Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?

Biz o azgın azınlığı eleştirdiğimizde daima liderleri veya kuklaları suçladık. O seçmeni ısrarla kandırılmış olarak gördük. Yanlış tercihlerini alışkanlık olarak kabul ettik. Sonuçları kemikleşmiş seçmen olarak masumlaştırdık. Ama öyle olduğuna artık ben inanmıyorum! Çünkü millî meselelerde dahi artık bu kesimle ortak bir noktaya gelemiyorsak, millî meselelerde dahi artık ortak paydada buluşamıyorsak, burada ciddî bir aidiyet ve hattâ bir kimlik sorunu olduğunu kabul etmemiz gerekli.

GEÇTİĞİMİZ Temmuz ayında yapılmış bir anket araştırmasının sonuç raporunu okudum. Soru şu: “Sizce Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?”

Katılımcıların büyük çoğunluğu, yaklaşık yüzde 40 ile “Ekonomi” cevabı vermiş. Daha sonra aslında yine ekonomi ile ilişkili olarak yaklaşık yüzde 16’lık bir oran “İşsizlik” cevabı vermiş.

“Salgın” cevabı yüzde 10 ile üçüncü sırada yer almış.

“Siyâsî yönetim” cevabı yüzde 4, “Eğitim” cevabı yüzde 3 ve “Terör” cevabı yine yüzde 3 seviyelerinde oy almış.

“Türkiye’nin en büyük sorunu” anketinin cevabı döneme göre değişiyor. Mart ayında aynı soru sorulduğunda “Salgın” cevabı yüzde 40 seviyesinde ilk sırada yer alıyorken, vaka sayılarının nispeten kontrol altına alındığı yaz aylarında bu oran yüzde 10 seviyelerine düşmüş.

Birkaç yıl önce yapılan aynı araştırmada “terör sorunu” ilk sıralarda yer alıyordu. Geçen yıl yaşadığımız “rahip krizi” sonrası yapılan aynı araştırmada ise ilk sırada “ekonomik kriz” yer alıyordu.

Döneme, iç ve dış siyâsî olaylara veya salgın ve ekonomik krizler gibi dünyayı sarsan gelişmelere göre bu sorunun cevabı sürekli değişiyor. Bu açıdan bakıldığında cevaplar normal.

Ancak bence “Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?” sorusunun asıl cevabı bunlar değil. Bu cevaplar, bahsettiğim gibi yıllardan yıllara, hattâ aylardan aylara göre büyük değişiklik gösteriyor. Soru açık ama cevaplar yüzeysel ve gündemsel olduğu için gerçekçi değil.

Asıl sorun ne?

Bence artık samîmi olarak bu sorunun cevabını düşünmemiz gerekli. Gündemden, anlık gelişmelerden, yüzeysel tartışmalardan uzak kalarak bu sorunun cevabını aramalıyız.

Peki, zamana göre değişmeyen, eskimeyen, her zaman ve her koşulda aynı tepkileri aldığınız Türkiye’nin temel sorunu sizce nedir?

Bence bu sorunun net bir cevabı var ki o, millî olmayan ve olmayacak olan gayr-i millî azınlık sorunudur!

Bizden görünen ama asla bizden olmayan azgın azınlık…

Bu azgın azınlık, bugün maalesef ana muhalefeti yönetiyor ve yönlendiriyor!

Beni çok “acımasız” bulabilirsiniz. Eleştirilerimi “çok hissî” ve “saldırgan” da görebilirsiniz. Ama bence gerçek bu. Zaman zaman söyledik, “Türkiye’nin iktidar değil, nitelikli muhalefet sorunu var” dedik. Bu eleştirilerimizin arkasında, aslında hep bir umut ve bekleyiş vardı.

Evet, her fırsatta her şeye muhalif bir kesim vardı. Ancak bu kesimle bizi ortak paydada buluşturan millî menfaatlerimiz ve ortak değerlerimiz mevcûttu ve bu ortak noktalarda pekâlâ buluşabiliyorduk. Ancak durum artık böyle değil. Yakın tarihe kadar bu kesim, iktidarda değilken bile iktidarı etkileme, yönetme, hattâ istediğinde devirme gücüne sahipti. Çünkü ordunun üst kademeleri onların elindeydi. Kamuoyunu yönlendiren basın onların elindeydi. Eğitim kurumlarının başındakiler, YÖK, üniversite yönetimleri onların elindeydi. Yargı, yasama, yürütme onların elindeydi… Özgürdük ama onların istediği kadar! Demokrattık ama onların belirlediği kadar!

Onun için aldıkları oy oranlarını önemsemiyorlardı. Baraj altında dahi kalsalar, yine iktidarda onlar vardı. Seçimler sadece göz boyamaydı. Fakat nihâyet bu durum değişti. Sahip oldukları tüm ayrıcalıklar ellerinden alındı. Deşifre oldular!

Bu durumda artık saklanmanın, gizlenmenin, rol yapmanın anlamı kalmamış olmalı ki özellikle son birkaç yıldır gayr-ı millî olduklarını gizlemeye bile gerek görmüyorlar.

