Türkiye’nin kararsızlığı: Karamsarlar mı daha tehlikeli, Covid-19 mu?

Covid-19’a karşı mücadelede kazanılan tecrübe, başka rahatsızlıklar için işe yarar mı? “Karamsarlık” ya da “Bizden bir şey olmaz sendromu” şeklinde tanımlanabilecek önemli miktarda hasta var ülkemizde. Bu hâl, bizim de başarabileceğimize ya da milletimizin başarılı olma ihtimâline inanmayanların hastalığı… Böyle bir umutsuzluk hâlinin yayılmaması için psikolojik karantina mümkün mü?

TÜRKİYE olarak çok önemli başarılara imza atmış, güvenli, huzurlu, bereketli bir ülkeyiz. Ve Türk milleti olarak, vefakâr ve fedakâr bir milletiz...

Millet ve devlet olarak daha müreffeh günlere doğru yürüyen, siyâsî istikrârını pekiştirmiş, ekonomik ve teknolojik gelişme yolunda kararlılıkla ilerleyen en önemlisi de millet olarak başarabileceğimize inanan bir anlayışla dünyaya umut olabiliriz. O güne kadar en çok zorlanacağımız husus, en iyisini yapabileceğimize, en az başkaları kadar iyisini, hattâ daha iyisini başarabileceğimize inandırmak.

Meselâ son günlerde Covid-19’un henüz Türkiye’de olmadığına inandırmaya çalıştığımız bir kitle vardı. Tüm dünyada ve özellikle de sınır komşularımızda yayılması ile beraber Türkiye’de görülmesi gayet makul ve anlaşılabilir bir durum aslında.

Sağlık Bakanlığımız tespit edilene kadar, “Henüz tespit edilmiş vaka yok ama her an olabilir” dediğinde de inanmadı bu kitle.

10 Mart 2020’nin gece saatlerinde ilk vaka tespitinin yapıldığı açıklandı ve gereken tedbirlerin alındığı duyuruldu. Bu kez aynı kitle, “Daha çok aslında ama ‘Bir tane’ diye açıklamak zorunda kaldılar” diyerek aynı psikolojiyi güttü.

Sağlık sistemimizin iyi ve alınan tedbirlerin başarılı olabileceğine, virüsü engellemeye ya da en azından geciktirebileceğimize, yöneticilerimizin de başarılı bir süreç yönetimi işlettiğine inanmayan sorunlu bir kesimimiz var maalesef.

***

Bir kitle de, Türk heyetinin Rusya’daki liderler görüşmesi öncesinde olağandışı süreyle bekletildiğine ve İdlib konusunda varılan mutabakatın bir kazanım olmadığına inanan kesim…

İdlip’de yapılan “Bahar Kalkanı” adlı askeri harekât tüm dünyanın şapka çıkardığı bir operasyonken ve Türkiye’nin yerlî askerî teknolojik kapasitesinin tüm dünyanın takdirini kazandığı ortadayken, içimizde bu durumu beğendirmeye çalıştığımız bir “mutsuz” kesim var.

İhracatın arttığına, enflasyon ve faizin düştüğüne, makroekonomik göstergelerin süratle toparlandığına, istatistik verilere ve resmî rakamlara rağmen inandıramadığımız bir kesim var.

Yerli tren, lokomotif, tramvay, uçak, top, tüfek, roket, füze, İHA, SİHA, helikopter, uydu, HSS gibi birçok önemli teknolojik ürün yapmış olmamıza rağmen, yerli otomobil yapabileceğimize hâlâ inanmayanlar var!

İnanmak zorunda kaldığında, “Yapsanız bile kalıcı olmaz, yaşatamazsınız!” diyenler var.

“İstanbul Havalimanı’nda 11 ayda 400 bin uçak ve 64 milyon yolcuya hizmet verilmiş, ayrıca yıllık gelir hedefi yıl dolmadan aşılmış ve devlete fazladan kâr ödemesi yapılacak” diyoruz, hâlâ “Çatısı akıyormuş, pistler yandan rüzgâr alıyormuş, uçaklar gecikmeli kalkıyormuş, zaten kuşların göç yolu üzerindeymiş” diyerek beğenmeyen, höykürenler var.

Vardır elbette eleştirilecek işlerimiz; eksik, hatâlı ve yanlış yanları da olabilir. Ancak Devletimizin ve milletimizin her şeyi yanlış yapacağına ikna edilmiş, hipnoz altında bir kesim var!

***

10 yıldır, 4 milyonu aşkın mültecinin eğitimi, sağlığı, barınması, asayişi ve beslenmesi gibi her konuda muhteşem bir iş başaran, dünyanın şapka çıkardığı bir ülkeyiz. Ama hâlâ birileri, “Neden Türkiye’deler?” derken, sınırları açınca şimdi de “Neden bırakıyorsunuz göçmenleri Avrupa’ya doğru, ayıp değil mi?” demeye başladılar.

Ve bu garip durum, bir nesil değişmeden düzelecek gibi görünmüyor. Patolojik bir vaka durumundalar!  

