. Artık Türkiye, meçhul bir
akıbete doğru sürükleniyordu. 21 Şubat 2001 günü, 13 saatlik kriz zirvesinin ardından
ekonomik çöküş başladı. Gecelik faizler yüzde 7500’e yükseldi!
Meşhur MGK Krizi, tarihe “Kara Çarşamba” olarak geçti. Cumhuriyet
tarihinin bu önemli krizi binlerce kişinin işsiz kalmasına, binlerce iş yerinin
kapanmasına sebep oldu.
Esasen
Cumhurbaşkanı Sezer ile Başbakan Ecevit arasında bir sinir harbinin olduğu
zaten biliniyordu. Ne kadar tuhaf ki, Ecevit, Sezer’i kendi elleriyle bu mâkâma
altın tepsi içinde oturtmuştu.
Cumhurbaşkanı
Sezer, bu tarihî krizin ardından, 3 Kasım 2002 Seçimleri ile AK Parti’nin
iktidara gelmesinden sonra da Hükûmetlere müdahalelerini sürdürmüş, çeşitli krizlerin
tetikleyicisi olmuştu.
Meselâ
AK Parti Hükûmeti Kıbrıs’ta bir barış dengesi kurmaya çalışırken, Rauf Denktaş,
Lahey’e giderken havaalanında, “‘Hayır’
demeye gidiyorum” diyecek ve dönemin Başbakanı Abdullah Gül’ü çileden
çıkaracaktı. Cumhurbaşkanı Sezer ve generaller, Denktaş’a, “Sen bildiğin gibi hareket et. Biz arkandayız” demişlerdi (Sever, 2015:
50).
2007
yılında Sezer’in süresi dolup da Türkiye tekrar Cumhurbaşkanlığı seçimleri sath-ı
mailine girince, yine garip olaylar olmaya başlar.
Cumhuriyet
mitingleri, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “Lâikliğe sözde değil, özde bağlı bir cumhurbaşkanı istiyoruz”
demesi, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in “Rejim
hiç bu kadar tehdit altında olmadı!” açıklaması, YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in,
daha önce eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun ortaya attığı ve o güne
kadar hiç uygulanmayan “Cumhurbaşkanlığı
seçiminin yapılabilmesi için TBMM’de 367 vekilin bulunması gerekir”
görüşünü güncele taşıması, olacakların habercisiydi (Sever, 2015:23-24).
Şamil Tayyar, o
günlerde tezgâhlanan oyunu şöyle açıklar: “Asker, Ağar ve Mumcu’ya (dedi ki),
‘AKP hakkında kapatma dâvâsı açılacak, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına siyaset
yasağı konacak. 28 Şubat’ta olduğu gibi Meclis içinden yeni bir hükûmet
kurulacak. AKP’li biri Cumhurbaşkanı olmayacak’…” (Tayyar, 2010).
Bu atmosferde yapılan ilk oylamaya CHP, ANAP ve DYP katılmadı. Meclis’teki oylamada
361 milletvekili vardı. Gül, 357 oy aldı. CHP, salonda 367 vekil bulunmadığı
gerekçesiyle iptal için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Aslında
Abdullah Gül, kendinden önce Cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal, Süleyman
Demirel ve Ahmet Necdet Sezer’den daha fazla oy almıştı. Bunun da ötesinde,
hiçbiri için 367 şartı aranmamıştı. Gül’ün ilk turda aldığı 357 oya karşılık,
Özal 1989’da 263 oyla seçilmişti. Oylamada 367 değil, sadece 285 vekil
bulunuyordu. Demirel 1993 yılında 244 oyla, Sezer ise 2000’de 330 oyla
seçilmişti.
28 Ağustos 2007 günü
Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı seçildi. Abdullah Gül’ün TBMM’deki yemin törenine CHP,
Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları katılmadı yani boykot etti. Gül yemin
ettikten sonra Çankaya’ya doğru yola çıktı.
YÖK
Başkam Erdoğan Teziç, daha sonra ortaya çıkan ses kayıtlarında, “Haydi bakalım, sıkıysa birini Meclis’te
yemin ettirip arabaya bindirin ve Çankaya’ya doğru yola çıkarın. Yolda kazâ
olur, elektrikler kesilir. Neler olur neler!” demişti.
Oysa Sezer, o mâkâmda “tam
üç ay 12 gün fazladan” oturmuştu. 16 Mayıs’ta süresi dolduğu için çekilip
görevi vekâleten TBMM Başkanı’na devretmesi gerekirken, bunu yapmamıştı. Hâlbuki
daha önce benzer durumlarda, Anayasa gereği hep Meclis Başkanları vekâlet
etmişlerdi.
Kaynaklar
Akşener Meral, (2009)
Alaton İshak, (2012), Lüzumlu Adam (İshak Alaton’un Hatıraları), İstanbul: Alfa
Altıkulaç Tayyar, (2011), Zorlukları Aşarken I, İstanbul: Ufuk Yayınları
Belgenet.com
Heyet, (1998), Refah Partisi
Kapatma Davası, İstanbul: Kaynak Yay.
İnan Kâmran, (2003), Siyaset Yılları, İstanbul,
Timaş Yay.
Malkoç Şeref, (2019),
27.11.2019
Mangırcı Faruk, (1999),
Çankaya Savaşları, Ankara
Sever Ahmet, (2015), Abdullah Gül ile 12 Yıl,
İstanbul: Doğan Yayıncılık
Tayyar Şamil, (2010), Star,15.12.2010