İşin bir başka bir boyutu ise, “Bu gayr-ı millî oldukları artık açıkça belli olan azınlık kesimi seçen, destekleyen, her şeye rağmen desteklemeye devam eden biz, nereye gidiyoruz?” diye sormayan, savruldukça savrulan, savrulmaktan başı dönse bile sorgulamayan seçmenin duruşu...

Çünkü biz o azgın azınlığı eleştirdiğimizde daima liderleri veya kuklaları suçladık. O seçmeni ısrarla kandırılmış olarak gördük. Yanlış tercihlerini alışkanlık olarak kabul ettik. Sonuçları kemikleşmiş seçmen olarak masumlaştırdık.

Ama öyle olduğuna artık ben inanmıyorum! Çünkü millî meselelerde dahi artık bu kesimle ortak bir noktaya gelemiyorsak, millî meselelerde dahi artık ortak paydada buluşamıyorsak, burada ciddî bir aidiyet ve hattâ bir kimlik sorunu olduğunu kabul etmemiz gerekli.

Siyâsî meselelerde en ağır eleştirileri dahi anlayabilirim. Bunun adı “cahillik” olur, “beyni yıkanmışlık” olur, “yalakalık” olur, “fanatizm” olur, “partizanlık” olur, “menfaatperestlik” olur, “körlük” olur, hattâ “nefret” bile bir yere kadar olur. Ama millî meselelerde, söz konusu vatansa, bayraksa, topraksa, bu ülkenin çıkarları ise, bu milletin geleceği mevzubahis ise, tüm bu mücadeleler her şeye rağmen bir kenara konur(du) ve ortak bir paydada uzlaşılır(dı).

Bunun adı, “millî duruş”tur. Bunun adı, “vatanperverlik”tir. Bunun adı, “ülke sevgisi”dir, “vatandaşlık”tır. Bu duruş bir seçenek değildir ve partiler, ideolojiler üstü bir durumdur. Çünkü aksi hainliktir, fasıklıktır, nifaktır, anarşizmdir, düşmanlıktır, terördür!

İç siyâsî meseleler bir yana, dış siyâsî meseleler bir yana... Dış siyâsî meselelerde aslolan, millî menfaatlerdir.

Bakınız, bu ülkenin bahsettiğim bu kesimi, terör konusundaki tavrını “terör örgütü ile alenen işbirliği içinde olan” terör partisinden yana koymuştur. Farklı çatılar altında, ancak hemen her fırsatta terör örgütlerine destek veren oluşumlarla kol kola işbirliği yapmaktadır.

Bu kesim Suriye politikamızda tavrını, kendi halkını katleden zalim Esed’den yana koymuştur. Katledilen milyonlarca insanın dramına seyirci kalmış, ülkemize sığınan milyonlarca sığınmacıyı her fırsatta aşağılamış, hor görmüş ve küçümsemiştir.

Bu kesim güney sınırımıza kurulmak istenen terör oluşumlarına karşı gösterdiğimiz millî reaksiyonu engellemekten ve bu bölgeye yapılan operasyonları baltalamaktan geri durmamıştır.

Bu kesim, Mısır politikamızdaki tavrını, Batı’nın örgütlediği darbeci zalim kukladan yana koymuştur. Sözde demokrasi ve insan hakları konularını kendince tekelinde tutan bu zihniyet, söz konusu Müslümanların menfaatleri olunca saf değiştirmiştir.

Bu kesim, Türkiye’nin millî menfaatlerini doğrudan ilgilendiren, Türkiye’nin geleceği olan Doğu Akdeniz’deki enerji kavgamızda tarafını yine bu ülkeden değil, Fransa’dan, İsrail’den, Yunanistan’dan yana koymuştur.

Bu kesim, Karadeniz’deki münhasır alanda şimdiye kadar bulunan en büyük enerji keşfinde bile millî olmayı becerememiş, bu sevince ortak olmadığı gibi kendince bu keşfi küçümsemiş ve aşağılamıştır.

Bütün bunlara rağmen bu kesimin liderlerini ve hâlâ her şeye rağmen bu liderlerin peşinde olanları bizden görmek ne kadar doğrudur, bilmiyorum.

Anlaşılıyor ki, “millî birlik ve beraberlik” kavramı bu kesim için artık değersizdir. Millî menfaatler, bu ülkenin geleceği, vatan ve millet kavramları, bu kesim için anlamsızdır.

Bu yüzden bence Türkiye’nin en büyük sorunu; bu ülke kurulduğunda kendilerini gizleyen, Batılı şer cephesi ile işbirliği içinde olan, olaylara ve de iç-dış siyâsete perde arkasında müdahale eden, yakın zamanda ise ilişkileri, kimlikleri deşifre olmuş, ayrıcalıkları, güçleri elinden alınmış, bu yüzden kuduran, ancak hâlâ alçakça plânlar kurup fırsat kollayan, kanı bozuk bu gayr-ı millî azınlıklardır.