“Yapamayız”, “Bizden bir şey olmaz”, “Başaramayız” diyorlar. “Yaptık ya işte, neden yapamayalım? Biz yapıyoruz” derseniz, “Siz yapamazsınız, ancak bir yerlerden alıp kendini yapmış gibi gösterirsiniz” diyorlar.

Her şeyiyle anlatıp ikna etseniz bile, “Şu ülkeninki daha iyi, boşuna yapmışsınız, işe yaramaz” diyorlar. Bu sinir bozucu diyalog uzayıp gidiyor. Zira bunlar, ezik ruhlular!

***

Ülke olarak her alanda çok önemli mesafeler almış olmamıza rağmen, bu karamsarlık hastası bir kısım insanımız sebebiyle başardıklarımızı ve başarılı olduğumuz konuları, diğer alanlarda da başarılı olmamız yönünde bir moral kaynağı olarak konuşamıyoruz.

Ne söyleseniz, hemen bir kulp takma hâli var bu kesimin. Ne anlatsanız alaya alma, dinlememe, “Sen onu bırak da asıl şu ne olacak, onu söyle” diyerek konuyu saptırma durumu ile kronikleşen vakalar var.

***

Bu umutsuzluk ve “Bizden bir şey olmaz” hastalığına karşı yapılması gerekenler var. Bir şekilde umutsuzluk, kendine güvenmeme ve milletine inanmama hastalığına kapılanları tedavi edemesek bile, Coronavirüs için alınan tedbirlerde olduğu gibi bu tür söylem geliştirenleri karantinaya almamız mümkün. “Psikolojik karantinaya”…

Bu karamsarlık ve umutsuzluk rahatsızlığına kendini kaptırmış olanlara karşı çözüm, başkalarına bulaşmasını, özellikle çocuklarımız ve gençlerimizin etkilenmesini engellemektir.

Nasıl ki bu kesim başarıyı görmüyor, duymuyor ve anlamıyor, tam da bu yöntemi kullanarak, onların başarılı işler yapanları ve yapılan iyi işleri görmezden geldikleri gibi, bu kesimi ve söylemlerini görmezden gelmek gerek.

Doğruya inanmayarak Türkiye aleyhinde her türlü yalana ve propagandaya inananları, yalanlarla ve iftiracılarla baş başa bırakmak gerek.

Bu hastalığa kapılmamış, hâlâ düşünüp sorgulayabilen çocuklarımıza ve gençlerimize sahip çıkıp enerjimizi onlara, kendilerinin neleri başarabileceklerini fark etmelerini sağlamaya harcamak gerek.

Ülkesi ve milletiyle gurur duyan büyüklerimizin ve yaşlılarımızın bugünkü güçlü ve güzel günlerimizin mutluluğunu yaşamalarına ortak olmak ve duâ almak da gerek ayrıca.

Ve en önemlisi, kendi yapmamız gereken işlerimizi en iyi şekilde ve iş disipliniyle, vatanî görev anlayışıyla, ortak geleceğimize inanmış olmanın verdiği keyifle yapmak gerek.

***

Coronavirüs için risk belli ve belirli oranda; ölüm riski dahi var ama umutsuz bir durum değil. Yani enfekte olan Coronavirüs vakalarında ölüm oranı ileri yaşlarda yüksek ama belirli bir yaş aralığında ortalama yüzde 3 ilâ 5 oranında… Yani umutsuz değilsin, Coronavirüse yakalanmışsan bile umut var. Ancak kendini başkalarından eksik ya da edilgen görüp “umutsuzluk” hastalığına kapılmışsan durum vahim!

Umutsuzluk ve karamsarlık hastaları gibi bu ülkede her şeyin kötü olacağına inandırılmışsan, tedavisi mümkün olmayan “umutsuz” bir vaka durumundasın demektir.

Umutsuzluk ve güvensizlik hastalığı; ülkemiz, milletimiz ve Devletimiz için en büyük tehlike durumundadır.

Geleceğimiz için umutsuzluk ve karamsarlık hastalığının gençler arasında yayılmaması hususunda her türlü çabayı göstermeliyiz.

Kendine güvenen, inanan, geleceğin güçlü Türkiye’sinin kendi ellerinde olduğunun farkında olan bir nesil yetiştirebilirsek, umutsuzluk hastalığını tıpkı kızamık ya da veba gibi yüzde 100 kontrol altına almış oluruz.

Covid-19’a karşı mücadelede kazanılan tecrübe, başka rahatsızlıklar için işe yarar mı? “Karamsarlık” ya da “Bizden bir şey olmaz sendromu” şeklinde tanımlanabilecek önemli miktarda hasta var ülkemizde. Bu hâl, bizim de başarabileceğimize ya da milletimizin başarılı olma ihtimâline inanmayanların hastalığı… Böyle bir umutsuzluk hâlinin yayılmaması için psikolojik karantina mümkün mü?  

Bulaşması hâlinde Coronavirüs vakaları gibi belirli bir oranda ölüm riski olabilir belki, ama umutsuzluk hastalarının tüm toplumun yaşama isteğini öldürme tehlikesi bulunuyor.

Dikkatli olmalı, millet ve ülke olarak “karamsar ve umutsuz”lardan korunmalıyız.